Davete İcabet Etmenin Âdabı

Davete icabet etmenin adabı beş'tir:

1. Fakir zengin ayırımı yapılmamalıdır. Eğer fakirinkine değil de sadece zenginin davetine icabet edilirse, böyle bir hareket yasaklanmış olan kibir ve gurur sınıfına girer. Bu sır ve hikmete binaen, seleften bazı kimseler icabetin aslından vazgeçerek nedenini şöyle izah etmişlerdir: 'Çorbayı beklemek zillettir'. Başka biri 'Elimi başkasının çanağına uzattığım zaman, boynum ona karşı bükük ve zelil olur' demiştir.

Bir kısım mütekebbir vardır ki, zenginlerin davetine icabet edip fakirlerin davetine gitmekten imtina ederler! Bu hareket, sünnetin tam tersidir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) köle ve fakir ayırmaksızın herkesin davetine icabet etmiştir.51

Bir ara Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hasan (r.a) yolun kenarında oturup dilenen bir grubun yanından geçtiğinde kumlar üzerine yemeklerini serdiklerini gördü. Bu gruba katırının üstündeyken se-lam verdi. Onlar bu selama karşılık 'Ey Allah Rasûlü'nün torunu, yemeğimize buyurmaz mısınız?' dediler. Hz. Hasan 'Elbette gelirim; çünkü Allah Teala kibir gösteren kimseleri sevmez' deyip katırından indi ve onlarla oturup birlikte yemek yedi. Yemek yedikten sonra tekrar katırına bindi ve 'Ben sizin davetinize icabet ettim, o halde siz de benim davetime icabet ediniz' dedi. Onlar da 'Hay hay, biz de senin davetinize icabet ederiz' dediler. Bunun üzerine onlara belli bir zaman tayin etti. Onlar o zamanda çıkıp geldiler. Onlara yemeklerin en nefislerini takdim ederek, oturup kendileriyle birlikte yedi.

'Ben elimi kimin çanağına uzatırsam, ona karşı boynum bükük olur' şeklindeki hükme, 'Bu hüküm sünnete muhaliftir' diyenin kanaati yanlıştır. Zira davet eden, çağrılanın icabet etmesine sevinmediği ve onun gelmesini kendisine bir minnet saymadığı takdirde, icabet etmek, zillet olduğu gibi, çağrılanın boynunda da bu davet bir minnet olur.

Hz. Peygamber (s.a) davetlerin tümüne icabet ederdi. Çünkü bilirdi ki, o davette hazır bulunmasından dolayı yemek sahibi büyük bir minnet yükünü kabul edip, teşriflerini kendisi için dünya ve ahiret azığı olarak görür. Bu nedenle bu durum, hallerin değişmesiyle değişen bir durumdur. Şöyle ki: Şayet yedirmenin da-vet edene ağır geldiğini, ancak böbürlenmek ve zoraki bir durum için yedirdiğini bilirse, böyle bir davete icabet edilmesi sünnete uygun değildir. Aksine böyle bir davete icabet etmemesi için bahaneler uydurması daha uygun bir harekettir. Bundan dolayı seleften biri şöyle demiştir: 'Ancak senin kendinde olan rızkını yediğini ve sana ait olup onun yanında bulunan bir emaneti sana teslim ettiğini, o emanetini kabul ettiğin için de kendisine büyük bir iyilikte bulunduğunu gören ve bilenin yemeğini ye..'.

Sırrı es-Sakatî şöyle demiştir: 'O lokma için ah çekerim ki, onda Allah'a karşı bir mesuliyet olmadığı gibi, herhangi bir mahlûkun da onda minneti yoktur'.

Bu nedenle davete çağrılanın, davette herhangi bir minnetin olmadığını bildiği zaman, icabet etmesi gerektir.

Ebu Turab en-Nahşabî şöyle demiştir: 'Bana bir yemek takdim edildi (hiç bir mani olmadığı halde) yemedim. Bunun üzerine on dört gün aç kaldım. Düşündüm ve bu cezanın sebepsiz yere reddettiğim davetten geldiğine kanaat getirdim'.

Maruf-u Kerhî'ye 'Seni kim davet ederse hemen davete icabet ediyorsun' denildiğinde, 'Ben misafirim, beni nereye oturturlarsa ben orada otururum' demiştir.

2. Davet edenin fakirliği ve rütbece yüksek olmaması, icabete engel teşkil etmediği gibi, gidilecek mesafenin uzaklığı da engel teşkil etmemelidir. Normal olan her mesafenin icabete engel olmaması gerekir. Bunun için Tevrat'ta veya semavî kitapların birinde şunlar vardır: 'Hastanın ziyareti için bir millik mesafeye; cenaze teşyii için iki mil; davete icabet etmek için üç mil ve Allah için bir arkadaşını ziyaret etmek için de dört mil yol gitmelisin'. Davete icabet ile Allah için ziyaretin daha önemli tutulması, şu hikmetten dolayıdır: Bu iki husus da diriler hakkında yerine getirilmesi gereken hususlardır. Dirinin hakkına öncelik vermek, ölünün hakkına öncelik vermekten daha evladır.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:

Eğer Gamim denilen mevkide bulunan küra'a davet edilirsem, şüphesiz icabet ederim.52

Hadîste adı geçen Gamim Medine-i Münevvere'den birkaç mil uzaklıkta bulunan bir yerin adıdır. Hz. Peygamber Ramazan'da Medine'den çıkıp oraya vardığında, orucunu bozar ve her sefere çıkışında oraya vardığında namazını seferî olarak kılardı.53
3. Oruçludur diye davete icabetten kaçınmamalıdır. Aksine davete icabet etmesi gerekmektedir. Davete icabet edip hazır olduktan sonra, eğer orucunu bozmak arkadaşını sevindiriyorsa, orucunu hemen bozmalıdır. Orucunu bozup din kardeşine bahşettiği sevinçten elde ettiği sevap, nafile oruçtan elde ettiği sevaptan kat kat üstündür.

Bütün bu hükümler nafile oruç hakkındadır. (Farz oruçta ise böyle birşey sözkonusu değildir).

Eğer davet sahibinin kalbî sevinci kesinlikle sabit olmamışsa, onun zahirî sevincini tasdik ederek orucu bozmalıdır. Eğer kesinlikle davet sahibinin samimiyetine inanmayıp, ancak zorakî davet ettiğine karar verirse, o zaman orucunu bozmamak için bahaneler uydurup yemekten kaçınmalıdır. Orucunu özür olarak gösterip yemekten kaçınan bir kimse için Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir.

Kardeşin senin için zorluklara katlanmış ve yemek hazırlamıştır, sen de 'Ben oruçluyum' diyerek yemekten kaçınıyorsun.54

İbn Abbas şöyle der: 'Nafile orucunu, arkadaşlarının kalbini hoş etmek için bozmak, iyiliklerin en faziletlilerindendir'.
Öyleyse bu niyetle nafile orucu bozmak, bir ibadettir. Güzel bir ahlaktır. Öyleyse böyle yapmanın sevabı, nafile oruca devam etmenin sevabından daha üstündür. Eğer nafile oruç tutan zat, orucunu bütün ısrarlara rağmen bozmazsa onun ziyafeti güzel koku sürmek, buhur yakmak ve tatlı konuşmaktır. Göze sürme çekme nin ve kokulu yağlarla yağlanmanın bir çeşit ziyafet olduğu da söylenmektedir. .

4. Yemekte şüphe varsa, yayılan sergiler helalden değilse, davet yerinde ipekli sergiler serilmişse, gümüş kaplar kullanılıyorsa, davet yerinin duvar veya tavanlarında canlıların boy resimleri bulunuyorsa, dinen münker olan çalgılar çalınıyorsa, haram oyunlarla meşgul olunuyorsa, gıybet, yalan şahitlik, iftira, yalan ve benzeri şeyler yapılıyor ve dinletiliyorsa, böyle bir davete icabet etmekten şiddetle kaçınılmalıdır.

Bütün bu durumlar, icabete manî oldukları gibi, müstehab olmasını ortadan kaldırıp haram ve mekruh hale getirir. Davet eden, zalim, bid'atçı, fasık, şerir veya gösteriş meraklısı bir zorba ise, böyle bir kimsenin davetine icabet etmemek gerekir.
5. Davete icabet etmenin gayesi, karın doyurmak olmamalıdır. Böyle bir durum, dünya için çalışıldığını gösterir. Aksine, ahiret için çalışmak niyetiyle icabet edip,bunu ispatlamak için çalışmalıdır. Şöyle ki: Davete icabet etmekle Hz. Peygamber'in 'Eğer Kur'a bile davet edilsem icabet ederim sözüne uymaya niyet etmelidir. Davete icabet etmekle, Allah'a masiyetten korunmaya niyet etmelidir.

Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Çağırana (eğer dinî mahzur yoksa) icabet etmeyen muhak-kak Allah ve Rasûlü'ne isyan etmiştir.55
İcabet etmekle mü'min kardeşine ikram etmeyi niyet etmelidir. Böylece Hz. Peygamber'in yolunda yürümüş olur,

Nitekim Hz. Peygamber şöyle demiştir:

Kim mü'min kardeşine ikramda bulunursa sanki o kimse Allah'a ikram etmiştir.56

Bir mü'mini sevindiren, muhakkak Allah'ı sevindirmiş olur.57

Bu hadîse uyarak davete icabet etmekle çağıranı sevindirmek gibi, davet edenin ziyaretine de niyet etmelidir ki, bu sayede Allah için sevişenlerden olsunlar; zira Allah için sevişmekte Hz. Peygamber karşılıklı ziyaret ve ikramı şart koşmuştur. Böylece bir taraftan ikram, diğer taraftan da ziyaret olmuş olur.

Bir kimsenin davete icabet etmemesi yüzünden kötü zanna kapılıp hakkında saçma sapan konuşulmasına meydan vermemelidir. Mesela icabet etmemesinin, kibir, gurur, kötü ahlak, müslü man kardeşlerini hakir görmek ve benzeri kötü ahlaklara hamledilmesine fırsat vermemelidir.

Konunun başından buraya kadar zikredilenlerin tümü altı husustur. Davete icabet etmesi sadece bunların birisiyle olsa bile, Allah'a yaklaştırıcı ibadetlerden olur. Acaba hepsi bir arada olursa nasıl olur?

Selef-i salihînden biri şöyle demiştir: 'Her amelde, hatta ye-mekte ve içmekte bile benim bir niyetim olmasını sever ve isterim'. Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:

Ameller ancak niyet ile vardır. (veya kamildirler). Her kişi niyet ettiğini elde eder. Bu bakımdan kimin hicreti (gidişi) Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne ise, o kimsenin hicreti Allah ve Rasûlü'nedir. Kimin hicreti elde etmek istediği bir dünyalık veya evlenmek istediği bir kadına ise, onun kazancı da kas-dettiği hedeftir.58

Bu hadîsler, bu gibi hükümler hakkında varid olmuştur.

Niyet ancak mübahlara ve ibadetlere tesir eder. Yasaklarda ise, niyetin zerre kadar müsbet bir tesiri olmaz. Bu bakımdan arkadaşlarını sevindirmek niyetiyle içki içirir veya başka bir haram hususunda yardımda bulunursa, bu niyet, kendisine zerre kadar fayda vermez ve bu hususta 'ameller ancak niyete bağlıdır' denilemez.

Dahası vardır: Eğer taat ve ibadetin ta kendisi olan gaza ve muharebe ile şöhret ve ganimeti kast ederse, kötü niyeti onu ibadet olmaktan çıkarır. Hayırlar ile mübah da böyledir. Ancak iyi niyetle hayır sınıfına girer. Bu bakımdan niyet bu iki kısımda tesir eder. Üçüncü kısım (haram) da ise, hiçbir tesiri yoktur.

Davet Olunan Evde Bulunmanın Âdabı

1- Davette hazır olmanın adabına gelince, eve girip baş tarafa geçmemeli ve yerlerin en iyisini işgal etmemeli, aksine tevazu gösterip, alçak gönüllü davranmalıdır.
2- Geç gelmek suretiyle misafirleri bekletmemelidir.
3- Yemek hazırlanmadan önce ansızın gelmemelidir.
4- Hazır bulunanları, sıkıştırmak suretiyle rahatsız etmemelidir. Ev sahibi kendisine bir yer gösterir veya işaret ederse, ona muhalefet etmemesi lazımdır. Çünkü ev sahibi kendi kafasında sofrada herkesin yerini tayin ve tertip etmiş olabilir. Bu durumda ev sahibine muhalefet etmek onun planını altüst etmek demektir.
5- Eğer misafirlerden bazıları, kendisine ikram olsun diye baş tarafa oturmasını işaret ederlerse, tevazu göstermesi gerekir.

Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:

Meclisin en aşağısında oturmaya razı olmak, Allah rızası için teva zu gösterip alçak gönüllü olmak demektir.59

6- Kadınların bulunduğu hücre (oda) kapısına gerdikleri perdenin karşısında oturmamalıdır.
7- Yemeğin hazırlandığı yere çok bakmamalıdır; zira böyle yapması oburluğun işaretidir.
8- Oturduğu zaman, ancak, yakınında oturan kimsenin halini sorup ona selam vermelidir.
Gece kalacak bir misafir geldiği zaman, ev sahibi misafire gelir gelmez şunları yapmalıdır:
a) Kıbleyi, b) Helayı, c) Abdest alacak yeri göstermelidir. Çünkü İmam Malik misafiri bulunan İmam Şafiî'ye böyle yapmıştır.

İmam Malik (r.a) yemekten ve misafirlerden önce elini yıkayıp şöyle demiştir: 'Yemekten önce ev sahibinin el yıkaması daha uygundur. Çünkü o, misafirleri ikramına davet eder... Öyleyse herkesten önce el yıkama hakkına o sahiptir'.
Yemeğin sonunda ise herkesten daha sonra yıkamalıdır ki sonradan gelenleri beklemiş ve onlarla yemek yemiş olsun.
Kişi eve girerken dine muhalif bir münkeri gördüğünde, eğer kudreti varsa kaldırmalıdır. Aksi takdirde, diliyle o işin dine muhalif olduğunu söyleyip geri dönmelidir.

Dinen münker ve yasak olanlar şunlardır:

1- İpekli sergileri yaymak, 2- Altın ve gümüş kapları kullanmak, 3) Resimler asmak 4) Oyun aletlerini ve çalgılarını dinletmek, 5) Mecliste yüzü açık kadınların hazır bulunması vb..

İmam Ahmed (r.a) başı gümüş kaplamalı bir sürmedanlık görüldüğünde, meclisin terkedilmesi gerektiğini söylemiştir. Fakat İmam Ahmed, bir evde gümüşle yamalanmış bir kap bulursa, o evde oturmaya izin vermiştir. Eğer evde altın veya gümüş ile işlenmiş bir perde görürse, o evi terketmenin daha uygun olduğunu söylemiştir. Çünkü sadece süs için yapılan perdede herhangi bir fayda olmadığı gibi, sıcak ve soğuğun giderilmesine ve herhangi bir şeyi örtmesine de yararlı değildir. İmam Ahmed 'Kabenin örtülmesi gibi, evin duvarlarının ipekle örtülü olduğunun görüldüğünde yine de çıkmak ve orayı terketmek gere-kir' demiştir.

İmam Ahmed devamla şöyle demiştir: 'Müslüman bir kişi, içinde resim bulunan bir evi kiraladığı veya hamama girdiğinde bir sûret gördüğü zaman, o sûreti kazıması gerekir. Eğer kazı-maya gücü yetmezse orayı terketmesi lazımdır'.

İmam Ahmed'in bu dediklerinin hepsi de doğrudur. Ancak ipek ve perde ile süslenen duvarlar hakkındaki görüşü hakkında düşünmek gerekir. Çünkü bu durum harama götürücü bir durum değildir. Zira ipek, sadece erkeklere haramdır.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:

Bunların ikisi (altın ve ipek) ümmetimin erkeklerine haramdır. Kadınlarına ise helaldir.60

Duvara asılan ipekler ise, erkeklere nisbet edilemez. Eğer duvara asılan ipekler haram olsa, Kabe'nin bu tarzda süslenmesi de yasak olurdu. Aksine, duvara ipek asılmasının mübah olması daha evladır.
De ki: 'Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti kim haram etti?'
(A'raf/32)

Hele bu tip askı, kibir ve gurur için değil, ancak belli günlerde açılırsa o zaman haramdan daha da uzaklaşılmış olur. Her ne kadar erkeklerin asılan ipekliye bakıp zevklendikleri düşünülürse de, bu düşünce hükmü değiştirmez. Çünkü cariye ve kadınlar ipekliyi giydiklerinde erkeklerin onlara bakıp zevklenmesi haram değildir. Duvarlar da kadınlar gibidir. Çünkü, duvarların erkek vasfıyla ilgisi yoktur.

51) Tirmizî ve İbn Mace
52) Daha Önce geçmişti.
53) Müslim
54) Beyhakî
55) Müslim ve Buharî
56) İsfehanî
57) Buharî
58) Buharî ve Müslim
59) Haraitî ve Ebu Nuaym
60) Ebu Davud, Nesaî ve İbn Mace

Muhabir: Yazar Silinmiş