Ahiret dünyadan sonra gidilecek son ve asıl mekanımızdır. Ebedi alemin adıdır. Ahiret hayatının 12 evresi vardır. Bunlar; Ba's (Diriliş), Havz Haşr ve mahşer, Peygamber Efendimiz'in şefaati, Sema ehlinin yeryüzüne inmesi, Cenab-ı Hakk'ın tecellî etmesi, Hesapsız cennete girecek olanlar, Hesapsız cehenneme girecek olanlar, Amel defterlerinin açılması, Hesap, Mizan, Sırat. Peki Ahirette hesap günü nasıl olacak? Kuran'ı Kerim hesap günü için ne söylüyor? Ahirette hayvanatın hesabı nasıl olacak? Ahirette insanların hesabı nasıl olacak? Hesabın şiddeti nasıl olacak? Hesap günü neler sorulacak? İşte ayrıntılar...

Hayvanatın Hesabı

Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde hayvanatın dahî hesaba tabî tutulacağını bizlere şöyle haber vermişlerdir:

"Kıyamet günü (üzerinize yüklendiğiniz) hakları mutlaka (gerçek) sahiplerine vereceksiniz. Hatta boynuzsuz koyun için boynuzlu koyundan kısas alınacaktır." (Müslim, Birr, 60; Tirmizî, Kıyamet, 2/2420)

Nitekim bir gün Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in yanında iki koyun otlamaktaydı. O esnada koyunların biri diğerini boynuzladı ve yavrusunu düşürmesine sebep oldu. Bu hadiseyi müşahede eden Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz tebessüm buyurdular. Kendisine:

"‒Ey Allah'ın Rasûlü, niçin tebessüm ettiniz?" diye sual edildiğinde ise şu mukabelede bulundular:

"‒Şu koyunun haline taaccüb ettim! Canım kudret elinde olan Zat'a yemin ederim ki, kıyamet günü diğerine kısas yapılarak onun hakkı alınacak!" (Ahmed, V, 172)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bu beyanları, hem bu hadisenin zahirî manasıyla hakikî olarak vukū bulacağının bir işaretidir, hem de bizler için temsilî bir öğüt mahiyetindedir. Yani hiç kimsenin hakkının bir başkasında bırakılmayıp hayvanlar arasında vakî olan haksızlıkların bile eksiksiz bir sûrette karşılığını bulacak olması, bizleri ne kadar ciddî bir hesabın beklediğini tahayyül ve tefekkür etmemizi de gerekli kılmaktadır.

Dolayısıyla, verilen bu haberden kendimize ders çıkarmalı, kul ve hayvan haklarını çiğnemekten var gücümüzle kaçınmalıyız. Hiç kimsenin hakkını yememeye gayret etmeli, buna ilaveten Halık'ın şefkat nazarıyla mahlûkata bakış tarzı kazanarak bütün yaratılanlara engin bir şefkat, merhamet ve muhabbetle yaklaşmalıyız.

Unutmamalıyız ki bütün mahlûkat, insana hizmet ve ibret olarak yaratılmış ve yine insana emanet edilmiştir. Bu sebeple onlara merhametle yaklaşmak ve onların hukukunu korumak, insan için bir vicdan borcudur. Hayvanlara haksızlık etmek ise kıyamette karşımıza çıkacak ağır bir vebaldir.

Bir keresinde Hazret-i Âişe -radıyallahu anha- Validemiz hırçın bir deveye binmişti. Hayvanı sakinleştirmek için onu sert bir şekilde ileri geri götürmeye başladı. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Âişe'ye:

"−Hayvana yumuşak davran! Çünkü yumuşaklık nerede bulunursa orayı güzelleştirir. Yumuşaklığın bulunmadığı her davranış çirkindir." buyurdu. (Müslim, Birr, 78, 79)

Ecdadımız Osmanlılar da, mahlûkata şefkat ve onların haklarına riayet hususunda örnek almamız gereken sayısız fazîlet misalleri sergilemişlerdir.

Nitekim ecdadımız, hayvanlara haddinden fazla yük taşıtmayı kanunla yasaklamışlardır. Hatta bazı zabıta kuvvetleri, bu yasağı ihlal edenleri takip edip hayvanı dinlendirmek ve sahibine de ceza olarak aynı yükü taşıtmakla vazifelendirilmiştir.

Kanûnî Sultan Süleyman Han'ın "Süleymaniye Camii ve Külliyesi" inşa edilirken yük taşıttırılan hayvanlar hakkındaki bir dizi fermanı da, bu hassasiyetin bir nişanesidir. Bu fermanlar çerçevesinde çalıştırılan at, merkep ve katırların dinlenme ve çayırda otlama saatlerine riayet edilmiş, hiçbir mahlûkatın hakkına tecavüz edilmemesine azamî gayret gösterilmiştir. Kanûnî'nin bu muazzam mabedin inşasında kul ve hayvanat haklarına böylesine titizlik göstermesi, belki de Süleymaniye Camii'ndeki o ka'bına varılmaz rûhaniyetin temel saiklerinden biridir.

Yine bir gün Kanûnî Sultan Süleyman, sarayın bahçesindeki armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülebilmesi için Şeyhulislam Ebu's-Suûd Efendi'den aşağıdaki beyitle fetva ister:

Dırahta ger ziyan etse karınca,
Zararı var mıdır anı kırınca?

Hünkarın bu fetva talebi üzerine, Ebu's-Suûd Efendi de bir beyitle şöyle cevap verir:

Yarın Hakk'ın dîvanına varınca,
Süleyman'dan hakkın alır karınca!

İbn-i Abbas -radıyallahu anhuma-; "Vahşî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde." (et-Tekvîr, 5) ayet-i kerîmesiyle ilgili olarak;

"Her şey haşredilecek, hesap için Mahşer meydanına toplanacak, hatta sinekler bile!" buyurmuştur.

Bütün mahlûkat Mahşer meydanında toplandıktan sonra hesaplar görülmeye başlanacaktır. Lakin hayvanlar arasındaki davalar, insanlardan evvel hükme bağlanacaktır. Bu hesaplaşmanın neticesinde bütün hayvanat tekrar toprak olacaktır.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

"Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa, hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rab'lerinin huzûruna getirileceklerdir." (el-Enʻam, 38)

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh- bu ayet-i kerîme hakkında şöyle buyurur:

"Kıyamet günü bütün mahlûkat Mahşer meydanına toplanır. Hayvanlar, böcekler, kuşlar ve her şey… Allah'ın adaleti tam olarak tahakkuk eder, hatta boynuzsuz koyunun hakkı bile kendisine zarar veren boynuzlu koyundan alınır. Sonra Cenab-ı Hak hayvanlara; «Toprak olun!» buyurur. İşte o zaman (bu hali gören) kafir kimse (hesaba çekilecek olmanın dehşetinden); «Ah keşke ben de (şu hayvanat gibi) toprak olsaydım!»[44] diyecektir." (Hakim, Müstedrek, II, 345/3231. Krş. Hakim, IV, 619/8716)

Hiç şüphesiz ki bu hal, o günkü pişmanlık, utanç ve korkunun ne raddeye varacağını göstermektedir!

Hayvanların haklarının bile birbirlerinden inceden inceye alınacak olması, insanoğlunu ne derin bir tefekküre davet etmektedir!

Nitekim Osmanlı Şeyhulislamlarından Kadızade şöyle der:

"İnsan, haksızlık yaptığı kimselerle dünyada helalleşmediyse, ahirette hak sahibi hakkını ister. Üstelik hak sahibi hayvan veya kafir ise iş daha da zordur. Zira hayvana ve kafire mü'minin sevaplarından verilmez. Kafirin günahı da mü'mine yüklenmez. Dolayısıyla bu ikisinden bilhassa sakınmak ve kaçınmak lazımdır."

İnsanların Hesabı

Mahşerde insan için en korkulu an, hesaba çekileceği zamandır. Zira o an, imtihan dershanesi olan şu fanî dünyada yapmış olduğu bütün her şeyden hesaba çekilecek ve böylece ebedî hayatının istikameti belirlenecektir. Bu sebeple insan, hesap esnasında tedirginlik, endişe ve sıkıntının zirvesine çıkar.

Bir kimse Hazret-i Ali -radıyallahu anh-'a gelerek:

"‒Mahşer yerinde olanların hepsine aynı anda nasıl hesap sorulur?" diye sormuştu.

Hazret-i Ali -radıyallahu anh- bu suale şu hikmet dolu cevapla mukabelede bulundu:

"‒Allah Teala nasıl hepsine aynı anda rızık veriyorsa, kıyamet günü de aynı şekilde hepsine birden hesap sorar!"

Rivayete göre toplu hesaplar, ferdî hesaplardan önce görülecektir. Yani Mahşer yerinde insanlara; "Ey şu günahı işleyenler!" diye nida edilecek, o günahı işlemiş olanlar ayağa kalkacak ve Mahşer halkının bakışları altında rezil-rüsva olacaklardır.

Tabiînden meşhur zahid ve hakîm Ebû Hazim el-Aʻrac da buradan hareketle kendisini sık sık sorgular ve nefsini şu ifadelerle hesaba çekermiş:

"Ey Ebû Hazim! Kıyamet günü; «Ey şu günahı işleyenler!» diye nida edilecek, sen o günahı işleyenlerle beraber ayağa kalkacaksın! Sonra başka bir günah için nida edilecek, sen o zaman da ayağa kalkacaksın! Öyle zannediyorum ki ey Aʻrac, sen her günah ehliyle birlikte tekrar tekrar ayağa kalkmak istiyorsun!" (Ebû Nuaym, Hilye, III, 230; İmam Şaranî, Ölüm Kıyamet Âhiret, s. 152-153)

Toplu hesaplar bittikten sonra da insanlar tek tek hesaba çekileceklerdir.

İbn-i Ebî Müleyke -radıyallahu anh- şöyle nakletmektedir:

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in zevce-i tahiresi Hazret-i Âişe -radıyallahu anha- bilmediği bir şey duyduğunda hemen onu araştırır, kaynağına müracaat ederek hadisenin hakîkatini iyice öğrenirdi. Bir gün Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-:

"–Kim hesaba çekilirse azaba uğramış olur!" buyurmuşlardı.

Hazret-i Âişe -radıyallahu anha-:

"–Peki, ya Rasûlallah! Allah Teala; «O vakit kitabı sağ eline verilen kimse kolay bir hesap ile muhasebe olunur.»[47] buyurmuyor mu?" diye sordu.

Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-:

"–Bu ayette bahsedilen husus «arz»dır. Lakin kim inceden inceye hesaba çekilirse o helak olur!" buyurdular. (Buharî, İlim 36, Rikāk 49; Müslim, Cennet, 79, 80; Ebû Davûd, Cenaiz, 1/3093)

Hadîs-i şerîfte zikredilen "arz"dan maksat, amellerinin tartılması için insanların Mîzan'a arz edilmesi veya amellerin sahiplerine arz edilmesidir. Arz günündeki hesabın, "Ashab-ı Yemîn" denilen salih insanlar için pek kolay geçeceği Kur'an-ı Kerîm'de ifade buyrulmaktadır.[48] Ehl-i Yemîn, hesaba maruz kaldıkları gün, af ile müjdelenmiş olacak ve amelleri kendilerine arz edildiğinde, kusurlarıyla birlikte, nail olacakları büyük nîmetleri de göreceklerdir. Bu sebeple onlar hesap esnasında fazla sıkıntı çekmeyeceklerdir. Af müjdesi alamayan insanların hesabı ise çok ağır olacaktır. Hesap esnasında, hasenattan zannedilen nice amellerin kabul edilmediği ortaya çıkacağından, bu münakaşa kişiyi azaba götürecek veya başa baş nihayete erse bile bu münakaşanın kendisi azab olacaktır.

Hasenat zannedilen nice ameller vardır ki, haram para ile yapılmış olması veya riya gibi çirkin hallerle kirletilmiş bulunmasından dolayı ind-i ilahîde kabul görmeyecektir. Bu sebeple de sevabına ermeyi uman sahibi için bu ameller, ahirette büyük bir hüsran ve nedamet yaşamasına sebebiyet verecektir.

Âyet-i kerîmelerde Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

"Çalışmış fakat boşuna yorulmuştur. Kızışmış bir ateşe atılır!" (el-Ğaşiye, 3-4)

"De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar) iyi ve güzel işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatındaki çabaları boşa giden kimselerdir." (el-Kehf, 103-104)

Bu sebeple, mesela kişinin sağlığındayken yaptırdığı cami, Kur'an kursu veya diğer hayır müesseselerine -namını sürdürmek gayesiyle- kendi ismini vermesi; riya, kibir ve şöhrete kapı açacağından, doğru bir davranış olarak görülmemiştir. Çünkü riya -nebevî tabiriyle- "küçük şirk"tir.[50] Halbuki tevhîd akîdesinin ortaklığa asla tahammülü yoktur. Lakin hayır sahibinin vefatından sonra, dualarla anılmasına vesîle olması niyetiyle o esere isminin verilmesinde -riya tehlikesi ortadan kalkmış olduğu için- bir beis yoktur.

Sağlam Şahitler

Kul, ahirette hesaba çekilirken, yanında şahitler de bulunacaktır. Zira kafirler ve facirler, dünyada olduğu gibi huzûr-i ilahîde hesaba çekilirken de inkar ve îtirazlarına devam ederler. O zaman Cenabı Hak onların ağızlarına mühür vurur ve diğer azalarına konuşmalarını emreder.

Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

"O gün, (dünyada iken) yapmış olduklarına dilleri, elleri ve ayakları şahitlik eder." (en-Nûr, 24)

"Bugün onların ağızlarını mühürleriz de yaptıklarını bize elleri anlatır ve ayakları da şahitlik eder." (Yasîn, 65)

"Nihayet oraya vardıklarında; kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları işler hakkında aleyhlerine şahitlik edecektir." (Fussilet, 20)

"Onlar derilerine:

«‒Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?» derler.

Derileri de onlara:

«‒Her şeyi konuşturan Allah Teala, bizi de konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştır ve yine O'na döndürülüyorsunuz.» derler." (Fussilet, 21)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

"…Kıyamet günü Allah Teala kuluna:

«–Ben'imle karşılaşacağını hiç aklından geçirmiş miydin?» diye sorar. Kul:

«–Ey Rabbim! Sana, kitaplarına ve peygamberlerine inandım. Namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim!» der ve elinden geldiğince (Hak Teala hakkında) güzel medh ü senalarda bulunur.

Allah Teala:

«–Dur öyleyse! Şimdi senin aleyhine bir şahit gönderilecek!» buyurur.

Kul kendi kendine; «Benim aleyhime şahitlik yapacak da kim?» diye içinden geçirir. Kulun ağzı mühürlenir. Uyluğuna, etine ve kemiklerine:

«–Haydi, konuşun!» denir.

Uyluğu, eti ve kemikleri konuşup, onun amellerini haber verirler. Bu, ona, ileri sürebileceği bir mazeret bırakmamak içindir. Bu kişi, Allah'ın gazabına uğrayan münafıktır." (Müslim, Zühd, 16)

Diğer bir rivayette de şöyle buyrulmuştur:

"Kul der ki:

«–Ey Rabbim, Sen beni zulümden korumadın mı?» Allah Teala:

«–Evet korudum!» buyurur.

Bunun üzerine kul:

«–Fakat ben bugün, kendime, kendimden başka bir kimsenin şahit olmasını asla istemiyorum.» der.

Hak Teala:

«–Bugün sana tek şahit olarak nefsin, çok şahit olarak da Kiramen Katibîn kafîdir!» buyurur.

Ağzına mühür vurulur ve diğer azalarına; «Konuşun!» denilir. Onlar adamın amellerini haber verirler. Sonra adamın konuşmasına izin verilir. Adam azalarına:

«–Yazıklar olsun size! Defolun buradan! Ben sizin için mücadele ediyordum.» der." (Müslim, Zühd, 17)

Cenab-ı Hak ayet-i kerîmede, insanın kendi azalarının yanında, üzerinde yaşadığı yeryüzünün de şahitlik edeceğini şöyle bildirmektedir:

"O gün yeryüzü, bütün haberlerini anlatır. Çünkü Rabbin ona bunları vahyetmiştir." (ez-Zilzal, 4-5)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında bu ayet-i kerîmeleri okudular ve ashabına:

"–Arz'ın (yeryüzünün) anlatacağı haberleri nelerdir, biliyor musunuz?" diye sordular. Onlar:

"–Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!" diye cevap verince Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"–Onun haberleri, kadın veya erkek her kulun Arz üzerinde işlemiş olduğu amellere şahitlik etmesi ve; «Şu gün, şu vakitte, şu şu işleri yaptı.» demesidir. İşte bunlar, yeryüzünün haberleridir." buyurdular. (Tirmizî, Kıyamet 7/2429; Tefsir 99/3353; Ahmed, II, 374; Hakim, II, 281/3012)

Yine bir başka hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır:

"Yeryüzünden sakının! Çünkü o sizin annenizdir, yani içinde yaşadığınız ve sonunda dönüp varacağınız yerdir. Üzerinde işlenen iyi ya da kötü bütün amelleri haber verecektir." (Heysemî, I, 241)

İşte o gün insan, şaşkın bir vaziyette; "Ne oluyor bu yeryüzüne! Nasıl bütün haberleri anlatabiliyor?!" diyerek büyük bir dehşet içinde kalacaktır.

O gün melekler ve insanlardan da şahitler vardır. Fakat şahitlerin en büyüğü, hiç şüphesiz ki Yüce Rabbimiz'dir.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

"Herkes ne yaptıysa, karşılığı tastamam verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir." (ez-Zümer, 70)

Eğer biz bu hakîkati gerçek manada idrak edebilir de, O'ndan layıkıyla haya ederek her türlü kötülükten vazgeçebilirsek, kullarına çok merhametli olan Allah Teala'dan başka hiçbir şahide gerek kalmaz.

Bu hususta Şeyh Şiblî Hazretleri'nin şu kıssası ne kadar hikmetlidir:

Bir vaiz, kürsüde ahiret ahvalini anlatmaktaydı. Cemaatin arasında Şeyh Şiblî Hazretleri de vardı. Vaiz efendi, Cenab-ı Hakk'ın ahirette soracağı suallerden bahsederek:

"–İlmini nerede kullandın, sorulacak! Malını-mülkünü nereden kazanıp nereye harcadın, sorulacak! Ömrünü nasıl geçirdin, sorulacak! İbadetlerin ne durumda, sorulacak! Harama-helale dikkat ettin mi, sorulacak!.."

Bunların ardından; "Şunlar şunlar da sorulacak!.." diye, hepsi de son derece mühim olan pek çok husus saydı. Fakat bu kadar tafsîlatlı îzaha rağmen, meselenin özüne dikkat çekilmemesi üzerine, Şiblî Hazretleri yumuşak bir üslûpla vaize seslendi:

"–Ey vaiz efendi! Suallerin en mühimlerinden birini unuttunuz! Allah Teala esas şunu soracak:

«Ey kulum! Ben seninleydim, sana şah damarından daha yakındım; fakat sen kiminleydin?!»"

Cenab-ı Hak ayet-i kerîmelerde şöyle buyuruyor:

"…Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir…" (el-Hadîd, 4)

"…Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız." (Kāf, 16)

"…Şunu iyi bilin ki Allah, insan ile kalbi arasına girer…" (el-Enfal, 24)

"Kullarım Sana, Ben'i sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım…" (el-Bakara, 186)

Yani zamandan ve mekandan münezzeh olan Cenab-ı Hak her an biz kullarıyla beraber, her halimize vakıf ve her amelimize şahit… Dolayısıyla mü'minler olarak bu hakîkatin şuur ve idraki içinde, kulluk edebimize yakışmayacak hal ve tavırlardan titizlikle sakınmalıyız.

O büyük hesap gününde, İki Cihan Serveri Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ümmetine şahit olarak getirilecektir. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyrulur:

"Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve Sen'i de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!" (en-Nisa, 41)

Bu dünya hayatında dahî, bir kimsenin sevdikleri önünde işlediği bir suç dolayısıyla hesaba çekilmesi gönlüne giran gelmekte iken, düşünmek lazımdır ki, o gün peygamberler, önderler ve diğer şahitler huzûrunda hesaba çekilen kimsenin hali nice olur? Zira bu dünyada gizlice işlediği günahlar, orada pek çok şahidin önünde sergilenecek!..

Bu sebeple, alemlere rahmet olarak gönderilen ve ümmetine çok merhametli olan Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-, Veda Hutbesi'nde bizlere şöyle seslenmiştir:

"…Haberiniz olsun ki; ben, önceden gidip Havz'ın başında sizi bekleyeceğim! Diğer ümmetlere karşı, sizin çokluğunuzla sevineceğim. Sakın, (günah işleyerek) yüzümü kara çıkarmayınız!.."[52]

Bir ayet-i kerîmede de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Küfür yoluna sapıp Peygamber'i dinlemeyenler, o gün yerin dibine batırılmayı temennî ederler ve Allah'tan hiçbir haberi gizleyemezler." (en-Nisa, 42)

Velhasıl bugün Allah ve Rasûlü'nden uzak bir hayat yaşamak, insanı o büyük hesap gününde kahredici bir utanca ve yerin dibine geçmeyi arzu ettirecek kadar şiddetli bir mahcûbiyete dûçar edecektir.

Hesabın Şiddeti

Fanî hayatlarında hep hesapsız, sorumsuz ve ahiretsiz bir dünya hayali kuran kafir, fasık ve gafiller, kıyametin o dehşetli manzaralarıyla karşılaştıkları zaman, o çetin ve belalı günün azabından kurtulmak için dünyadayken sahip oldukları her şeylerini, hatta kat kat fazlasını fidye olarak vermeye razı olacaklardır. Lakin o gün, iş işten geçmiş, fırsat elden kaçmış olacaktır. Bu hal, Kur'an-ı Kerîm'de şöyle bildirilmektedir:

"Günahkar kimse ister ki, o günün azabından (kurtulabilmek için), oğullarını, hanımını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran bütün ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de tek kendini kurtarsın!" (el-Mearic, 11-14)

Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ilahî hesabın şiddeti hakkında şu haberleri vermişlerdir:

"Kıyamet günü kafir getiri­lir ve ona:

«‒Ne dersin, şu anda dünya dolusu altının olsa, onları (şu azaptan kurtulmak için) fidye olarak verir miydin?»diye sorulur.

Kafir (hiç tereddüt etmeden):

«‒Evet!» der.

Bunun üzerine ona:

«‒(Yalan söyledin! Dünyada) senden, bundan daha az ve kolay bir şey (yani tevhîd) is­tenmişti (de sen bundan kaçınmıştın)!» denilir." (Buharî, Rikāk, 49; Müslim, Münafikûn, 52-53)

Diğer rivayette bu sualin, "Cehennem ehlinden azabı en hafif olana" sorulacağı beyan edilmektedir.

Adiy bin Hatim -radıyallahu anh- şöyle anlatır:

"Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün:

«‒Kendinizi Cehennem ateşinden koruyunuz!» buyurdular ve mübarek yüzlerini çevirip kendilerini geri çektiler… Bunu üç defa tekrarladılar. O zaman biz, Muhterem Efendimiz'in Cehennem'e bakarak konuştuklarını anladık. Sonra şöyle buyurdular:

«‒Bir hurmanın yarısıyla bile olsa kendinizi Cehennem ateşinden koruyunuz! Bunu da bu­lamayan, güzel bir sözle kendini ateşten korusun!»" (Buharî, Rikāk, 49)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buna benzer bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuşlardır:

"…Her biriniz mutlaka Allah Teala'nın huzûrunda durdurulursunuz. Cenab-ı Hak ile (kul) arasında ne bir perde ne de Allah'ın kelamını tercüme ede­cek bir tercüman bulunmaz. Allah Teala o kula:

«‒Ben sana mal vermedim mi?» diye sorar.

O da:

«‒Evet, verdin ya Rabbi!» der.

Sonra Allah Teala:

«‒Ben sana Rasûl göndermedim mi?» diye sorar.

Kul:

«‒Evet, gönderdin ya Rabbi!» der.

O kimse sağına bakar, Cehennem'den başka bir şey göremez; soluna bakar, Cehennem'den başka bir şey göremez.

O halde her biriniz bir hurmanın yarısı ile de olsa Cehennem ateşinden korunsun! Onu da bulamazsa güzel bir sözle kendisini Cehennem ate­şinden korusun!" (Buharî, Zekat, 9)

İslam'da mülk, Allah'a aittir. Cenab-ı Hak, dînen zengin sayılan kulundan, kendisine ihsan ettiği -aslî ihtiyaçların dışındaki- malın kırkta birini her sene "zekat" olarak istemektedir. Kişinin araştırıp bu miktarı yerine ulaştırması farzdır.

Bunun dışında Rabbimiz, kullarından bir de "sadaka ve infak"ta bulunmalarını arzu etmektedir. Nitekim ayet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:

"Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe asla «birr»e (yani hayrın kemaline) eremezsiniz! Her ne infak ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir." (Âl-i İmran, 92)

Bu da infakın bizi Cenab-ı Hakk'a yaklaştıran en mühim vasıtalardan biri olduğuna delildir.

Yukarıdaki hadîs-i şerîfte bahsedilen "yarım hurma", verecek başka hiçbir şeyi olmayan içindir. İmkanı geniş olan biri tutup hurma dağıtır da kendisini infak mes'ûliyetinden kurtardığını zannederse büyük bir hataya düşmüş olur. Bu ifade bizlere, infakın, insanı Cehennem'den kurtarma hususunda çok mühim bir yere sahip olduğunu ve aynı zamanda herkes için zarurî bir ibadet olduğunu göstermektedir. Bir hurması olan kişiye bile yarısını vermesi emrediliyorsa, daha fazla imkanı olanların nasıl bir fedakarlık içinde bulunması gerektiği, buna kıyas edilerek anlaşılabilir.

Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ashabının fakirlerinden Ebû Zer -radıyallahu anh- Hazretleri'ne:

"−Ya Eba Zer! Çorbana biraz daha su kat ve komşunu da gözet!" buyurmuşlardır. (Müslim, Birr, 142)

İnfakı emreden ayet inince fakir sahabîler bile dağlara çıkıp odun kesmiş, pazara getirip satmış ve kazandıklarını Allah için infak etmişlerdir.

Cenab-ı Hak bu hususta bir ölçü olarak şöyle buyuruyor:

"O (takva sahipleri) ki bollukta da darlıkta da Allah için infak ederler…" (Âl-i İmran, 134)

"…(Rasûlüm!) Sana (hayr u hasenat yolunda) neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: «İhtiyaç fazlasını (verin)!..»" (el-Bakara, 219)

Kıyametteki hesabın şiddetiyle alakalı olarak yine Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Kıyamet günü Âdemoğlu adeta bir kuzu gibi getirilip Allah Teala'nın huzûrunda durdurulur. Allah Teala ona:

«–(Ey kulum!) Sana (hayat, sıhhat, afiyet, aza gibi sayısız nîmetler) verdim, (evlat, hizmetçiler, mal, makam gibi) bol bol ihsanlarda bulundum, (Kitap indirmek ve Peygamber göndermek gibi) büyük inʻamlarda bulundum. Peki, bütün bunlara mukabil sen ne yaptın?» buyurur.

Kul:

«–Ya Rabbi, bana lûtfettiğin malları topladım, onları üretip artırdım ve olduğundan daha fazla bir halde geride bıraktım. Beni dünyaya geri gönder[55] de onların hepsini (Sen'in yolunda infak ederek) Sana getireyim.» der.

Allah Teala:

«–Bana, önceden ahirete gönderdiğin salih amelleri göster!» buyurur.

Kul yine:

«–Ya Rabbi, bana lûtfettiğin malları topladım, onları üretip artırdım ve olduğundan daha fazla bir halde geride bıraktım. Beni dünyaya geri gönder de onların hepsini Sana getireyim.» der.

O, ahiret için hiçbir salih amel işlememiş bir kuldur ve derhal Cehennem'e götürülür." (Tirmizî, Kıyamet, 6/2427. Krş. Müslim Zühd, 16)

Cenab-ı Hak hesaba çektiği gafil insanların içine düştüğü müşkül hali ayet-i kerîmede şu şekilde ifade buyurmaktadır:

"Onlar orada:

«–Ey Rabbimiz! Bizi çıkar, (tekrar dünyaya gönder de daha önceleri) yaptığımızın yerine salih ameller yapalım!» diye feryad ederler.

(Onlara denir ki:)

«–Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.»" (Fatır, 37)

Bu, üzerinde ciddiyetle tefekkür etmemiz gereken, çok ibretli bir ayet-i kerîmedir. Şu fanî dünya hayatı, ahirete kıyasla kısacık bir fasıl olmasına rağmen, düşünüp ibret almak isteyen biri için fazlasıyla yeterli bir zaman dilimidir. Yani bu dünyada hepimize düşünecek kadar bir zaman da verildi, bizi ahiret azabından îkaz eden bir peygamber de geldi. Günümüze kadar, O Peygamberʼi ve Oʼnun getirdiği Kitabʼı îzah eden sayısız eser de kaleme alındı. Böylece Cenab-ı Hakkʼa karşı bütün mazeret kapılarımız kapanmış oldu.

O halde bugün, yanlış hal ve davranışları terk edip salih amellere yönelmekte geç kalmayalım! İlahî mîzanda hesaba çekilmeden evvel kendimizi sık sık ve ciddiyetle hesaba çekelim ki o gün vereceğimiz hesabımız kolay olsun…

Mü'minlere Rahmet Tecellîsi

Bir sıfatı da "ayıpları gizleyip örten" manasında "Settaru'l-Uyûb" olan Cenab-ı Hak, affedeceği günahkar mü'min kullarının bir kısmını, günahları ortaya dökülüp de mahcub olmasınlar diye, gizlice hesaba çekecektir.

Nitekim Safvan bin Muhrız el-Mazinî -radıyallahu anh- şöyle anlatır:

"Ben bir defasında Abdullah bin Ömer -radıyallahu anh-'ın elin­den tutmuş giderken birisi karşımıza çıktı ve İbn-i Ömer Hazretleri'ne:

«‒Necva hususunu Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'den nasıl işittiniz?» diye sordu.

İbn-i Ömer -radıyallahu anh- da şöyle buyurdu:

«‒Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in şöyle buyurduklarını işittim:

"–Muhakkak ki Allah Teala kıyamet günü mü'mini yaklaştırır, üzerine perdesini indirerek onu örter (ve hiç kimsenin görmediği bir vaziyette tek başına hesaba çeker):

«‒Filan günahı biliyor musun? Falan gü­nahı biliyor musun?» diye sorar.

Mü'min de (büyük bir nedamet içerisinde):

«‒Evet; biliyorum, biliyorum ey Rabbim!» der.

Bu şekilde günahlarını ikrar edip (günahlarının çokluğu sebebiyle) artık kesinlikle helak olacağına kanaat getirdiği bir anda Cenab-ı Hak:

«‒Onları dünyada gizlemiştim (ortaya çıkarmamış ve başkalarına göstermemiştim), bugün de senin için hepsini mağfiret ediyorum!» buyurur. Ve mü'mine hasenat defteri verilir.

Kafirlere ve münafıklara gelince; şahitler, onlar hakkında herkesin içinde:

«İşte bunlar, Rab'lerine karşı yalan söyleyenlerdir, derler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir!»" (Buharî, Mezalim 2, Tefsîr 11/4; Ahmed, II, 74)

Hesap esnasında mü'min kulun Rabbiyle baş başa kalması, çok ayrı bir lûtuftur. Bu sebeple Hak aşıklarının hesaba bakışı farklı olmuştur. Nitekim Bayezîd-i Bistamî Hazretleri bir gün:

"‒Bütün insanlar hesaptan kaçarlar, ben ise Cenab-ı Hak'tan beni hesaba çekmesini istiyorum." buyurmuşlardı. Kendisine:

"‒Niçin?" diye sorulunca, şu muhteşem cevabı verdiler:

"‒Belki Cenab-ı Hak, hesap esnasında bana; «‒Ey kulum!» diye hitab eder, ben de «‒Lebbeyk/buyur ya Rabbi!» derim! O'nun bana; «‒Ey kulum!» buyurması, benim için dünya ve içindekilerden daha sevimlidir. Sonra bana dilediğini yapsın!"

Hesap Günü Neler Sorulacak?

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ibadetlerden ilk sorulacak sualin, dînin direği olan "namaz" hakkında olacağını şöyle haber vermişlerdir:

"Kıyamet günü kulun hesaba çekileceği ilk amel, namazdır. Eğer kul, namazlarını Allah'ın istediği şekilde eda etmiş ise, felaha erer ve maksûduna nail olur. Namazlarını eda etmemiş veya gafletle kılmışsa, kaybeder ve hüsrana uğrar.

Şayet farzlarından bir şey noksan olursa, Azîz ve Celîl olan Rabbimiz:

«Kulumun nafile namazları var mı, bakınız?» buyurur. Farzların eksiği nafilelerle tamamlanır.

Sonra kul, diğer amellerinden de bu minval üzere hesaba çekilir." (Tirmizî, Salat, 188/413; Nesaî, Salat, 9/462)

Kul hakları içinde ise ilk olarak "haksız yere akıtılan kanların" hesabı sorulacaktır. Nitekim Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Kıyamet günü insanlar arasında ilk görülecek dava, kan dökmekle alakalı olanlardır." (Buharî, Diyat, 1; Müslim, Kasame, 28)

Kan dökmeyle alakalı günahların hesapta en başa alınması, Cenab-ı Hakk'ın, haksız yere adam öldürme ve yaralamaya ne kadar çok gazaplandığını da ortaya koymaktadır.

Dünyevî bir meseleden dolayı adam öldürmek, büyük günahtır. Lakin bir kimsenin, mü'min olduğunu bildiği halde bir başkasını öldürmesi, çok daha büyük bir günahtır. Cenab-ı Hak böyle bir kimsenin cezasını ayet-i kerîmede şöyle ifade buyurmaktadır:

"Kim bir mü'mini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyyen kalacağı Cehennem'dir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." (en-Nisa, 93)

Kıyamet Günü Hesap Sorulacak Sorular

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kıyamet günü hesabı verilecek diğer hususları ise hadîs-i şerîflerinde şöyle haber vermişlerdir:

"Kıyamet günü kula ilk (olarak hesabı) sorulacak nîmetlerden biri şudur:

Ona; «Biz senin bedenine sıhhat vermedik mi? Seni (sıcak günlerde) soğuk suya kandırmadık mı?» denir!" (Tirmizî, Tefsîr, 102/3358)

"Hiçbir kul, kıyamet günü şu beş şeyden hesaba çekilmeden bir adım dahî atamaz:

– Ömrünü nerede tükettiğinden,

– İlmini nerede kullandığı ve onunla ne ameller işlediğinden,

– Malını nereden kazandığından,

– Malını nereye harcadığından ve

– Vücudunu (gençliğini) nerede yıprattığından." (Tirmizî, Kıyamet, 1/2417)[59]

"İlim asrı" denilen ve her türlü bilgiye ulaşmanın son derece kolaylaştığı bir zamanda yaşıyoruz. Öyle ki artık cehalet, neredeyse mazeret olmaktan çıktı. Dînini öğrenmek isteyen bir müslüman; okumak, araştırmak ve sormak için pek çok imkana sahip durumda. Bu büyük nîmetin şükrünü ne kadar eda edebildiğimizden, akıl dağarcığımızı hangi bilgilerle doldurup gönüllerimizi nelerle yoğurduğumuzdan da bir gün hesap vereceğimizi unutmamalıyız. En hayatî ve öncelikli tahsîlin, dînimizi doğru öğrenip takva üzere hayatımıza tatbik edebilmek olduğunu hatırımızdan çıkarmamalıyız.

Üniversiteyi bitirmiş, yüksek tahsil yapmış, bilgili, kültürlü nice gençler görüyoruz. Ne yazık ki Kur'an ve Sünnet kültüründen haberleri yok. Yaptıkları tahsilin de, Kur'an ve Sünnet'te medhedilen ilim olduğunu zannediyorlar. Halbuki insanın zihnini ve kalbini Allah'a götürmeyen, O'nun kudret ve azamet-i ilahiyyesini idrake ulaştırmayan bilgiler, kişiye belki bu dünyada bir etiket ve apolet kazandırır, fakat onu ebedî bir hüsrana düşmekten kurtaramaz.

Yûnus'un dediği gibi;

İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen;
Bu nice okumaktır?

En büyük ilim, Cenab-ı Hakk'ı tanıyabilmek, O'na güzel bir kul olabilmektir. Kendimizi sık sık hesaba çekerek Kur'an-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye'ye dair ilimlerin hayatımızda ne kadar yer tuttuğuna iyi bakmalıyız. Zira yarın bunun da hesabını vereceğiz.

Cenab-ı Hak ayet-i kerîmede şöyle buyuruyor:

"Sonra siz muhakkak kıyamet günü Rabbinizin huzûrunda muhakemeye duracak (birbirinizden davacı olacak)sınız." (ez-Zümer, 31)

Bu ayet-i kerîme nazil olunca ashab-ı kiramdan Zübeyr -radıyallahu anh-:

"‒Ya Rasûlallah! Dünyada davalaştıktan sonra aramızdaki husûmet ahirette de tekrarlanacak mı?" diye sordu.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"‒Evet, (her hak sahibine hakkı verilinceye kadar devam edecek)!" buyurdular.

Zübeyr -radıyallahu anh-:

"‒O zaman iş çok ciddî ve çetin!" dedi. (Tirmizî, Tefsîr, 39/3236)

Zira o gün, mazlumun zalimden alınmadık hiçbir hakkı bırakılmayacaktır.

Ashab-ı kiram, kıyamet günü hesabını veremeyecekleri bir işi yapmamaya büyük titizlik gösterir, bu hususta gaflet ve ihmali olanları da îkaz ederlerdi.

Nitekim Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-, bir gün süte su karıştırıp satan bir kişiye rastlamıştı. Ona, şu fanî hayatı değil de, sonsuz olan ahiret yurdunu unutmadan hareket etmesi gerektiğini ifade sadedinde:

"‒Kıyamet günü sana; «Suyu sütten ayır bakalım!» denilirse halin nice olur?!» buyurdu. (Beyhakî, Şuab, VII, 231/4927)

Bir gün Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz devesinin üzerinde, arkadaşları da O'nun önünde gidiyorlardı. Muaz bin Cebel -radıyallahu anh-:

"–Ey Allah'ın Elçisi! Sen'i rahatsız etmeyeceksem, yanına yaklaşmama izin verir misin?" diye sordu. Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-:

"–Yaklaş!" buyurdu. Hazret-i Muaz O'na yaklaştı, yan yana ilerlemeye başladılar. Muaz -radıyallahu anh-:

"–Canım Sana feda olsun, ya Rasûlallah! Cenab-ı Mevla'dan niyazım, bizim (can) emanetimizi Sen'den önce almasıdır. Allah göstermesin, eğer Sen bizden önce vefat edersen, Sen'den sonra hangi ibadetleri yapalım?" diye sordu.

Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- bu soruya cevap vermedi. Bunun üzerine Muaz -radıyallahu anh-:

"–Allah yolunda cihad mı edelim?" diye sordu. Efendimiz şöyle buyurdu:

"–Allah yolunda cihad güzel şeydir; ama insanlar için bundan daha hayırlısı vardır."

"–Yani oruç tutmak, zekat vermek mi?"

"–Oruç tutmak, zekat vermek de güzeldir."

Muaz -radıyallahu anh-, bu minval üzere insanoğlunun yaptığı bütün iyilikleri sayıp döktü. Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- her defasında:

"–İnsanlar için bundan daha hayırlısı vardır." diyordu. Hazret-i Muaz:

"–Anam, babam Sana kurban olsun, insanlar için bunlardan daha hayırlı olan nedir?" diye sordu. Peygamber Efendimiz ağzını gösterdi ve:

"–Hayır konuşmayacaksa susmak." buyurdu.

Muaz -radıyallahu anh-:

"–Konuştuklarımızdan dolayı hesaba mı çekileceğiz?" diye sordu.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Muaz'ın dizine hafifçe vurdu ve ona şunları söyledi:

"–Allah hayrını versin ey Muaz! İnsanları yüzüstü Cehennem'e sürükleyen, dillerinin söylediğinden başka nedir ki?

Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa, ya faydalı söz söylesin veya sussun, zararlı söz söylemesin! Sizler hayırlı söz söyleyerek kazançlı çıkınız; zararlı söz söylemeyerek rahat ve huzura kavuşunuz." (Hakim, IV, 319/7774)

Demek ki kıyamet günü, dünya hayatımızda ağzımızdan çıkan bütün sözlerin de hesabı sorulacaktır. Bu husustaki bazı istisnaları da Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle bildirmişlerdir:

"Âdemoğlunun, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmak veya Allah Teala'yı zikir hariç, bütün sözleri aleyhinedir, lehine değildir." (Tirmizî, Zühd, 63/2412)

Sözlerin Hesabı Sorulur
Ağızdan çıkan boş ve zararlı sözler gibi, söylemek gerekirken söylenmeyen sözlerin de hesabı vardır:

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh- şöyle anlatır:

"(Biz, ashab-ı kiram arasında şu hakîkati) duyardık:

Kıyamet gününde bir kişinin yakasına, hiç tanımadığı biri gelip yapışır. Adam şaşırır ve:

«–Benden ne istiyorsun? Ben seni hiç tanımıyorum ki!» der.

Yakasına yapışan kişi ise:

«–Dünyada iken beni hata ve çirkin işler üzerinde görürdün de îkaz etmez, beni o kötülüklerden alıkoymazdın.» diyerek ondan davacı olur." (Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, III, 164/3506; Rudanî, Cem'u'l-Fevaid, V, 384)

Dolayısıyla tebliğ ve irşadda bulunma imkanımız varken ihmal ettiğimiz nice kimsenin Mahşer günü yakamıza yapışıp;

"‒Sen, senden öncekilerin ihlaslı gayretleri neticesinde İslam ile müşerref olmuştun. İslam nedir, îman nedir biliyordun. Bana niçin anlatmadın? Benim ateşten kurtulmam için, niçin yardımını esirgedin?!" diyebileceğini unutmamalıyız.

Ebû Ali ed-Dekkak Hazretleri haksızlık karşısında hak ve hakîkati tebliğden uzak durmanın bir îman zaafı olduğunu ifade sadedinde şöyle buyurmuştur:

"Hakkı söylemeyip sükût eden kişi, dilsiz şeytandır." (Kuşeyrî, Risale, I, 245; Nevevî, Ezkar, s. 335/1030)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Sizden her kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin ki bu, îmanın en zayıf halidir." (Müslim, Îman, 78)

Hasılı insan, hayır veya şer

Muhabir: Yazar Silinmiş