Sureler olaylar üzerine ihtiyaca binaen inmiştir. Bunun için surelerin meallerine bakarken iniş sebeplerinin de bilinmesi surenin muhtevasını daha iyi kavranmasını sağlar. Sizin için 114 surenin iniş sebeplerini araştırdık. Allah sureleri hakkıyla anlayabilmeyi nasip etsin. Bu yazımızda Fussilet suresinin neden indirildiğini bulabilirsiniz. İşte Fussilet suresi nuzül sebebi...

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 54 ayettir. Sûre, adını üçüncü ayette geçen ve Kur'an ayetlerini niteleyen "fussilet" ifadesinden almıştır. "Fussilet", "genişçe açıklandı" demektir. Sûre, ayrıca "Ha Mîm es-Secde" diye de anılır. Sûrede başlıca hakka davet, batılda ısrar edenlerin uyarılması, vahyin insanlar üzerindeki ahlakî ve manevî etkileri konu edilmektedir.

Kur'an-ı Kerîm'in kırkbirinci suresi.

Mekke'de nazil olmuştur. Ellidört ayet ve yediyüz kelimedir; fasılası: Dat, Zı, Tı, Sad, Be, Zı, Rı, Dal, Nun, Mîm harfleridir. "Fussilet, uzun uzun ve ayrıntılı olarak anlatmak demektir. Sure adını üçüncü ayette geçen "Teğabün Fussilet" (Tafsilatlı Kitap) lafzından almıştır.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada kırk birinci, iniş sırasına göre altmış birinci sûredir. Mü'min (Gafir) sûresinden sonra, Şûra sûresinden önce Mekke'de inmiştir. "Ha-mîm" harfleriyle başlayan ve arka arkaya gelen yedi sûrenin ikincisidir.

Mekke'de ve Gafir Sûresinden sonra nazil olmuştur.
Utbe ibn Rabîa, Hz. Peygamber (sa)'e: "Bu işten vazgeç seni kızlarımla evlendireyim. Biliyorsun ki benim kızlarım Kureyş'in en güzel kızlarındandır." demiş. el-Velîd ibnu'l-Muğîra da: "Ben de sana razı olacağın kadar mal veririm. Biliyorsun ki ben, Kureyş'in malı en çok olanlarındanım." demiş ve bunun üzerine Rasûlullah (sa) onlara: "Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki: Ben sizi, Ad ve Semûd'u çarpan yıldırım gibi bir yıldırımla uyardım..." ayetine kadar olmak üzere bu sûrenin başından on ayet-i kerimeyi okumuş da Efendimiz (sa)'in yanından ayrılıp gitmişler. Onlardan birisi: "Zannettim ki Ka'be başıma yıkılacak." demiş.

5. Dediler ki: "Bizi çağırdığın şeye karşı kalblerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık var. Seninle aramızda bir perde var. Sen, istediğini yap, biz de yapıcılarız.

Bu sözleri söyleyenler Ebu Cehl ile beraberindeki bir grup Kureyşli müşriktir. Ebu Sehl ibnu's-Seriyy'in Abdu'l-Kuddûs kanalıyla Hz. Ömer'den rivayetine göre Kureyşliler Hz. Peygamber (sa)'e gelmişler. Efendimiz onlara: "Sizi müslüman olmaktan alıkoyan nedir? Halbuki müslüman olsanız bütün Arap'ların efendileri olacaksınız." buyurdu. Onlar: "Ey Muhammed, senin söylediklerini duymuyoruz da anlamıyoruz da. Kalblerimiz üzerinde bir kılıf var." dediler. Ebu Cehl de bir elbise alıp bunu kendisiyle Hz. Peygamber arasına gerdi ve: "Ey Muhammed, kalblerimiz senin çağırdığına karşı bir kin içinde (kalblerimiz örtülü)kulaklarımızda bir ağırlık var ve seninle aramızda bir örtü bulunmakta." dedi. Ertesi gün olduğunda ise onlardan yetmiş kişi Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve: "Ey Muhammed, bize İslam'ı arzet." dediler. Hz. Peygamber (sa)'in kendilerine İslam'ı arzetmesiyle de sonuncu'larına varıncaya kadar müslüman oldular. Allah'ın Rasûlü (sa) tebessüm buyurdular ve: "Allah'a hamdolsun; dün kalbleriniz üzerinde örtü olduğunu, benim sizi çağırdığım şeye karşı kalblerinizin örtülü ve kulaklarınızda da ağırlık olduğunu zannediyordunuz. Bugün ise gelip müslüman oldunuz." buyurdular. Onlar da: "Ey Allah'ın elçisi, Allah'a yemin olsun ki dün sana yalan söylemiştik. Eğer gerçekten öyle olsaydı bugün iman edemezdik. Elbette Allah doğru söylemiştir, kullar ise yalan söylemişlerdir. Elbette O Gani'dir, bizler ise O'na muhtacız." dediler ve işte onların birinci gün söylediklerinin hikayesi olarak bu ayet-i kerime nazil oldu

6.... Müşrikler in vay haline,

7. Onlar ki zekat vermezler ve onlar ahireti de inkar eden kafirlerdir.
Ferra başka bir takım müfessirler der ki: Müşrikler hac mevsiminde Ka'be'yi ziyarete gelenlere yemek yedirir, onları sular ve onlar için mallarını harcarlardı. Bunlar Hz. Peygamber (sa)'e iman etmiş olanlara harcamada bulunmamaya, onları doyurmamaya ve onlara su vermemeye başladılar da bunun üzerine onlar hakkında bu ayet-i kerime nazil oldu.

22. Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz sizin aleyhinize şahitlik eder diye düşünüp sakınmadınız. Tam tersine Allah, yapmakta olduklarınızın çoğunu bilmez sandınız.

23. İşte Rabbinizi böyle sanmanız sizi mahvetti de hüsrana uğrayanlardan oldunuz.
Buharî'nin... Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetine göre Karın yağları çok (şişman), kalblerinin anlayışı kıt İki Kureyşli ve Sakîf ten bir hısımları veya iki Sakîfli ve Kureyş'ten bir hısımları bir evde oturmuş konuşuyorlardı. Birbirlerine: "Ne dersin, acaba Allah bizim sözlerimizi duyuyor mudur ki?" dediler.

Birisi: "Herhalde bazısını duyar, bazısını duymaz." dedi.

Bir diğerleri: "Eğer bir kısmını duyuyorsa hiç şüphesiz hepsini duyar; ya da açıktan söylediğimizi duyuyorsa gizli söylediklerimizi de duyar" dedi de bunun üzerine "Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz sizin aleyhinize şahitlik eder diye düşünüp Sakınmadınız..." ayeti indirildi.

Vahidî'deki rivayette bu kişilerin konuşmaları "Bizim sözlerimizi duyuyor mu?" yerine "Bizim fısıltılarımızı yani gizli konuşmalarımızı duyuyor mu?" şeklindedir ve onların bu konuşmaları üzerine bu 22. ayetle birlikte 23. ayet-i kerimenin de nazil olduğu belirtilmiştir.

Sa'lebî, bu ayet-i kerimelerin inmesine sebep olan Sakîfli'nin Abdul yaleyl'i, Kureyşli iki hısımının da Ümeyye'nin oğulları Rabîa ve Safvan olduğunu kaydeder.

Tirmizî'nin Hennad kanalıyla Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Ka'benin örtüsünüe sarınmış (gizlenmiş) bir halde duruyordum. Üç kişi geldiler. Karın yağları çok, kalblerinin fıkhı (anlayışı) kıt kimselerdi. Bunlar bir Kureyşli ile Sakîf'ten iki hısımı ya da bir Sakîf'li ile Kureyş'li iki hısımı idiler. Bir şeyler konuştular ama onları anlayamadım. Daha sonra onlardan birisi: "Ne dersiniz Allah bizim bu konuşmamızı işitiyor mu acaba?" dedi. Diğeri: "Eğer sesimizi yükseltirsek işitir, yükseltmezsek işitemez." dedi. Bir diğeri: "Eğer ondan bir şeyi işitirse hepsini işitir." dedi. Gelip bunu Hz. Peygamber (sa)'e zikrettim de bunun üzerine Allah Teala: "Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz sizin aleyhinize şahitlik eder diye düşünüp sakınmadınız." ayet-i kerimesini indirdi.

Ebu Davud et-Tayalisî'nin kendi senediyle Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetin'de ise bu üç kişinin mescid-i nebevide konuştukları, birisinin, Allah'ın, bizim söylediklerimizi işittiği sanıyor musunuz?" sorusuna diğerinin: "Eğer sesimizi yükseltirsek duyar, yükseltmezsek duymaz." dediği, üçüncülerinin de: "Eğer bir kısmını duyuyorsa kalan kısmını da duyar." dediği ve İbn Mes'ûd'un olanları Hz. Peygamber (sa)'e gelerek ona anlattığı bunun üzerine bu ayetin nazil Olduğu rivayet edilmektedir.

30. Muhakkak ki "Rabbimiz Allah 'tır. " deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanların üzerine melekler iner de iner. Onlara: "Korkmayın, üzülmeyin; size vad olunan cennetle sevinin. " derler.
İbn Abbas'tan rivayetle Ata şöyle der: Bu ayet-i kerime Hz. Ebu Bekr hakkında nazil olmuştur. Müşrikler: "Rabbimiz Allah'tır, melekler de onun kızlarıdır ve bizim O'nun katında şefaatçilerimizde." deyip dosdoğru yolu bulamadılar. Yahudiler: "Rabbimiz Allah'tır ve Uzeyr O'nun oğludur. Muhammed de peygamber filan değildir.' deyip onlar da dosdoğru yolu bulamadılar. Ebu Bekr ise: "Rabbim!. Allah'tır, bir ve tektir ve hiçbir ortağı da yoktur. Muhammed de O"nun kulu ve elçisidir." deyip başına gelen bütün bela, musibet ve mihnetlere dayanıp dosdoğru yolu tutturdu, doğru yoldan hiçbir şekilde ayrılmadı.

Burada ayet-i kerimenin Hz. Ebu Bekr hakkında nazil olduğunu söylemek herhalde bu ayet-i kerimenin hükmüne dahil olanların ilki Hz. Ebu Bekr'dir demek olmalıdır. Değilse ayet-i kerime Hz. Ebu Bekr gibi inanan bütün mü'minler hakkında geneldir.

33. Allah 'a çağıran ve salih amel işleyenden sözü daha güzel olan kimdir?.

Vahidî anlatıyor: Kafirler, ezanı işittiklerinde Rasûlullah (sa)'a geldiler. Müslümanlar da Efendimizin yanındaydılar. "Ey Muhammed!" dediler; "Geçen ümmetlerden hiç işitmediğimiz bir şey ihdas ettin. Hem peygamberlik iddia ediyorsun, hem de uydurduğun bu ezanla senden önceki peygamberlere muhalefet ediyorsun, Eğer bunda bir hayır olsaydı senden önceki peygamberler elbette buna senden daha layıkdılar. Nereden aldın bu deve böğürmesini. Ne kadar çirkin bir ses, ne kadar çirkin bir küfür!" Bunun üzerine Allah Teala "Birbirinizi namaza çağırdığınızda; onu alaya alır ve eğlence; edinirler. Bu, onların gerçekten akıllarını kullanmaz bir topluluk olmalarındandır/' ayet-i kerimesini (Maide, 5/58) ve bu "'Allah'a çağıran ve salih ameli işleyenden sözü daha güzel olan kimdir?" ayet-i kerimesini indirdi.
Kurtubî hadiseyi Kelbî'den rivayetle zikretmiştir.

Hz. Aişeden gelen bir rivayette bu ayet-i kerimenin müezzinler hakkında nazil olduğu belirtilirken başka bir rivayette özellikle müezzin Ebu Ümame ei-Bahilî hakkında indiği de rivayet edilmiştir.

34. İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, kötülüğü en iyi şekilde sav. O zaman göreceksin ki seninle arasında düşmanlık bulunan kişi bile yakın bir dost oluvermiştir.
Mukatil der ki: Bu ayet-i kerime Ebu Süfyan hakkında nazil olmuştur. İman etmezden önce Hz. Peygamber (sa)'e eziyet ederken daha sonra Hz. Peygamber (sa)'e hısım olması, sonra da İslam'a girmesinden sonra Hz. Peygamber (sa) ve müslümanlara samimi bir dost oluvermiştir.

40. Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar, bize gizli değillerdir. Ateşe atılan mı, yoksa kıyamet günü güven içinde gelen mi daha iyidir? Dilediğinizi işleyin, doğrusu O, yapmakta olduklarınıza Basîr'dir.
Îbnu'l-Münzir'in Beşîr ibn Feth'den rivayetine göre bu ayet-i kerime Ebu Cehl ve Ammar ibn Yasir hakkında nazil olmuştur.

Mukatil de ayet-i kerimenin "Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar, bize gizli değillerdir" kısmının Ebu Cehl hakkında nazil olduğunu Söylemiştir.

44. Biz onu yabancı bir dilde kılsaydık diyeceklerdi ki: "Ayetleri tafsilatlı olarak açıklanmalı değil miydi? Hem yabancı, hem de Araba mı hitab etmektedir? De ki: "İman edenler için hidayet ve şifadır... "
Saîd ibn Cübeyr'den rivayete göre o şöyle demiştir: Kureyşliler sırf inat ve inkarlarından "Kur'an hem Arapça, hem de Yabancı bir dilde indirilseydi; bazı ayetleri Arapça, diğer bazı ayetleri de yabancı bir dilde olsaydı." dediler de bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

49. İnsan, hayır istemekten usanmaz da kendisine bir kötülük dokununca da hemen ümitsizliğe düşer.
Bu ayet-i kerimenin el-Velîd ibnu'l-Muğîra veya Utbe ibn Rabîa hakkında nazil olduğu söylenir.

Konusu

Kur'an'ın, rahman ve rahîm olan Allah'ın katından indirilmiş bir kitap olduğunu belirten açıklamayla başlayan sûrede, Mü'min sûresinde olduğu gibi büyük ölçüde iman konuları işlenmiş ve bu bakımdan Mekke putperestlerinin durumu; Peygamber, Kur'an ve İslam karşısındaki inkarcı, inatçı ve baskıcı tutumları, özellikle Kur'an karşısındaki peşin hükümleri ve onun sesini boğma gayretleri, nihayet bütün bu davranışlarıyla nasıl bir akıbeti hak ettikleri üzerinde durulmuş; yer yer geçmişteki bazı kavimlerin, kendi dinleri ve peygamberleri karşısındaki haksız tavırlarıyla bu yüzden başlarına gelen felaketlere dair uyarıcı mahiyette kısa bilgiler verilmiştir. Sûrenin özellikle 30-36. ayetlerinde Kur'an'ın, Allah'a iman temeline dayanan, daima dürüst olunmasını, insanlar arasında sıcak dostluğa, barış ve uzlaşmaya dayalı ilişkiler kurulmasını amaçlayan ahlak öğretisi özetlenmiştir.

Fazileti

İbn Âşûr'un Beyhak^'den naklettiğine göre (XXIV, 227) Hz. Peygamber'in Tebareke (Mülk) ve Ha-mîm es-secde (Fussılet) sûrelerini okumadan uykuya yatmadığı rivayet edilmiştir.


Kur'an-ı Kerîm'in tafsilatlı kitap olması şöyledir:

Onda yüzondört sure, altıbinalıtıyüzaltmışaltı ayet bulunmaktadır. Bütün kitapta mucizevî bir üslûp, beliğ ifadeler hakim olup; temel olarak inancı Allah'ın varlığı ve birliği, kudretinin delilleri, ahiret günü, müminler, münafıklar ve kafirlerin durumları, emirler, yasaklar, öğütler, kıssalar yeralmaktadır.

Kur'an'da geçmiş, hal ve geleceğe ilişkin temel bilgiler yeraldığı için bu kitap tafsilatlı bir kitaptır. Bu bilgiler kesindir ve başka hiçbir bilgi onların verdiği malûmatı ihtiva etmez. Hangi yaklaşımla okunursa okunsun her okuyan onun çok anlamlı mucizevî bir metin olduğunu farkedebilir. Allah, kullarına acımış ve bütün hakikatleri bu kitapta bildirmiştir. Yeryüzündeki milyonlarca kitap işte bu Kur'an'a dayanmakta ve onu tefsir etmektedir. Kur'an öyle tafsilatlıdır ki, hemen her surede birbirine benzer veya tekrar tekrar vurgulanan gerçekler, birbiriyle bağlantılı olarak birçok açıdan değişik meseleleri işlemektedir.

Bu sebeple tarih boyunca yüzlerce tefsir yazılmıştır.

Yirmiüç yılda ayet ayet, sure sure tamamlanan bu kitabın koruyucusu Allah'tır ve O, kitabını Arapça indirmişse bunun mutlaka dil açısından bir hikmeti vardır. Kur'an'ın iki kelimesini anlatmak için sayfalarca tercüme yapılması da buna basit bir delildir. Ve hiçbir kitap onun gibi göze, kulağa, bütün ruha tesir etmez. Hiçbir musiki onun tilaveti kadar insanı rahatlatmaz, duygulandırmaz. Bu yüzden o indirildiği zaman şairler şiirlerini Kabe duvarından indirmişler, herkes onun ilahî bir nur olduğunu anlamıştır.

Fussilet suresinin ilk ayetleri şöyle başlamaktadır:

"Ha, Mîm. Bu Kur'an, Rahman ve Rahîm olan Allah tarafından bilen bir kavim için ayetleri çeşitli biçimlerde teker teker açıklanmış, Arapça bir Kur'an ve müjde verici bir uyarıcı olarak indirilmiştir. Böyleyken onların çoğu bunu düşünüp kabul etmekten yüz çevirmiştir. Arlık onlar dinlemezler. Onlar, Bizi davet ettiğin şeye karşı kalplerimiz bir örtü içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda bir perde vardır. Artık sen dinince yapabileceğini yap, biz de dinimize göre hareket ederiz.' derler" (1-5).

Surenin başındaki mukattaa harflerinin manasını ancak Allah bilir. O nedenle sureye Ha-Mîm ve Secde olmak üzere iki kelimeden oluşan Hamîm secde adı da verilmiştir. Ayrıca Mesabih, Secde, Akvat adları da verilmektedir.

Surenin nüzûl sebebi olarak şu rivayet nakledilir: Ebû Cehil ve Kureyş'in ileri gelenleri biraraya gelirler; Muhammed (s.a.s)'in durumunu araştırmak üzere sihir, kehanet ve şiirden anlayan birini araştırırlar. Utbe b. Rabia, "Ben, bu hususlardan anlarım; Muhammed'in bu gibi işlerle bir ilgisi varsa, bunu ortaya çıkarırım" der. Utbe, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gider ve, "Ey Muhammed' sen mi daha hayırlısın, Haşim mi; sen mi daha hayırlısın, Abdûlmuttalib mi?" der. Bu sözleriyle, peygamberlik gelse gelse bunlara gelirdi, demek ister. Peygamber (s.a.s.), cevap vermeden dinlemeye devam etti. Utbe, sözlerini sürdürdü: "İlahlarımızın aleyhinde konuşuyorsun, atalarımızı sapıklıkla itham ediyorsun. Reislik istiyorsan seni reis edinelim, mal istiyorsan, seni zengin kılacak kadar mal verelim. Kadın istiyorsan, Kureyş kızlarından beğendiğin on tanesini seç, al. Hasta isen seni tedavî ettirelim." Hz. Peygamber (s.a.s.), hep susuyor, Utbe'nin sözlerini bitirmesini bekliyordu. Sözünü bitirdiğinde, Resulullah (s.a.s.) "Sözlerin bitti mi?" dedi ve, "Bismillahirrahmanirrahim" diyerek Fussilet suresini okumaya başladı: "Eğer yüz çevirirlerse de ki: Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerinin başına gelen yıldırıma benzer bir yıldırıma karşı uyardım" ayetini okuyordu ki, Utbe, yerinden fırladı ve Peygamber (s.a.s.)'in ağzını eliyle kapadı, devam etmemesi için yalvardı.

Utbe, okunan ayetlerin etkisi altın da kalarak, birkaç gün Kureyşlilere görünmedi. Ebû Cehil, Utbe'yi arayarak onu buldu. Utbe, olayı anlattıktan sonra şöyle devam etti: "Bundan böyle ben Muhammed'e hiçbir şey söylemeyeceğim. Bana öyle birşeyle cevap verdi ki, Allah'a yemin ederim, Muhammed'in okuduğu ne sihir, ne şiir, ne de kehanet türünden birşeydir. Bilirsiniz, Muhammed'in söylediği yalan çıkmaz Onu rahat bırakın. Başınıza bir azap gelmesinden korkuyorum" (Razî, et-Tefsîru'l-Kebîr, XXVII, 3: İbn Hişam, I, 313 vd., İbn Kesir, IV, 90 vd.).

Rivayetten de anlaşıldığı gibi, sure indiği sıralarda Kureyşli müşrikler, bu tür meselelerin dedikodusunu yapıyor; Kur'an'ı sihir, kehanet ve şiir olmakla itham ediyorlardı. (Araplara göre şiir de cin işidir. Her şaire şiiri imla ettiren bir cinni vardır Böylece Kur'an'ı anlaşılmaz kapalı sözler manzumesi olmakla suçluyorlardı.

Sure, iddia ettikleri gibi Kur'an'ın anlaşılmaz sözlerden değil, Arapça bir da kitap olduğu ve sözlerinin apaçık olduğunu anlatmakla konuya giriş yapar. Hem Hz. Peygamber de aralarından çıkmış bir insandır. Kur'an'ın onun eseri olması mümkün değildir; ve o, herşeye gücü yeten yüce Allah'ın eseridir.

Sure, girişinde konusunu belirlemektedir: Konu, Kur'an-ı Kerîm'dir; Allah'ın bu indirdiği ayetleri, kainatta her an olup biten ayetleridir. Ayrıca kafirlere karşı deliller getirilmekte, müminlerin özelliklerine deyinilmektedir. İbret alınsın diye azaba uğrayan kavimlerin haberleri anlatılırken onların neden helak edildikleri açıklanmaktadır.

Surede Kur'an hakkında indirilen ayetlerde şöyle buyurulmaktadır: "O küfredenler, şöyle dedi: "Bu Kur'an'ı dinlemeyin. Onun hakkında (okunurken) manasız yaygaralar yapın; belki üstün gelirsiniz (susturursunuz)."işte biz o kafirlere en çetin bir azabı tattıracağız. Onları yapageldiklerinin en kötüsüyle cezalandıracağız. Halbuki o Kur'an cidden sarp bir kitaptır ki, ne önünden ne ardından ona hiçbir batıl yanaşıp gelemez. O, bütün kainatın hamdettiği o yegane hüküm ve hikmet sahibi Allah'tan indirilmedir. Eğer biz onu yabancı dilden bir Kur'an yapsaydık muhakkak ki, " Ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arabra, Arapça olmayan bir Kur'an mı?" diyeceklerdi. Onlara de ki: "O Kur'an, iman edenler için bir hidayet ve şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır. Onlar Kur'an'ı duymazlar, duymak istemezler. O Kur'an bunlara karşı bir körlüktür. Onlar, uzak bir yerden çağrılıp da duymayan kimseler gibidir. Andolsun ki biz Musa ya kitap (Tevrat'ı) verdik de, onda da ihtilaf edildi. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı (hesab gerektirilmemiş olsaydı), aralarında olup bitirilmişti (helak olmuşlardı). Herhalde onlar bundan, şüpheci bir tutum içindeler. De ki: Eğer o Kur'an Allah nezdinden gelmiş de sonra siz ona küfretmişseniz, bana haber verin, haktan uzak bir muhalefette bulunanın ta kendisi olan sizden daha sapkın kim vardır?"

Günümüzde de inanmak istemeyenler, Kur'an'ın Arapça bir kitap olarak indirildiğini ve onun yalnız Araplara geldiğini söylerler. Halbuki, herhangi bir kitabın ve bu Kur'an'ın bütün yeryüzüne şamil olması için yine yeryüzü dillerinden biriyle indirilmesi kadar doğal bir şey olamaz. Aslında onların her birine tek tek de Kur'an indirilse onlar yine inanmazlar. Kaldı ki Allah'ın elçisi ve sevgili kulu Muhammed (s.a.s.) Arap toplumunda doğdu ve ona -o ümmiye- Kur'an Arapça indirilmeseydi de mesela İbranice indirilseydi, bu sefer de Allah'ın buyurduğu gibi "Arap'a Arapça olmayan bir kitap mı?" diyeceklerdi. Kısaca, kafirler, yolu yokuşa sürmek için her zaman saçmasapan iddialarda bulundular. Kah onu Muhammed uydurdu" dediler, ama o ümmî idi; kah "Bunlar deli saçması" dediler ama onun gibi bir ayet dahi getiremediler. Yine onlar ayetlerin mucizeliğini reddettiler; siyak ve sibakını, ayetlerin anlam örgüsünü bozarak ayetleri asıl manalarından başka manalara tefsir ederek sapıttılar. Ama, Kur'an'ın hiçbir bilgisini yalanlayamadılar. Kur'an'ın doğruluğu her zaman ortada var oldu ve var olup gidecektir. Onlar Muhammed'e "mecnun" dediler ama onun doğumundan beri aralarında yaşayan en dürüst insan olduğunu da reddedemediler. Allah onlara ayetlerini gösterdi. Her peygamberi ve onlara verilen kitabı da geçmişte kavimleri yalanlamışlardı. Ama başlarına korkunç azap gelmiş Mesela Âd ve Semud bunlardandı. Doğru yol gösterildiği halde körlüğü tercih etmişlerdi. Allah da onları alçaltıcı azabın yıldırımı ile yakalayıverdi. Ancak iman edenleri ve sakınanları kurtardı. Allah şöyle buyurmaktadır: "İşte siz kulak, göz ve derileriniz aleyhinizde Şahitlik eder diye korunuyordunuz. Aksine, yapmakta olduklarınızın birçoğunu Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz. İşte bu sizin zannınız, Rabbiniz hakkındaki zannınız sizi bir yıkıma uğrattı; böylelikle de kayba uğrayanlar olarak sabahladınız" (22-23). Hz. Peygamber, (s.a.s.) bu ayeti çok veciz bir şekilde açıklamıştır: "Rabbin, kulum beni nasıl tasavvur ederse ben öyleyim, der." Yani insan Allah'ı nasıl tasavvur ederse, amellerini ona göre ayarlar. Müminin amelinin doğru olması, kafirin amelinin yanlış olması gibi.

Suredeki ahlakî kaideler:

1. "Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve gerçekten ben müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kimdir? İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen en güzel olan tarzda kötülüğü uzaklaştır; o zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz. Ve buna büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulmaz. Şayet sana şeytandan yana bir kışkırtma gelecek olursa hemen Allah'a sığın. Çünkü O işitendir, bilendir" (33-36). "Kim salih bir amelde bulunursa kendi nefsi lehinedir, kim de kötülük ederse o da kendi aleyhinedir. Senin Rabbin kullara zulmedici değildir... İnsan hayır istemekten bıkkınlık duymaz, fakat ona bir şer dokundu mu artık o umutsuzluğa kapılır" (46, 49). "İnsana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir ve yan çizer, ona bir şer dokunduğu zaman ise artık o geniş dua eden biridir" (51).

Bu ayetlerde Allah, insan psikolojisinin değişmez gerçeklerini bildirmekte, mü'minlerin amellerinin boşa gitmeyeceğini, fazlasıyla karşılığını vereceğini, beyan edip onları cennetle müjdeleyerek teşvik etmektedir. Daha önce kötü insanlara kötü, iyi insanlara iyi arkadaşları nasib ettiğini haber veren Allah Teala, müslümanlar henüz az bir grup iken ve Mekkeli kafir çoğunluğun baskılarıyla bunalırken, onlara kötülüğün tabiatı icabı zayıf ve çökmeye mahkum bulunduğunu beyan etmekte; iyilik ve doğruluğun iddia ettikleri gibi zayıf değil, aksine hakiki fethedici bir güç olduğunu bildirmektedir. Kaldı ki, mü'minlerin en büyük vasfı, kötülüğe iyilikle karşılık vermektir. Hiçbir kötülük, iyiliğin yüceliği karşısında tutunamaz, çöker. İşte Allah mü'minlerin bu vasfını "büyük bir pay" diye nitelendirmektedir. Çünkü gerçekten bunu herkes yapamaz. Genellikle insan, kötülüğe kötülükle mukabele etmek ister; hatta insan kinci ve intikamcıdır. Ancak o en güzel ahlaka sahip Rasûlullah'(s.a.s.)'dir ki, kendisine her kötülüğü yapanları, hatta zehirlemek isteyenleri bile affetmiştir. İşte müslümanın tavrı budur.

Üstelik müslümanın bu tavrından şeytan kahrolur. Çünkü o her zaman müslümanın hatalı bir tavrını yakalamak ister. Şeytanın kışkırtması işte budur. Onun tuzağı müminlerin açığını kollamaktır. Ebû Hûreyre bu konuda şöyle demektedir: "Bir gün birisi Resulullah'ın yanında Ebû Bekir'e geldi ve ona sürekli sövmeye başladı. Ebû Bekir susuyor, cevap vermiyor, Resulullah da sesini çıkarmıyordu. Ebû Bekir sonunda taştı ve sert bir karşılık verdi. Resulullah'ın çehresi hemen değişti ve oradan uzaklaştı. Hz. Ebû Bekir ona yetişerek niçin böyle davrandığını sorunca o şöyle buyurdu: "Sen sessiz durduğun sürece bir melek senin yerine ona cevap veriyordu. Fakat sen ağzını açtığında yanına şeytan geldi. Bense şeytanın olduğu yerde bulunmam. " Bu tavır, müminlerin her zaman Allah'ın hiçbir şeyden habersiz olmadığını daima hissetmektir. Zaten kafirler haksız yere kötülük çıkarırlar; giderek bunalıma düşerler; sürekli şek ve şüphe içinde hastalığa yakalanmış gibi olurlar ve sonunda heva ve hevesleri onları helaka götürür. Allah hiçbir zaman zulmetmez, salih amelleri zayi etmez ve kötülükleri de cezasız bırakmaz.

Nihayet sure şu ayetlerle sona ermektedir:

"Biz ayetlerimizi hem afakta hem de (enfüsde) kendi nefislerinde onlara göstereceğiz. Öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine besbelli olsun. Herşeyin üzerinde senin Rabbinin şahit olması yetmez mi? Dikkatli olun; gerçekten onlar Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Gözünü aç; gerçekten O, herşeyi kuşatandır" (53-54).

Müfessirler ayetlerin gösterilmesi konusunda şu önemli görüşleri ortaya koymuşlardır:

1. Onlar, İslam'ın kısa bir sürede çevreye yayılacağını, ve kendilerinin de teslim olacaklarını tahmin edemezler. Nitekim İslam'ın adaleti her yere yayılınca herkes ayetleri gördü.

2. Allah insanlara kendi vücutlarında, yeryüzünde, gökyüzünde ayetlerini göstermektedir. Her devirde bilimin yeni bulguları keşifler ve icatlar buna bir işarettir.

3. Tabiî ölüm halinde veya ölmeden önce ölerek herşeyden hakkı görmekle ayetler gösterilecektir.

4. Bu ayetler, Bedir zaferi, Mekke'nin Fethi vb. olaylara işaret ederek mucizevî haberler yakın gelecekte gerçekleştiği gibi; dünya döndükçe genelde tüm insanlar ve toplumlar üzerinde de gerçekleşecektir.

Genel Olarak Fussilet Suresi şu mesajları taşır:

1. Allah'ın kelamı Arapça'dır; bir müjde, bir uyarıcıdır; dileyen akıl sahipleri onu okursa gerçeğin farkına varır. Kalpleri kapanmış kişiler ise onu anlayamazlar.

2. İnkarcılar ne yaparlarsa yapsınlar kendi acı sonlarını hazırlamaktan başka birşeye nail olamazlar. Allah'ın bir olduğu gerçeği değişmez.

3. Ne kadar aptal beyinsizdir şu inkarcılar. Allah onları yoktan varetmiş, işte şu kainatta sayısız nimetleri onların emrine vermiş, şu alemin nizamını sağlamış olduğu halde ve kullarına hidayete iletmek için İslam'ı bildirdiği halde ona inanmıyorlar ve üstelik elçisini, kitabını yalanlıyorlar. O halde geçmiş ümmetlerin anlatılan acı akıbetleri de onları düşündürmüyorsa, cehennem ateşinde yanmaları kaçınılmazdır.

4. Şimdi müminlere karşı güçlü gibi görünen, şeytanın da her kötülüğü güzel gösterdiği, akılsız güruh, kıyamette birbirini bile tanımayacaktır.

5. Kur'an, istenildiği kadar mesajı engellenmeye çalışılsa da tahkim edilmiştir ve kimse onun insanlara ulaşmasını önleyemez.

6. Allah herşeyi yaratandır; yaratıklarına karşı çok merhametlidir ve o yarattıklarını başıboş bırakmaz, onlara doğru yolu gösterir; bu onun büyük bir fazlıdır. Zaten hayat bir imtihandır, bir oyalanmadır.

7. Peygamber de bir insandır ve aldığı vahyi tebliğ eder.

8. Allah rızıkları dört günde takdir etti; sonra kendisi duman halinde olan göğe yöneldi; yeri ve göğü yedi gök olarak iki günde tamamladı ve her bir gökte kendi emrini vahyetti; dünya göğünü de kandillerle süsleyip donattı ve bir koruma altına aldı. İşte bu üstün ve güçlü olan, bilen Allah'ın takdiridir. O halde nasıl O'na ortaklar koşabiliyorlar? Allah'a karşı edepsizlik edip de Resulünü tanımıyorlar ve,

"O dileseydi bize melek gönderirdi" diye yalanlıyorlar? Veya Kur'an'ı Arapça diye küçümsüyorlar?

9. Müminler, kafirlerin bu dünyadaki geçici üstünlüklerine aldırmasınlar. Şeytan ve dostları bir tarafta, müminler ve melekler bir taraftadır. Müminler, cennete gitmekle müjdelenirler ve onlara, "Orada artık tüm sıkıntınız, çileniz bitti, sonsuz nimetler sizin," denilir. Oysa kafirler "bir yolcunun ağaç gölgeliğinde dinlenmesi gibi olan şu kısacık oyalanma dünyasından" sonra cehennem'e giderler. Onlar da orada ebedî kalıcıdırlar.

Muhabir: Yazar Silinmiş