Fatihe Suresi Mekke'de indirilmiş, 7 ayetten müteşekkil, dinimizin direği olan namaz için okunması şart koşulmuş, olmazsa olmaz denilmiş bir suredir. Hz. Peygamber (sav) "Fatiha'yı okumayanın namazı olmaz" emir buyurmuştur. Mana ve fazilet bakımından çok müstesna sırları ihtiva eden ve tam olarak inen ilk sure olan Fatiha Suresi, Rahman'ın emri ile Müddesir suresinden sonra indirilmiştir. Fatiha "açan, açmak" manaları içerir.
"Fatihatu'l-Kitabı okumayan kimsenin namazı yoktur" Buhari 765, Müslim 394, Ebu Avane 2/124, Ebu Davud 822, Nesei 909, Tirmizi 247, İbni Mace 837.
İşte sırasıyla Fatiha Suresi'nin Arapça okunuşu, Türkçe okunuşu, manası... Ardından Arapça ve Türkçe okunuşu ile manası bir arada... Son olarak Fatiha Suresi faziletleri ve tefsiri:
Fatiha Suresi Arapça okunuşu

Fatiha Suresi Türkçe Okunuşu
1- Bismillahirrahmānirrahīm.
2- Elhamdü lillāhi rabbil'alemin
3- Errahmānir'rahim
4- Māliki yevmiddin
5- İyyāke na'budü ve iyyāke neste'īn
6- İhdinessırātel müstakīm
7- Sırātellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdūbi aleyhim ve leddāllīn
Fatiha Suresi Meali(Anlamı)
1- Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
2- Hamd o alemlerin Rabbi,
3- O Rahman ve Rahim,
4- O, din gününün maliki Allah'ın.
5- Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti.
6- Hidayet eyle bizi doğru yola,
7- O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil.
Fatiha Suresi Türkçe ve Arapça okunuşu ile mealini bir arada görebilirsiniz:
· Fatiha 1 : Bismillahir rahmanir rahîm.
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Bismillahirrahmanirrahîm.
· Fatiha 2 : El hamdu lillahi rabbil alemîn(alemîne).
ٱلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
(2-4) Hamd , Âlemlerin Rabbi , Rahman , Rahîm , hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki Allah'a mahsustur.
· Fatiha 3 : Er rahmanir rahîm(rahîmi).
ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
(2-4) Hamd , Âlemlerin Rabbi , Rahman , Rahîm , hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki Allah'a mahsustur.
· Fatiha 4 : Maliki yevmid dîn(dîne).
مَٰلِكِ يَوْمِ ٱلدِّينِ
(2-4) Hamd , Âlemlerin Rabbi , Rahman , Rahîm , hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki Allah'a mahsustur.
· Fatiha 5 : İyyake na'budu ve iyyake nestaîn(nestaînu).
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.
· Fatiha 6 : İhdinas sıratel mustakîm(mustakîme).
ٱهْدِنَا ٱلصِّرَٰطَ ٱلْمُسْتَقِيمَ
(6-7) Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.
· Fatiha 7 : Sıratallezîne en'amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lad dallîn(dallîne).
صِرَٰطَ ٱلَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ ٱلْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا ٱلضَّآلِّينَ
(6-7) Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.
VİDEO 1: Fatiha Suresi - Ebubekir Şatıri
VİDEO 2: Fatiha Suresi - Nasser al Qatami
VİDEO 3: Fatiha Suresi - Nasser al Qatami (Kıraat 2)
Fatiha Suresi Hakkında
Fatiha Suresi Kuran-ı Kerim'in ilk suresi olmakla birlikte aynı zamanda bir duadır. Bu nedenle Fatiha okunduktan sonra "amin" denir. Her namazda okuduğumuz ve Kuran-ı Kerim'de en çok okunan suredir. Namazlarda Fatiha suresini okumak vaciptir. Cebrail (aleyhisselam) Peygamber Efendimiz'e (S.a.v.) dedi ki: "Ya Resulallah! Sana verilen iki nuru müjdeliyorum. Bunlar, senden önce başka hiçbir peygambere verilmemişlerdi: Onların biri Fatiha Suresi, diğeri de Bakara Suresi'nin son kısmı. Onlardan okuduğun her harfe mukabil sana mutlaka büyük sevap verilecektir." (Müslim)
Fatiha Suresi'nin Konusu
Bu sûre ilahî kitabın bütün amaçlarını; getirdiği mana, bilgi ve hükümleri özet halinde ihtiva etmektedir. Kur'an-ı Kerîm'in gönderiliş amacı insanların dünya hayatını düzene koymak ve iyi (ilahî irade, rıza ve düzene uygun) bir dünya hayatından sonra ebedî saadeti sağlamaktır. Bu amaca ulaşabilmek için: 1. Emir ve yasaklara ihtiyaç vardır. 2. Bu emir ve yasakların hayata geçmesi, bunların kaynağının "yaratıcı, varlığı zaruri, kemal sıfatlarına sahip, her çeşit eksiklik ve kusurdan uzak bulunan Allah" olduğunun bilinmesine bağlıdır. 3. Bu imanı, bu bilgi ve şuuru desteklemek üzere de mükafat ve ceza vaadi gerekir. Sûrenin başından "yevmi'd-dîn"e kadar birincisi, "müstakîm"e kadar ikincisi ve buradan sonuna kadar da mükafat ve ceza vaadi ile –konuları desteklemek, canlı bir şekilde tasvir etmek ve geçmişten ibret alınmasını sağlamak üzere verilen– Kur'an kıssalarının özü veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Kur'an-ı Kerîm'in bilgi, irşad ve talimatla ilgili bütün muhtevası "bilinmesi ve inanılması gerekenler" ve "yapılması gerekenler" diye ikiye ayrılabilir. Birincisinde Allah, peygamberlik, gayb alemi hakkında bilgiler, öğütler, misaller, hikmetler ve kıssalar vardır. İkincisinde ise ibadetler, hayat düzeni gibi amelî, ahlakî hükümler ve öğretiler vardır. Fatiha sûresi bütün bunları ya sözü veya özüyle ihtiva etmektedir ya da bu konularda aklın önünü açarak ona ışık tutmaktadır.
Fatiha Suresi'ndeki "Hamd Allah'a mahsustur" cümlesi Allah Teala'nın kendisini hamde(övgü, yüceltme) layık kılan bütün yetkinlik sıfatlarını; "alemlerin rabbi" ifadesi diğer yaratma ve fiil sıfatlarını; "rahman ve rahîm" isimleri Allah'ın insanlara rahmet ve merhametinden kaynaklanan din kurallarını; "ceza ve hesap gününün sahibi" nitelemesi kıyamet hallerini ve ahiret alemini; "Yalnız sana kulluk ederiz" kısmı iman, ibadet ve sosyal düzeni; "Yalnız senden yardım dileriz" cümlesi amellerde ihlası (ibadetlerin yalnızca Allah rızası için yapılmasını) ve tevhidi (O'ndan başkasına kul olarak boyun eğilmemesini, Tanrı'ya mahsus sıfat ve etkilerin O'ndan başkasına tanınmamasını) ifade etmektedir. "Bizi doğru yola ilet" cümlesi ibadet, nizam, düşünce ve ahlak çerçevesini, "nimete erdirdiklerinin yoluna..." kısmı gelip geçmiş örnek nesilleri, millet ve toplulukları; "gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil" bölümü ise kötü örnek teşkil eden ve hallerinden ibret alınması gereken geçmiş toplulukları içine almaktadır.
Denebilir ki besmelenin başındaki "bi" edatından başlayarak besmeleye, sonra Fatiha'ya ve devamında bütün Kur'an'a doğru ilahî sırlar perde perde açılmakta; yoğunlaştırılmış dar hacimden, yoğunluğu gittikçe hafifleyen geniş hacimlere doğru yansıyan ilahî irşadın ışığı alemlere yayılmaktadır. "Bi" edatındaki "musahabe" (beraberlik) ve " istiane" (yardım dileme) manaları, kul ile Allah ilişkisinin ve dolayısıyla dinin amacının bütününü ihtiva etmektedir. Besmelenin geri kalan kısmı ile Fatiha, bu ilişkiyi daha da açarak devam etmekte, diğer sûre ve ayetler de bunları, aralarında bir bütünlük oluşturarak her kabiliyet ve zihin seviyesine uygun üslûplar içinde açıklığa kavuşturmaktadır.
Fatiha Suresi'nin Faziletleri
Gerek yalnızca "elhamdülillah" vb. şeklinde ifade edilen hamdin ve gerekse bütünüyle Fatiha sûresinin değeri ve müminin dinî hayatındaki yeri hakkında birçok sahih hadis bulunmaktadır: "Zikrin en üstünü 'la ilahe illallah', duanın en yücesi 'elhamdülillah'tır" (Tirmîzî, "Dua", 9).
"Allah'a hamd ile başlamayan her önemli işin sonu güdüktür" (İbn Mace, "Nikah", 19).
Allah'ın resulü, Ebû Saîd b. Mualla isimli sahabîye, Kur'an-ı Kerîm'deki en büyük sûreyi mescidden çıkmadan bildireceğini ifade buyurmuş, sonra da bunun Fatiha olduğunu açıklamıştır (Buharî, "Feza'ilü'l-Kur'an", 9).
Yine birçok sahih hadiste Fatiha sûresinin şifa özelliği ile ilgili açıklamalar yapılmıştır (mesela bk. Buharî, "Feza'ilü'l-Kur'an", 9).
FATİHA SURESİ TEFSİRİ
﴾1﴿ Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla...
"Eûzü" veya "istiaze" diye bilinen bu cümle, bu şekliyle bir ayet olmadığı için mushafa yazılmamıştır. "Kur'an okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın" (Nahl 16/98) şeklinde buyurulduğu için Kur'an okumaya başlayanlar, besmeleden önce "eûzü..." ifadesini okumak suretiyle bu emri yerine getirmektedirler. Asıl adı İblîs olan şeytan, Allah'ın "Âdem'e secde et!" emrine uymadığı, kendisinin daha üstün olduğunu ileri sürerek emre karşı geldiği için meleklerin vatanından (melekût alemi) kovulup sürgün edilmiş; o da imtihan dünyasında Allah'ın kullarını, O'nun yolundan ve rızasından ayırmak için uğraşmayı kendine vazife edinmiştir (A'raf 7/11-17).
Şeytan, kendine uyan diğer cinleri ve insanları da kullanarak vazifesini yapmaya çalışmaktadır (En'am 6/112). Ancak Allah'a iman eden, O'na dayanan ve güvenen müminlere şeytanın zarar veremeyeceği ve onlara hükmünün geçmeyeceği ilgili ayetlerde açıklanmıştır (Nahl 16/98-100).
Yukarıda meali zikredilen ayet (16/98) sebebiyle Kur'an okumaya başlayanlar "eûzü" çekerler. Ancak bunun hükmü konusunda farklı görüş ve yorumlar vardır. Bazı müctehidlere göre emir kipi kullanıldığı için eûzü çekmek farzdır. Müctehidlerin çoğunluğuna göre ise bu bir tavsiye emridir, eûzü çekmek farz değil menduptur, teşvik edilmiştir ve güzel bulunmuş bir davranıştır.
Şeytanın insandan en uzakta olması gereken zaman olan Kur'an okuma halinde bile –okumaya başlarken– eûzü çekmek tavsiye edildiğine göre diğer işlere başlarken bunu yapmanın daha da gerekli olacağı anlaşılmaktadır. Kötülüğe karşı bile iyilik yaparak insanlardan gelecek belayı defetmek, eûzü çekerek de şeytandan gelecek olan vesvese ve kışkırtmayı kendilerinden uzaklaştırmak Kur'an'ın, müminlere tavsiyeleri arasında yer almıştır (bk. Mü'minûn 23/96-98).
Eûzü, bir yandan böyle maddî ve manevî şerleri, kötülükleri defetmeye ilaç olurken diğer yandan kulun imtihan şuurunu tazelemekte, insanın ulvî yönü ile süflî yönü arasında ömür boyu sürüp giden ve onu geliştirmeyi, olgunlaştırmayı sağlayan mücadelede uyanık ve tedbirli olmayı telkin etmektedir. 1. Sûrelerin başında bulunan besmele cümlelerinin, Kur'an-ı Kerîm'in mushaflarda ilk defa toplanmasından itibaren yazılageldiği, aynı dönemde Kur'an'a dahil olmayan hiçbir şeyin mushafa yazılmadığı dikkate alınırsa –aksine görüşler bulunmasına rağmen– her sûrenin başındaki besmeleyi, sûrenin ayet sayılarına dahil olmayan ayrı bir ayet olarak kabul etmek gerekmektedir. Hanefî fıkıhçılarının görüşleri de böyledir (Cessas, Ahkamü'l-Kur'an, I, 12).
İmam Şafiî Fatiha sûresinin başındaki besmeleyi bu sûreden bir ayet olarak kabul etmiştir. Diğer sûrelerin başlarındaki besmeleler konusunda kendisinden iki farklı görüş nakledilmiş, her sûreye dahil bir ayet sayılması görüşü –ona ait olması yönünden– daha sahih bir rivayet olarak kaydedilmiştir. Ebû Hanîfe'ye göre besmeleler sûrelerin başında ayrı ayetler olduğu için namazda yalnızca Fatiha'dan önce sessiz olarak okunur, Fatiha'yı takip eden ve zamm-ı sûre denilen sûre ve ayetlerden önce ise besmele okunmaz.
Besmele dilimize genellikle "Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla" şeklinde çevrilmektedir. Bu cümlede zikredilmeyen fakat her besmele okuyanın başlayacağı işe göre niyetinde bulunan "... okuyorum, başlıyorum, yapıyorum, yiyorum" gibi bir yüklem vardır. "Allah'ın adıyla yemek, okumak" ifadesinden Türkçe'de "yenen ve okunanın Allah'ın adıyla birlikte yenildiği veya okunduğu" anlaşılır. Bu mana kastedilmediğine göre maksadı doğru anlatabilmek için besmeleyi "Rahman ve rahîm olan Allah adına, ... adını anarak, ... Allah'tan yardım dileyerek ..." şekillerinde çevirmek de uygun olur.
Kul herhangi bir davranışta bulunurken, önemli bir işe teşebbüs ederken önce eûzü çekerek muhtemel olumsuz etkileri defetmekte sonra da besmeleyi okuyarak "kendinin tek başına yeterli olmadığını, başarı ve gücün ancak Allah'tan gelebileceğini, Allah'ın yeryüzünde halife kıldığı bir varlık olarak O'nun mülkünde, O'nun adına tasarrufta bulunduğunu, asıl malik ve hakim olan Allah'ın koyduğu sınırları aşarsa emanete hıyanet etmiş olacağını..." peşinen kabul etmekte ve bundan güç almaktadır. Burada tevhid cümlesinin manası da üstü kapalı olarak mevcuttur. Zira nasıl ki tevhid cümlesinde "la ilahe" denilerek önce bütün sahte tanrılar zihinlerden siliniyor, sonra da "illallah" ifadesiyle hakiki, tek, eşi ve benzeri bulunmayan Tanrı (Allah) kalbe ve zihne yerleştiriliyorsa, eûzü besmele çekildiğinde de önce kulluk ilişkisine engel olan kirli çevre temizleniyor, sonra da bu ilişkinin en uygun anahtarı kullanılmış, doğru kapılar açılmış, sağlıklı bağ kurulmuş oluyor.
Allah yerine "tanrı", rahman yerine "esirgeyen", rahîm yerine de "bağışlayan" kelimelerinin kullanılması bu isimlerin anlamlarını tam olarak karşılamaz. Çünkü Allah ismi, bu isme hakkıyla layık olan "tek, eşsiz, benzersiz, bütün kemal sıfatlarına sahip ve eksikliklerden uzak, varlığı zaruri (olmazsa olmaz), yokluğu düşünülemez" olan yüce zata mahsustur, bu sıfatları taşımayan hiçbir varlığa Allah denemez. Halbuki insanların uydurdukları, kendilerine göre bazı nitelikler yükledikleri mabudlara tanrı denebilir. Başka bir deyişle tanrı kelimesi Allah için de kullanılabilir, halbuki Allah ismi O'ndan başka hiçbir varlık için kullanılamaz ve Arap dilinde de kullanılmamıştır.
Kur'an dilinde rahman sıfat-ismi de Allah'a mahsustur, başka hiçbir varlık için kullanılmamıştır. Rahman "en uzak geçmişe doğru bütün yaratılmışlara sonsuz ve sınırsız lutuf, ihsan, rahmet bahşeden" demektir. Rahman, rahmetiyle muamele ederken buna mazhar olan varlığın hak etmesine, layık olmasına bakmaz, bu sıfatın tecellisi yağmur gibi her şeyin üzerine yağar, güneş gibi her şeyi ısıtır ve aydınlatır. Rahîm "çok merhametli, rahmeti bol" demek olup bu sıfatla kullar da nitelenebilir. Allah'ın rahîm sıfat-ismi O'nun, daha ziyade kullarının gelecekte elde etmek üzere hak ettikleri, layık oldukları sınırsız rahmetini, lutuf ve merhametini ifade etmektedir. "Esirgemek" ve "bağışlamak" bu sonsuz, engin ve etkisi çeşitli rahmetin ancak bir parçası, etkilerinin yalnızca bir çeşididir.
Fatiha Suresi'ndeki "﴾2﴿ Hamd, alemlerin rabbi Allah'a mahsustur" ayeti
Dilimizde övme ve teşekkür etme, Arapça'da medih ve şükür kelimelerinin hamd kelimesine yakın manaları bulunmakla birlikte bunlar arasında birtakım ince farklar da vardır. Methetme (övme) bir iyilik ve güzellik karşısında yapılır; bu iyilik ve güzelliğin sahibi, kendisinin bunda iradesi ve etkisi olsun olmasın methedilebilir. Kişi kendi iradesinin eseri olmayan güzelliği sebebiyle övüldüğü gibi cömertlik ve cesaret gibi erdemlerinden dolayı da övülür. Halbuki hamd ancak irade ve istekle hasıl olan iyilik ve güzellik karşısında yapılır.
Şükür ve teşekkür "isteyerek yapılmış (ihtiyarî) bir iyilik ve ihsana karşı dille veya başka şekillerde uygun mukabelede bulunmak"tır. Bu, hem Allah'tan hem de insanlardan gelen iyilikler karşılığında yerine getirilmesi beklenen ahlakî bir ödevdir. Hamdetmek de dil ile yapılır; "hamdolsun, elhamdülillah..." denir, ancak bunun sebebi yalnızca nimet ve ihsan değil, irade ve ihtiyara dayalı bütün güzellik ve iyiliklerdir. Bu manada hamd yalnızca Allah'a mahsustur. Çünkü başkalarına ait olan iyilik ve güzellikler, gerçek ve kamil manasıyla onların isteklerine bağlı değildir. İnsanların kendi isteklerine bağlı iyilik ve güzelliklerde Allah'ın da iradesi vardır. Onların irade ve isteklerine bağlı olmayan iyilik, güzellik ve hizmetler ise doğrudan yaratıcının, fıtrat ve özellikleri takdir edip yaratarak insanlara bahşeden kudretin eseridir. Dolayısıyla bu manada hamdin tamamı Allah'a mahsustur, O'na aittir.
Âlem maddî ve manevî, görülen ve görülemeyen, dünyada ve ahirette Allah Teala'nın yarattığı her şeydir. Görülen, hissedilen, insan bilgisinin ulaşabildiği maddî varlıklara "mülk ve şehadet alemi", madde ötesi varlıklara da "gayb ve melekût alemi" denilir. Gayb ve melekût aleminin tek sahibi Allah'tır. Mülk ve şehadet aleminin ise gerçek sahibi Allah olmakla beraber görünürde ve mecazen başka sahipleri de olabilir.
Vahiy yoluyla gelen bilgilere göre şehadet ve mülk alemi, gayb ve melekût alemine nisbetle denizden bir damla, sahradan bir kum tanesi kadardır. Günümüze kadar insan bilgisinin ulaşabildiği uzay akıllara hayret verecek büyüklüktedir. Fakat bu büyüklük gayb aleminin yanında bir kum tanesi kadar kaldığına göre gayb aleminin azametini akıl terazisi çekemez. Konuya bu açıdan bakıldığında evrenin büyüklüğüne ve ondaki düzenin inceliklerine dair ulaşılan her yeni bilgi, Allah'ın insana bahşettiği aklın nerelere kadar ulaşabileceğini ortaya koymasının yanında, erişeceği sırların enginliğini tasavvur edebilmesi için bir ölçü de oluşturmaktadır. Şu halde gayb aleminin bu büyüklüğü iman ve irfanla kavranmakta, oradan da bütün alemlerin rabbi (sahibi, maliki, takdir edip yaratanı, koruyanı, geliştireni) olan Allah'ın azamet ve büyüklüğü karşısında kula yakışan hayret haline ulaşılmakta; bu azamet karşısında kul secdeye kapanınca onun hayret hali, "huzur, güven, sevgi, yakınlık ve tatmin"e dönüşmektedir.
Rab kelimesi tek başına söylendiği zaman bundan yalnızca "Allah" kastedilir, O'nun güzel isimlerinden biridir, "sahiplik ve terbiye edicilik" özelliğini ifade eder. Bu kelime "rabbü'd-dar" (ev sahibi) gibi tamlama şeklinde başkaları için de kullanılır.
Fatiha Suresi'ndeki "﴾3﴿ Rahman ve rahîm" ve
yine Fatiha Suresi'ndeki "﴾4﴿ Ödül ve ceza gününün tek hakimi" ayeti
"Ödül ve ceza (din) gününün hakimi" diye çevirdiğimiz tamlamada geçen malik "malın, mülkün sahibi" demektir. Kıraat alimlerince "hükümdar, iktidar sahibi" anlamında "melik" şeklinde de okunmuştur. İnsanlar için kullanıldığında malik ile melik arasında güç, yetki ve tasarruf hakkı bakımlarından önemli farklar vardır.
Mal ve mülkün sahibi (malik) kişinin başkalarına hükmü geçmez, başkalarına hükmü geçen hükümdar (melik) ise her malın ve mülkün sahibi değildir. Allah Teala hakkında malik ve melik sıfatları kullanıldığı zaman mana çerçevesinde bir eksiklik olamaz; çünkü O hem alemlerin sahibidir hem de herkese ve her şeye hükmü geçer; O'nun iktidarı üstünde bir iktidar tasavvur bile edilemez. Melik O'nun zatına, malik ise fiiline ait sıfatlardır.
"Ödül ve ceza (din) günü"nün ahiretteki hesaba çekme ve hüküm verme günü olduğu, bunu açıklayan başka ayetlerden anlaşılmaktadır (mesela bk. İnfitar 82/17-19).
Allah Teala bütün zamanlarda ve zaman kavramına bağlı olmaksızın mutlak hakim, sahip, melik ve maliktir. Ancak Allah Teala dünya hayatında, imtihan için kullarına da sahiplik ve iktidar vermiş; imanı olduğu halde gaflet içinde bulunan kimseler –zaman zaman da olsa– Allah'ın sahipliği ve iktidarının bilincinde olmaya özen göstermemişler; imanı olmayanlar ise bunun şuurundan tamamen yoksun kalıp inkar etmişlerdir.
Âhiret aleminde kulun, bu görünürdeki ve geçici iktidarı da ortadan kalkacağı için Allah'ın melik ve malik sıfatı bütün azametiyle ortaya çıkacak, belli olacaktır. Bunun için ahirette O, gerçekte ve görünürde "melik ve malik"tir.
Fatiha Suresi'ndeki "﴾5﴿ (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz" ayeti
Besmeleden buraya kadar kendisi ve sıfatları, kulları ve kainat ile kesintisiz ilişkisi, dünya hayatının sonu ve hesap günü hakkında önemli açıklamalar yapan Allah Teala, bunları iman içinde dinleyip anlayan ve şuuruna yerleştiren kullarında hasıl olacak duygu ve düşünceye, davranış biçimine tercüman olarak "Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz" buyuruyor. Şu halde yukarıda sıralanan eşsiz ve benzersiz sıfatlar Allah'a mahsus olduğuna göre ibadetin ve yardım dilemenin O'na özgü kılınması da –kul açısından– tabii hale gelmektedir.
İbadet "kulluk ve tapınma" olarak anlaşılmıştır. Bu kavramın içinde kamil manada "sevgi, korku ve boyun eğme" vardır; bu üç tavır ve duygunun birlikteliği ibadetin temelini oluşturur. İnsanların yaratılış gayesi ibadettir; ancak onlar buna mecbur tutulmamışlardır; yani terim anlamıyla ibadet, iradeye bağlı olmayan hareketler ve oluşlar gibi hasıl olmamakta; ilahî emri kul, –dünya hayatında bir imtihan olarak– serbest iradesiyle yerine getirmekte veya ihmal etmektedir.
Dünyanın bütün nimetleri ve imkanları insanın, insanca (yalnız Allah'a kulluk ederek) yaşaması için verilmiş araçlardır. Bunları amaçlarına uygun olarak kullanmayanlar nimetin kıymetini bilmemiş ve israfa sapmış olurlar. İnsanın sınırlı gücü ve iradesi her zaman maddî ve manevî ihtiyaçlarını karşılamaya ve kendisinden beklenenleri yerine getirmesine yeterli olmamaktadır. Bu sebeple insanlar hem diğer insanlardan hem de insan üstü güçlerden yardım istemeye ve almaya kendilerini mecbur hissetmişlerdir. Fakat onların bu iki kaynaktan yardım istemek ve almak için tuttukları yollar, benimsedikleri sistem ve usuller, ilahî irşada kulak asmadıkları zamanlarda şirke ve bedbahtlığa düşmelerine sebep olmuş; dolayısıyla birçok batıl din, işe yaramaz sistem ortaya çıkmıştır.
Bu ayet, ibadet ederken ve yardım isterken yöneleceğimiz doğru adresi bize göstermekte ve tevhidi (bir Allah'a ibadeti, sığınmayı ve yönelmeyi) getirmektedir.
Âyette "ederim, dilerim" yerine "ederiz, dileriz" şeklinin seçilmiş olması tevhid ehli müminlerin bir bütün teşkil ettiklerini, bu sebeple "Sen ben değil, biz varız" ilkesi doğrultusunda hareket etmelerini, ferttoplum arasındaki dengeyi korumalarını işaretlemektedir. Burada "biz"i oluşturan bağ imandır, bir Allah'a kulluktur; "Allah'ın kulları! Kardeş olun" (Buharî, "Nikah", 45; Müslim, "Birr", 23, 28-32) mealindeki hadis de bu manaya açıklık getirmektedir.
Müminler kardeşçe yardımlaşırlar, fakat kimin elinden gelirse gelsin gerçekte her nimetin Allah'tan geldiğini, O dilemedikçe kimsenin bir şey veremeyeceğini bilirler.
Fatiha Suresi'ndeki "﴾6﴿ Bizi dosdoğru yola ilet;" ifadesi
İnsanlar maddî ve manevî hayatlarını düzenlerken doğrunun yanında yanlış da yapmışlar; hatalı, çıkmaz, saptırıcı yollara da yönelmişlerdir. Sapmanın ve yanılmanın baş sebebi insanın kendini yeterli sanması, bilgi ve güç almak için Allah'a yönelmeyi reddetmesidir.
"Gerçek şu ki insan, kendini kendine yeterli görerek ille de azgınlaşmaktadır! Oysa (kuldaki) her şey yalnız rabbine aittir (O'na dönecektir)" (Alak 96/6-8). "Bize doğru yolu göster" duası aynı zamanda rabbin, kullarına bir irşad ve uyarısıdır; eğer insan kendine yeterli olsaydı, doğru yolu görmesi ve bulması için bir başkasına ihtiyacı olmazdı. Yaratıcı bu talimatı verdiğine göre kula düşen, ilahî irşada kulak vermek, insanî bilgi ve kabiliyetlerini bu irşad doğrultusunda kullanarak her adımını doğru atması için O'nun tarafından sağlanan imkanları gerektiği gibi kullanmaktır. "Doğru yol" (sırat-ı müstakîm) İslam'dır. Allah'ın peygamberleri ile kullarına gönderdiği dinlerin genel adı da İslam'dır. Yaratan ile yaratılan, Allah ile kul, akıl ile vahiy, hürriyet ile cebir, haksızlık ile adalet, iyi ile kötü... ancak İslam'da yerli yerine konmuş, doğru ilişkiler ve dengeler kurulmuş, kurulma yolları gösterilmiştir. Hadiste yer alan bir örnekle açıklanacak olursa dosdoğru bir yol, yolun iki tarafında iki duvar, duvarlarda açılmış perdeli kapılar ve yolun başında da bir çağırıcı var ve o, "Ey insanlar! Hepiniz doğru yola giriniz, dağılıp parçalanmayınız!" diye sesleniyor. Birisi perdeli kapılardan birine girmek istediğinde yukarıdan bir başka çağırıcı sesleniyor: "Sakın o perdeyi kaldırma! Kaldırırsan girer gidersin!" (Müsned, IV, 182-183; Şevkanî, I, 20). Bu örnekteki yol İslam'dır, duvarlar Allah'ın koyduğu sınırlardır, kapılar haramlardır, yolun başındaki çağırıcı Allah'ın kitabıdır, yukarıdaki çağırıcı ve uyarıcı, her müminin kalbindeki ilahî öğütçüdür. Böylece İslam'da vahiy, vicdan ve akıl birlikte işletilerek doğru yol bulunmaktadır.
Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır,
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Fatiha Suresi'ndeki "﴾7﴿ Nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!" ayeti
Burada tarihe bir atıf yapılarak yolun doğrusu ve eğrisi hakkında bir başka ölçüt ve delil daha verilmektedir. İslam yalnızca Allah kitabında böyle buyurduğu için doğru yol değildir, aynı zamanda tarih boyunca ilahî irşadı reddedenlerin tecrübeleri de doğru yolun İslam olduğunu göstermektedir. Bu sebeple doğru yolu arayanlar ve üzerinde bulundukları yolun sağlamasını yapmak isteyenler, dönüp tarihe bakmak, gerçek mutluluğu bulanlarla sapanlar ve Allah'ın gazabına uğrayanların yol ve yöntemlerini incelemek durumundadırlar. Tarihte hem örnekler hem de ibretler vardır. Örnekler, peygamberlerin izlerinden giden fert ve ümmetlerde, ibretler ise onlara cephe alan ve Cenab-ı Hakk'a meydan okuyanlarda görülmektedir. Bazı rivayetlerde sapanların "hıristiyanlar", ilahî gazaba uğrayanların da "yahudiler" olarak açıklanması (mesela bk. Müsned, IV, 378; Tirmizî, "Tefsîr", 2), yalnızca zaman ve mekan itibariyle yakın birer örnek olmalarından dolayıdır.
Müslim'in rivayet ettiği bir kutsî hadiste (bk. "Salat", 38) Allah Teala'nın, "Namazı (Fatiha'yı) kulumla kendi aramda yarı yarıya paylaştım ve kulum dilediğini alacaktır" buyurduğu ifade edildikten sonra şöyle devam edilmiştir: Kul (namazda Fatiha'yı okurken) "Hamd alemlerin rabbi Allah'a mahsustur" deyince Allah, "Kulum bana hamdetti" buyurur. Kul "rahman ve rahîm" deyince Allah, "Kulum beni övdü" der. "Ceza gününün tek sahibi" deyince "Kulum benim yüceliğimi dile getirdi" der. "Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz" deyince "Bu, kulumla benim aramda ortak olan kısımdır ve istediği kulumun olacaktır" buyurur. Kul "Bizi dosdoğru yola ilet; nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!" deyince Allah, "İşte bu, yalnızca kuluma aittir ve kuluma istediği verilecektir" buyurur.
"Duamızı kabul buyur, böyle olsun, bizi eli boş çevirme" manasına gelen "amin" sözü, dilleri ne olursa olsun bütün müslümanların, hatta semavî din mensuplarının ortak ifadeleri haline gelmiştir. Bu cümle Fatiha sûresine dahil olmadığı gibi ayet de değildir. Birçok hadiste Resûlullah'ın Fatiha'dan sonra "amin" dediği ve böyle denilmesini öğütlediği ifade edilmiştir (mesela bk. Müslim, "Salat", 72-76). Namazda veya namaz dışında Fatiha'yı okuyan veya dinleyen kimse, sûrenin sonunda "amin" deyince aynı zamanda meleklerin de "amin" dedikleri, hem şehadet hem de gayb alemlerinde aynı anda dile getirilen bu duanın Allah tarafından kabul buyurulacağı hadislerde açıklanmıştır (bk. Buharî, "Ezan", 112-113; Müslim, "Salat", 72-76). Yine sahih hadisler, Fatiha sesli okunduğunda "amin" duasının da sesli yapılacağı bilgisini getirdiği için fıkıh mezheplerinin çoğu bunu benimsemişlerdir (Şevkanî, Neylü'l-evtar, II, 229-232). Hanefîler'e göre bu cümle namazda daima sessiz söylenir.

Fatiha Suresi Meali
1- Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
2,3,4- Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki Allah'a mahsustur.
5- (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.
6,7- Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.
İLGİLİ HABERLER
Ankebut Suresi okunuşu? | Anlamı nedir?
Kafirun suresi hakkında bilgiler...
Tebbet suresi hakkında her şey...
Fetih Suresi okunuşu ve fazileti
Bakara Suresi'nin meali, fazileti





