Şöyle bir soru hatıra gelebilir: Ehl-i kitaptan, Resûlullah Rebî'a İbnu Ümeyye İbni Halef gibi. İrtidaddan dönen sahabîdir, Resûlullah (a.s)'la tekrar görüşmese de, el-Eş'as İbnu Kays gibi... İbnu Hacer'in, Resûlullah (a.s)'ı dinlemiş, görmüş olan cin ve melaikenin sahabeden sayılıp sayılmayacağı konusunda kaydettiği münakaşanın amelî bir yönü olmadığı için onu aktarmıyoruz.
Ancak şunu da kaydedelim. Bir kimseye sahabe diyebilmek için şaz olan ve ulemanın çoğunluğu tarafından kabul edilmeyen başka şartlar da ileri sürülmüştür. Bunlardan birine göre şu dört vasıftan biri olmadıkça sahabi olunamaz:
1- Hz. Peygamber (a.s)'le uzun müddet mücalese (beraberlik).
2- Hz. Peygamber (a.s)'den yaptığı bir rivayetin bilinmesi.
3- Hz. Peygamber (a.s)'le gazve yaptığının bilinmesi.
4- Resûlullah (aleyhissalatü vesselam)'ın yanında şehîd olması. Bazıları sahabeliğin sıhhati için "büluğa ermiş olmak"ı şart koşmuş, bazıları kısa bir müddet için de olsa mücalese'yi (beraber bir mecliste bulunmayı) şart koşmuştur. Bazıları: "Sahabelik için "Resûlullah (a.s)'ı görmek" yeterlidir" diye senesine kadar küfrünü devam ettirip, Resûlullah (a.s)'ın vefatında onu izhar ettiğinin görülmediği" belirtilmiştir.
Sahabenin Adaleti
Süfyan-ı Sevrî
قُلْ الْحَمْدُ لِلَّهِ وَسََمٌ عَلَى عِبَادِهِ الَّذِينَ اصْطَفَى
"Ey Muhammed! De ki: Hamd Allah'a mahsustur. SEÇTİĞİ KULLAR'ına selam olsun"[2] ayetinde zikredilenlerin Ashab olduğunu söylemiştir. [3]
Ashab'ın adaleti meselesini "nefis bir şekilde" işleyen Bağdadî, -ki İbnu Hacer aynen iktibas ederek katıldığını ifade eder. Kur'an ve Hadîs'te Ashab hakkında gelen tebrie'nin çokluğunu belirttikten sonra şunu söyler: "Bu nassî deliller, onların kesinlikle ta'dîl'ini ifade eder. Onlardan hiç biri, Allah'ın ta'dîlinden sonra, mahlukattan bir başkasının ta'dîline muhtaç değildir. Farz-ı muhal, Allah ve Resulü (a.s)'nden haklarında -yukarıda zikrettiğimiz nasslardan hiçbiri varid olmamış olsaydı bile, onların hicret, cihad, İslam'a yardım, can ve mallarını bu yolda harcamaları, ata ve evladlarını öldürmeleri, din için birbirlerine gösterdikleri hayranlık, iman ve yakînde izhar ettikleri fevkalade kuvvet gibi fiilen içinde bulundukları sayısız haller, adil olduklarına kesinlikle hükmetmeye, nezih olduklarını kabûle ve onların kendilerinden sonra gelen haleflerinden ve onları tadîl ve tezkiye etme durumunda olacak hepsinden, daha efdal olduklarını teslîme yeterli idi. İşte bu görüş, bütün alimlerin ve kavline güvenilen bütün fakîhlerin müşterek görüşüdür.[4]
Ashabı Öven Ayetlerden Bazıları
Yukarıda belirtilen yollarla bir kimsenin sahabî olduğuna hükmedilince ona müslümanlar arasında Hz. Peygamber (a.s)'ı görmüş olmaktan ileri gelen müstesna bir makam ve şeref tanınmış olmaktadır. Ehl-i sünnet ve'l-cemaat'e mensub olan bütün mü'minler sahabe'nin haiz olduğu bu yüce makamda müttefiktirler. Kıyamete kadar gelecek bütün mü'min nesillerden hiçbiri, hiçbir ferd Ashab'a mensup hiçbir kimseye karşı fazîlet noktasında üstünlük iddia etmez. Onların efdaliyeti bizzat Kur'an-ı Kerîm ve Hz. Peygamber (a.s) tarafından ifade edilmiştir. Ehl-i Sünnet, Ashab (radıyallahü anhüm)'ı bir bütün kabul etmekte de müttefiktir. Hususî, ferdî fezailde aralarında dereceleme eder. Ta ilk İslam büyüklerinden günümüze kadar gelip geçen bütün ehl-i sünnet uleması ayet ve hadisleri böyle anlamakta ihtilaf etmezler. Şimdi bunlardan bir kısmını kaydedeceğiz:
كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ
"Siz insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz."[5]
"Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve örnektir."[6]
"Ey Muhammed! Allah inananlardan, ağaç altında sana baş eğerek el verirlerken, and olsun ki hoşnud olmuştur. Gönüllerinde olanı da bilmiş, onlara güvenlik vermiş, onlara yakın bir zafer ve ele geçirecekleri bol ganîmetler bahşetmiştir."[7]
"İyilik yarışında önceliği kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur. Onlar da Allah'tan hoşnuddurlar. Allah onlara içinde ebedî kalacakları, içlerinde ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır..."[8]
"İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır."[9]
"Ey Peygamber! Allah'ın yardımı sana ve sana uyan mü'minlere yeter."[10]
"Daha önceden Medîne'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önce tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir."[11]
Ashabı Öven Hadislerden Bazıları
Kur'an-ı Kerîm'den başka, Hz. Peygamber (a.s)'de bir çok hadisleri ile Ashab'ı tebric etmiş aralarında bir ayırım yapmadan ümmetine karşı onların şanlarını yüceltmiştir. Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman. Hz. Ali, Übey İbnu Kaab, Zeyd İbnu Sabit, Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anhüm ecmain) gibi büyükler hakkında da ayrı ayrı medh u senada bulunmuştur. Hadis kitaplarının Menakıb ve Fezail bölümleri bu çeşit hadîslerle doludur. İbnu Hacer ve Bağdadî tarafından kaydedilmiş olan bu hadislerden bazılarını asıl metinleriyle kaydediyoruz:
-عن ابن مسعود رضي اللّه عنه عن النبي صلى اللّه عليه وسلم: خير امتي قرني ثم الذين يلونهم ثم الذين يلونهم ثم يجئ قوم تسبق أيمانهم شهادتهم ويشهدون قبل أن يستشهدوا.
1- "Ümmetimin en hayırlısı benim asrımdakilerdir. Sonra bunları takip edenler, sonra da bunları takiben gelenlerdir. Sonra öyle bir kavm gelir ki şehadetten önce yemin ederler ve şahidlikleri taleb edilmeden şehadette bulunurlar."[12]
-عن ابي سعيد رضي اللّه عنه قال: قال رسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم: تسبوا أصحابي فوالذي نفسي بيده لو انفق احدكم مثل احد ذهبا ما ادرك مدّ احدهم و نصفه
2- "Ashabıma dil uzatmayın. Nefsimi elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemîn ederim ki, sizden biriniz Uhud Dağı kadar altın tasadduk etseniz yine de onlardan birinin bir müdd, hatta yarım müdd miktarındaki harcamasına sevabca ulaşamazsınız."[13]
3- "Hz. Cabir (r.a) Resûlullah (a.s)'ın şöyle dediğini nakletmiştir: Cenab-ı Hakk, Ashabımı nebiler ve peygamberler hariç bütün cin ve ins'e tercih etmiş, üstün tutmuştur."[14]
4- Kitap'ta size ne gelmişse onunla amel edeceksiniz, onu terketmekte hiçbir özür kabûl edilmez. Kitapta bulunmayan bir şey olursa, benden vahi olan sünnet esastır. Benden vahi bir sünnet yoksa Ashabımın söylediğine uyacaksınız. Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Onlardan hangisini esas alırsanız hidayete erersiniz. Ashabımın ihtilafı sizin için rahmettir."[15]
5- Hz. Ömer (r.a) Resûlullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu anlatmıştır: "Ashabımın benden sonra ihtilaf edeceği şeyler hakkında Rabbime sordum. Allah celle şanuhu şu vahiyde bulundu: "Ey Muhammed! Senin Ashabın benim katımda gökteki yıldızlar gibidir. Bazısı bazısından daha parlaktır. Kim onların ihtilaf ettikleri şeyden herhangi birini esas alırsa, o benim yanımda hidayet üzeredir."[16]
6- Abdullah İbnu Muğaffel (r.a), Resûlullah (a.s)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ashabım hakkında Allah'tan korkun. Onları kendinize hedef edinmeyin. Kim onları severse bu bana olan sevgisi içindir, kim de onlara buğz ederse bu da bana olan buğzu sebebiyledir. Onları kim incitirse beni incitmiş olur. Beni inciten de Allah'ı incitir. Allah'ı incitenin ise belası yakındır."[17]
Ashaba Dil Uzatan
Bağdadî, yukarıda kaydettiğimiz açıklamalardan sonra, bu Zür'atü'r-Razî'nin şu fetvasını kaydeder: "Bir kimsenin Resûlullah (a.s)'ın Ashab (r.a)'ının kadrini düşürmeye çalıştığını görürsen bil ki o zındıktır. Zira Resûlullah (a.s) haktır, Kur'an-ı Kerîm haktır. Bu Kur'an-ı ve şu sünneti bize Resûlullah (a.s)'ın Ashabı (r.a) tebliğ etmiştir. Onlara dil uzatanlar, şahitlerimizi karalamaya çalışıyorlar. Asıl maksatları da Kur'an ve Sünnet'i ibtal etmektir. Cerhedilmek onlara yaraşır, çünkü zındıktırlar..."[18]
Ashabı Ta'dîlin Mahiyeti
Ashabı ta'dîl, onların İslam'a mallarını canlarını feda ederek yaptıkları hizmetin kadrini bilmek Kur'an ve Sünnet'e getirdikleri açıklamaları benimsemek demektir. Ashab-ı Kiram (radıyallahu anhüm)'ı tadîl, aynı zamanda Kur'an ve sünnetin o husustaki emrine uymak, tam teslimiyet göstermek demektir. Ashab'ın tam bu iki kaynakta tebcîl edilmiş olması ki Ehl-i Bid'a'nın dil uzattığı Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Aişe gibi büyükler İslam'a her hususta en çok hizmet edenler ve haklarında tebric ayetleri gelmiş olan kimselerdir.
Binbir dereden su getirerek 1500 yıldır İslam ulemasının ittifakla gittiği bir yoldan dönüp Ashab'ı tenkîde cürete kalkan asimileşmişlerin yanılgılarını göstermek için, hata olarak değerlendirmemiz mümkün olan bazı davranışlarına rağmen, Ashab karşısında takınmamız gereken edeb tavrını bizzat Resûlullah (a.s)'ın sünnetinden bir misalle göstermeye çalışacağız. Misalimiz Hatib İbnu Ebî Belte'a ile alakalı. Kaydedeceğimiz vak'a o kadar manidardır ki, bunu anladıktan sonra: "Ashab'ta irtidad dışında görülebilecek en büyük kusur karşısında bile saygı ve edeb, Allah'a olan inancın gereği ve bir parçasıdır" dememek mümkün değildir.
Çünkü Resûlullah (a.s) öyle anlamış ve anlatmış. Buharî ve Müslim'in Sahîh'lerinde de anlatıldığı üzere vak'a şu: Hz. Peygamber (a.s) Mekke'nin fethine karar vermiş ve bir kısım hazırlığına da başlamıştır. Düşüncesi Mekkelilere hazırlığına da, niyetinden hiçbir şey sezdirmemek, mukabil bir hazırlığa, tedbire girmelerini önlemek ve böylece onları ani bir baskında gafil yakalayıp, hiç kan dökmeden sulh'e, teslim'e mecbur etmek. Bu stratejinin başarısı, görüldüğü üzere Hadisenin gerisini Hz. Ali'den dinliyoruz: "Oraya atlı olarak vardık. Gerçekten de bir kadınla karşılaştık. Kendisine:- Mektubu çıkar! dedik.- Bende mektup yok! diye inkar etti. Bizim:- Ya mektubu çıkarırsın, ya elbiselerini soyunursun! diye ciddileşmemiz üzerine, saçlarının örgüleri arasından mektubu çıkarıp verdi.
Resûlullah (a.s)'a getirip verdik. Mektupta Hatib İbnu Ebî Belte'a'dan Mekke müşriklerinden bazılarına bir mesaj vardı, Hz. Peygamber (a.s)'ın hazırlıklarından onları haberdar ediyordu. Hz. Peygamber (a.s) Hatıb'a: "- Ey Hatıb bu da ne?" diye sordu. O:"- Ey Allah'ın Resulü hakkımda acele hükme gitme. Ben Kureyş'e bağlı bir kimseyim. Seninle beraber olan Muhacirlerin Mekke'de akrabaları var. Orada kalan ailelerini onlar korur. Benim onlarla neseb bağım olmadığı için böyle bir himayeden mahrûmum. İstedim ki böylece onlarla bir irtibatım olsun da oradaki yakınlarım himaye görsün. Bu davranışım, küfürden veya dînimden irtidad etmemden, ya da İslam'ı seçtikten sonra küfre rıza göstermemden dolayı değildir" diye özürünü beyan etti. [19]
Casusluk vak'alarına, ölüm dahil, çok daha sert cezalar takdir etmiş olan Hz. Peygamber (a.s)'ın bizzat Hz. Ömer (r.a) gibi yüce bir sahabînin zahiri değerlendirmesiyle ihanet, münafıklık ve casusluktan başka bir kelimeyle ifade edilemeyecek olan bir hadiseye -görüldüğü gibi- yaklaşımı çok farklı olmuştur. Çünkü Bedir gazvesine katılanlar hakkında ayırım yapılmaksızın af bildirilmiştir. Resûlullah (a.s)'ın bu davranışı ile, ümmetine, en ciddî bir kusuru işlemiş bile olsa, -İslam'a hizmeti geçmiş ve haklarında ayet gelmiş- herhangi bir sahabî (r.a) karşısında takınması gereken tavır hususunda, örnek verme gayesi güttüğü görülmektedir. Müslim'de gelen, yine Hatıb'la ilgili ikinci bir rivayet bu söylediğimizi te'yîd eder. Hz. Cabir (r.a)'ın anlattığına göre, Hatıb (r.a)'ın kölelerinden biri Hz. Peygamber (a.s)'e gelerek şöyle şikayet eder: "`Ey Allah'ın Resulü, Hatıb mutlaka cehenneme gidecektir. "Resûlullah (a.s)'ın cevabı şudur:"- Hata ettin! O cehenneme girmez! Çünkü Bedir ve Hudeybiye gazalarında bulundu!..."[20]
Nitekim yakında ağaç altında Resûlullah (a.s)'a biat edenlerden Allah'ın razı olduğunu bildiren ayet-i kerime'yi bir bedevî, bir ara Hz. Ömer'in huzuruna, Ensar'ı hicvetme suçuyla getirilir. Hz. Ömer (r.a) öfkelenir, fakat Resûlullah (a.s)'la olan sohbeti sebebiyle herhangi bir ceza uygulamaz. Ashab arasında bazı siyasi meselelerde ihtilaf çıkmış, aralarında kan dökülmeye sebep olacak kadar bu ihtilafların büyüdüğü de olmuştur. Ama hiçbir zaman bu ayrılıklar sebebiyle birbirlerini ihanetle, yalanla, dini tahriple suçlamamışlar, aksine, yeri geldiği zaman muhaliflerinin fazîletini teyid etmekten çekinmemişlerdir. Hz. Ali (r.a)'ın Buharî'de kaydedilen bir sözü şöyle:
اذا حدثتكم عن رسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم حديثا فواللّه 'ن اخرّ من السماء احب إلى من ان اكذب عليه واذا حدثتكم فيما بينى وبينكم فان الحرب خدعة
"Ben size Resûlullah (a.s)'dan bir söz edip nakilde bulunduğum zaman, yalan söylemektense gökten atılmayı tercîh ederim. Fakat benimle sizin aranızda cereyan eden meselelerde konuştuğum zaman, şunu bilin ki harp bir hîledir." [21]
Aralarında meydana gelen şiddetli siyasî ihtilaflara rağmen Ashab (r.a ecmain)'ın birbirlerini diyanet, İslam'a bağlılık gibi adalete giren hususlarda itham etmeyip, aksine fazîletlerini mûterif olduğunu göstermek için Hz. Aişe (r.anha) validemizden bir misal kaydedeceğiz:
Kendisine yöneltilen bu çeşit şiddetli tenkitler karşısında Hz. Aişe (r.anha)'nın aksülameli de burada zikre değer. İbnu Hacer'in Taberanî'den naklen kaydettiğine göre, yine aynı Ammar (r.a) Cemel Vak'ası'nın akabinde, Hz. Aişe (r.anha)'ye gelerek: "Sizin bu askerî seferiniz Allah'ın sizinle yaptığı ahde (anlaşmaya) ne kadar aykırı" der ve bu sözleriyle Resûlullah (a.s)'ın zevceleriyle ilgili olarak gelmiş bulunan
وَقَرْنَ فى بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُولى
"(Vakar ile) evlerinizde oturun. Evvelki cahiliyet yürüyüşü gibi yürümeyin"[22] ayetini kasteder.
Hz. Aişe (r.anha)'nın cevabı şu olur: "Allah'a kasem olsun sen hakkı söyledin." Ammar (r.a) da: "Senin lisanınla hakkımda bu hükmü veren Allah'a hamdolsun" der. İbnu Hübeyre, bu konuşmayı şöyle değerlendirir: "Bu rivayetten anlıyoruz ki, Ammar doğru sözlüdür. Keza husûmet onu, hasmının fazîletlerini inkara da sevketmemiştir. Zira aralarında cereyan eden harbe rağmen Hz. Aişe'nin tam bir fazîlete mazhar olduğuna şehadette bulunmaktadır."[23]
Ashab (r.a) arasında cereyan eden hadîseleri İslam uleması değerlendirirken her iki tarafın da İslam'a hizmet niyetiyle hareket ettiğini, yapılan ictihadda Hz. Ali'nin isabetli olduğunu, öbürlerinin hakkı bulamadığını, ancak Hz. Peygamber (a.s)'ın ictihadında isabet edenin iki sevab (ictihad ve isabet sevabı) isabet edemeyenin bir sevab (sadece ictihad yapma sevabı) alacağına" dair hadîslerini esas alarak diğer tarafın ittiham edilemeyeceği hükmüne varmıştır. Çünkü Ashab-ı Kiram ictihad yapmakta yetkilidirler ve üstelik bu ihtilaflarda başı çekenler Hz. Peygamber (a.s) ve Şeyheyn (Hz. Ebu Bekr ve Ömer)'in (r.a) zamanlarında ictihadda bulunmuş, fetvalar vermiş kimselerdi.
Fazilete Göre Taksimleri
Sahabe'nin en efdali Hz. Ebu Bekr sonra Hz. Ömer (r.a)'dir. Ehl-i Sünnet bu hususta icma eder. Sonra sırasıyla, Osman İbnu Affan, Ali İbnu Ebî Talib, gelir. Ehli sünnetten bazılarının fazîlette Hz. Ali'yi Hz. Osman'a takdîm ettiği bilinmektedir. Bunlardan sonra Aşere-i Mübeşşere'nin[24] geri Ensar'dan Birinci ve İkinci Akabe Bey'atlarına katılanlarla es-Sabikûn el-Evvelun olanlarda Ashab'ın mümtazlarıdırlar. Ancak, ayette zikri geçen es-Sabikun el-Evvelunla ilgili farklı görüş var:
1- Said İbnu'l-Müseyyib'e göre bunlar iki kıbleye de namaz kılanlardır.[25]
2- Şa'bî'ye göre Bey'atu'r-Rıdvan'a katılanlardır.
3- Muhammed İbnu Ka'b'a göre Bedir ashabı'dır.
4- İlk müslüman olandır denmiştir. Bu ilk konusunda da ihtilaf var: Hz. Ebu Bekr denmiştir, Hz. Ali denmiştir, Hz. Zeyd denmiştir, Hz. Hatice denmiştir.
Ancak bu ihtilaf şöyle te'lif edilir: Müslümanlıkta hür erkeklerden ilk Hz. Ebu Bekr, çocuklarından ilk Hz. Ali, kadınlardan ilk Hz. Hatice, azatlılardan Zeyd, kölelerinden ilk Bilal' (radıyallahu anhüm ecmain)'dir.
Çok Rivayet Eden Sahabeler (Müksirûn)
Daha önce de temas ettiğimiz üzere, sahabeler rivayetlerinin miktarı yönünden iki gruba ayrılırlar:
Müksir olanlar: Bunlar rivayetlerinin miktarı bini aşanlardır.
1- Ebu Hüreyre: 5374 hadîs,
2- Abdullah İbnu Ömer 2630 hadîs,
3- Abdullah İbnu Abbas 1660 hadîs,
4- Hz. Aişe 2210 hadîs,
5- Cabir İbnu Abdillah 1640 hadîs,
6- Enes İbnu Malik 2286 hadîs,
7- Ebu Sad el-Hudrî 1170 hadîs rivayet etmiştir.
Rivayeti bini aşan başka sahabe yoktur. Geri kalanlara Mukıll denir!
Alim Sahabeler
İbnu Abbas'tır. Sonra Hz. Ömer, Hz. Ali, Ubey İbnu Ka'b, Zeyd İbnu Sabit, Ebu'd-Derda, İbnu Mes'ud, İbnu Ömer, Hz. Aişe (r.a) gelir. Mesruk şöyle der: "Sahabe'nin ilmi altı kişide toplanmıştır: Ömer, Ali, Ubey, Zeyd, Ebu'd-Derda, İbnu Mes'ûd. sonra bu altının ilmi de Hz. Ali ve Abdullah İbnu Mes'ud'da toplanmıştır". Irakî: "Hz. Ali ile İbnu Mes'ûd hususî gayretle, öbürlerinin ilmini de kendi ilimlerine katmışlardır" diyerek, Mesrûk'un sözünü açıklığa kavuşturur.
Bunlardan sonra şu yirmi kişi gelir:
Hz. Ebu Bekr, Hz. Osman, Ebu Mûsa, Muaz İbnu Cebel, Sa'd İbnu Ebi Vakkas, Ebu Hüreyre, Enes, Abdulah İbnu Amr İbni'l-Âs, Selman, Cabir, Ebu Saîd, Talha, ez-Zübeyr, Abdurrahman İbnu Avf, İmran İbnu Husayn, Ebu Bekre, Ubade tu'bnu's-Samit, Muaviye, İbnu'z-Zübeyr, Ümmü Seleme Hz. (r.a).
Suyutî, Tedrîb'de ilk gruba girenlerin fetvalarından birer iri cild teşkîl etmenin mümkün olduğunu, ikinci gruptakilerden birer cüz (küçük çapta risale) teşkil etmenin mümkün olduğunu belirtir.
Abdullahlar
Yukarıda ismi geçen alim sahabelerden bazılarının adı Abdullah olduğu için, onların Abadile (Abdullahlar) diye ayrıca gruplanması eskiden beri adet olmuştur. Bunlar: Abdullah İbnu Ömer, Abdullah İbnu Abbas, Abdullah İbnu'z-Zübeyr, Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs, Abdullah İbnu Mes'ud bunlar arasında zikredilmez. Çünkü öbürleri abadile diye şöhrete erdikleri sırada Abdullah İbnu Mes'ud vefat etmiş bulunuyordu. Öbürleri, imamların kendilerine muhtaç olup müracaat edecekleri vakte kadar yaşadılar. Bunlar bir meselede görüş birliğine varınca: "Bu Abadile'nin görüşüdür" denir. Bazıları İbnu Zübeyr'i buraya dahil etmez. Ashab arasında 220-300 kadar başka Abdullah'lar da mevcuttur ancak Abadile denince onlar kastedilmez.





