Ölen kimse, ister kabre defnedilsin, ister yırtıcı hayvanlarca parçalansın; ister ateşte yanıp külleri savrulsun ya da denizde kaybolsun, onun için kabir hayatı başlamış olur. Kabir azabı nedir? Kabir azabı var mıdır? Kabir azabı neden olur? Kabir azabını kimler çekecek? Kabir azabı ne zaman olur? Kabir azabı ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Kabir azabı hakkında kısaca bilgi…

Duyu organları ve akıl yoluyla idrak edilemeyen, ancak vahiy yoluyla sabit olan gaybî mevzulardan biri de "kabir azabı"dır. Kabir azabı; Allah'ın emirlerine uymayan insanın ölümünden kıyamete kadar geçecek olan bekleme safhasında göreceği azaptır. Bazı hadîs-i şerîflerde bu azaptan, "kabir fitnesi" tabiriyle de bahsolunmaktadır.

Nitekim Sa'd ibn-i Ebî Vakkas'ın rivayetine göre Resûlullah Efendimiz namazlardan sonra şu duayı okuyarak Allah'a sığınmışlardır:

"Allah'ım! Korkaklıktan, cimrilikten Sana sığınırım. Erzel-i ömürden (ihtiyarlık bunamasından) Sana sığınırım. Dünya fitnesinden Sana sığınırım. Kabir fitnesinden Sana sığınırım." (Buharî, Cihad 25, Deavat 37, 41, 44)

KABİR AZABI İLE İLGİLİ AYETLER

Kabir azabıyla alakalı olarak Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

"…O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara; «Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı doğru olmayanı söylemenizden ve O'nun ayetlerinden kibirlenerek yüz çevirmenizden ötürü, bugün aşağılayıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız!» derken onların halini bir görsen!" (el-Enʻam, 93)

"O zalimlere, ahiret azabından evvel başka bir azap daha vardır; lakin pek çoğu bilmez." (et-Tûr, 47)

"Çevrenizdeki bedevî Araplardan ve Medîne halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, Biz biliriz onları. Onlara iki kez azab edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir." (et-Tevbe, 101)

Ehl-i sünnet alimlerine göre; Firavun ve taraftarlarının sabah-akşam ateşe arz edileceğini, kıyamet gününde de en şiddetli azaba maruz bırakılacaklarını[1] ve Nuh kavminin suda boğulmasının ardından ateşe atıldığını[2] bildiren ayet-i kerîmeler, kabir azabına ait delillerdendir.

KABİR AZABININ NEDENLERİ

Hadîs-i şerîflerde de; gıybet ve dedikodu yapmanın,[3] ölüye ağıtlar yakarak ağlamanın,[4] borçlu olarak ölmenin,[5] yalan söylemek, zina etmek, faiz yemek ve içki içmek[6] gibi haram fiillerin, kabir azabına sebep olduğu bildirilmektedir.

Hazret-i Âişe Validemiz şöyle buyurmuştur:

"Resûlullah Efendimiz'in, namaz kılıp da kabir azabından Allah'a sığınmadığını hiç görmedim." (Buharî, Cenaiz, 87)

Ashab-ı kiramdan Ebû Cuhayfe, Bera bin Âzib ve Ebû Eyyûb el-Ensarî şöyle buyurmuşlardır:

"Bir gün Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, Güneş battıktan sonra (Medîne haricine) çıkmıştı. Bir ses işitti ve:

«‒Yahudîler, kabirlerinde azap görüyorlar.»" buyurdu. (Buharî, Cenaiz, 88; Müslim, Cennet, 69)

Burada şöyle bir sual akla gelebilir:

"Biz kabrinde azap gören bir ölüde hiçbir iz ve emare görmüyoruz! Mesela o kabrinde nasıl oturtuluyor, kendisine nasıl sual soruluyor ve bazılarına demirden bir çekiçle nasıl azap ediliyor?"

Buna cevaben denilebilir ki:

"Bu asla imkansız değildir. Zira dünyada da bunun bir benzeri vardır. Nitekim uyuyan kişi, rüyasında gördüğü şeylere göre lezzet veya elem duyar ama yanındaki kimse onun yaşadığı bu elem ve lezzetten hiçbir şey hissetmez. Aynı şekilde uyanık olan bir kişi, işittiği bir söz veya içinden geçen bir düşünce sebebiyle heyecan yahut üzüntü duyar ama yanındaki arkadaşı bunu müşahede edemez."

KABİR AZABINI KİMLER ÇEKECEK?

Zeyd bin Sabit anlatıyor:

"Resûlullah Efendimiz Neccaroğulları'na ait bir bahçede bulunuyordu. Katırının üzerindeydi. Biz de yanındaydık. Katır aniden ürktü, neredeyse Efendimiz'i sırtından yere atacaktı. Bir de baktık ki önümüzde altı, beş veya dört tane kabir var.

Allah Resûlü:

«‒Bu kabirlerin sahiplerini kim biliyor?» diye sordular.

Orada bulunan sahabîlerden biri:

«‒Ben biliyorum!» deyince, Efendimiz:

«‒Ne zaman öldü onlar?» diye sual ettiler. Sahabî:

«‒Şirk devrinde öldüler.» dedi.

Efendimiz:

«‒Bu ümmet, kabirlerinde iptilaya maruz kalacak (hesap ve azap görecek)! Birbirinizi defnetmeyeceğinizden korkmasaydım, işitmekte olduğum kabir azabını size de duyurması için Allah'a dua ederdim!» buyurdular.

Sonra mübarek yüzüyle bize dönüp:

«‒Cehennem azabından Allah'a sığının!» buyurdular.

Ashab-ı kiram:

«–Cehennem azabından Allah'a sığınırız!" dediler.

Allah Resûlü:

«‒Kabir azabından Allah'a sığının!» buyurdular.

Ashab-ı kiram:

«–Kabir azabından Allah'a sığınırız!» dediler.

Allah Resûlü:

«‒Fitnelerin açığından ve gizlisinden Allah'a sığının!» buyurdular.

Ashab-ı kiram:

«–Fitnelerin açığından ve gizlisinden Allah'a sığınırız!» dediler.

Allah Resûlü:

«‒Deccal'in fitnesinden Allah'a sığının!» buyurdular.

Ashab-ı kiram:

«‒Deccal'in fitnesinden Allah'a sığınırız!» dediler." (Müslim, Cennet, 67)

İbn-i Abbas şöyle anlatır:

"Resûlullah Efendimiz Medîne-i Münevvere'nin bahçelerinden birinden çıktığı esnada, kabirlerinde azap gören iki kişinin sesini işitti. Bunun üzerine:

«Bu ikisi, kendilerince büyük olmayan birer günah sebebiyle azap görüyorlar. Aslında günahları gerçekten büyük idi. Biri idrarından sakınmaz, diğeri de söz taşır, dedikodu yapardı.» buyurdular.

Sonra yaş bir hurma dalı istediler. Onu iki parçaya ayırıp, birini bir kabrin, diğerini de öbür kabrin başına diktiler ve:

«Kurumadıkları müddetçe azaplarının hafifletilmesi umulur.» buyurdular." (Buharî, Edeb 49, Vudû 55-56, Cenaiz 82)

Sahabeden Ebu'd-Derda'nın buyurduğu gibi:

"Ey kabir! Dışın ne kadar sessiz, fakat için ne dehşet verici korkularla dolu!.."

KABİR HERKESİ SIKAR MI?

Cabir bin Abdullah anlatıyor:

"Saʻd bin Muaz vefat ettiğinde Resûlullah ile beraber gittik. Peygamber Efendimiz cenaze namazını kıldırdıktan sonra Saʻd kabrine kondu ve üzeri toprakla örtülüp düzeltildi. Bundan sonra Resûlullah tesbihatta bulundu. Biz de O'nunla birlikte uzun müddet tesbihatta bulunduk. Sonra tekbir getirdi. Biz de tekbir getirdik. Daha sonra:

«‒Ya Resûlallah! Niçin tesbih ettiniz ve tekbir getirdiniz?» diye sorulunca:

«‒Allah ona genişlik verinceye kadar, kabir şu salih kulu sıktı da sıktı!» cevabını verdiler." (Ahmed, III, 360, 377)

İbn-i Abbas da şöyle nakleder:

"Saʻd bin Muaz defnedildiği gün Peygamber Efendimiz onun kabri başında otururken şöyle buyurdular:

«Kabrin fitnesinden veya sualinden kurtulacak biri olsaydı, Saʻd bin Muaz kurtulurdu. Ancak kabir onu önce sıktı, sonra da Allah Teala ona genişlik lûtfeyledi»." (Taberanî, el-Muʻcemu'l-Kebîr, X, 334; Heysemî, III, 46)

HANGİ GÜNAHIN KABİR AZABI NASIL OLUR?

Hangi günahın, kabirde kişiyi nasıl bir azaba dûçar edeceğini beyan eden bir hadîs-i şerîfi, Semüre bin Cündeb şöyle rivayet etmektedir:

Resûlullah Efendimiz ashabına:

"Rüya göreniniz var mı?" diye sorup, "gördüm" diyenin rüyasını, Allah'ın dilediği şekilde tabir ederlerdi. Bir sabah bize şöyle buyurdular:

"Bu gece rüyamda iki kişi (Cebraîl ile Mîkaîl) gelerek beni kaldırdılar ve; «Haydi gidiyoruz.» dediler. Ben de onlarla beraber gittim. Yanı üzerine yatmış bir adamın yanına vardık. Başka biri de elinde kocaman bir kaya ile onun başında duruyordu. Kayayı, yatan adamın kafasına vurup eziyor, taş bir tarafa yuvarlanınca arkasından gidiyor ve taşı alıp getiriyordu. O gelinceye kadar diğerinin kafası da iyileşerek eski haline geliyordu. Adam, önce yaptığını aynen tekrarlayarak yerde yatanın başını her defasında ezip duruyordu. Meleklere:

«–Sübhanallah! Bunların hali nedir?» dedim.

«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük. Derken sırt üstü yatmış bir adamın yanına vardık. Başucunda da, elinde demir çengel bulunan bir başkası duruyordu. Bu adam, yatan kişinin bir tarafına geçip elindeki çengelle avurdunu, burnunu ve gözünü ta ensesine kadar yarıyor, sonra öbür tarafına geçip orasını da aynı şekilde parçalıyordu. Bir tarafını parçalarken diğer tarafı eski haline geliyor, adam da sürekli aynı şekilde parçalamaya devam ediyordu. Ben:

«–Sübhanallah! Bu hal nedir?» dedim.

«–Hiç sorma, devam et!» dediler. Yürüdük. Fırın gibi bir yapıya vardık. Orada ne söylenildiği anlaşılamayan çığlıklar, feryatlar birbirine karışıyordu. O yapının içinde çıplak bir sürü erkek ve kadınların bulunduğunu anladık. Altlarından alevler yükseldikçe, onlar çığlık atıyor, feryat koparıyorlardı.

Ben:

«–Bunlara ne oluyor?» dedim.

«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük. Nihayet kandan bir nehre vardık. Nehrin içinde yüzen bir adam, kıyısında da yanına birçok taş yığmış başka bir adam vardı. Nehirdeki adam çıkmak isteyince, kıyıdaki onun ağzına bir taş atıyor ve onu yerine geri çeviriyordu. Çıkmak için kenara her gelişinde aynı şeyi yapıyor, ağzına taş atıyor, o da geri dönüyordu. Ben, yanımdaki iki kişiye:

«–Bu ikisinin hali nedir?» dedim.

«–Hiç sorma, yürü hele!» dediler. Yürüdük. Çirkin bir adamın -gördüğünüz insanların en çirkini de diyebilirsiniz- yanına vardık. Adam, sürekli ateş yakıyor ve ateşin etrafında dolanıp duruyordu. Ben:

«–Bu adam kim?» dedim.

«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük. İçinde baharın bütün çiçeklerinin bulunduğu geniş ve yemyeşil bir bahçeye vardık. Bahçenin ortasında gayet uzun boylu bir adam vardı. O kadar ki, göğe uzanan başını neredeyse göremeyecektim. Adamın etrafında, hayatımda hiç görmediğim kadar çok çocuk bulunuyordu. Ben:

«–Bu adam ve bu çocuklar kimlerdir?» dedim.

«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük. Gide gide büyük bir ağaçlığa vardık ki, ben onun gibi güzel ve geniş bir ağaçlık görmüş değilim. Beni götürenler; «Gir oraya!» dediler. Birlikte girdik ve bir tuğlası altın, bir tuğlası gümüşten örülmüş bir şehirle karşılaştık. Şehrin kapısına varıp açılmasını istedik. Kapı açıldı, içeri girdik. Bizi, vücutlarının yarısı bugüne kadar gördüklerinizin en güzeli, diğer tarafı da bugüne kadar gördüklerinizin en çirkini birtakım adamlar karşıladı. Yanımdaki iki kişi onlara:

«–Gidip şu nehre girin!» dediler. Bir de ne göreyim; suyu süt gibi bembeyaz, enine doğru akan bir nehir. Adamlar gidip nehre girdiler sonra çıkıp yanımıza geldiler. Çirkinlikleri tamamen gitmiş, hepsi de son derece güzelleşmişti.

Beni götüren iki kişi:

«–Burası Adn Cenneti'dir, şurası da Sen'in konağındır.» dediler. Başımı kaldırıp baktım, bir de ne göreyim; beyaz buluta benzeyen bir köşk.

«–İşte burası Sen'indir.» dediler. Ben onlara:

«–Allah size büyük hayırlar ihsan eylesin, bırakınız da oraya gireyim.» dedim.

«–Hayır, şimdi değil! Sen oraya daha sonra gireceksin.» dediler. Bunun üzerine ben:

«–Bu gece boyunca hayret verici şeyler gördüm. Gördüklerimin manası nedir?» dedim. Onlar da:

«–Anlatalım.» dediler:

«–İlk önce yanına vardığın, kafası taşla ezilen adam var ya; o, Kur'an'ı öğrendiği halde terk eden ve uyuyarak farz namazın (bilhassa sabah namazının) vaktini geçiren kimsedir.

Avurdu, burnu ve gözleri demir çengelle yarılan adam, evinden çıkıp etrafa yalanlar yayan kişidir.

(Diğer rivayette şöyle buyrulur:

«O bir yalancı idi, dünyada devamlı yalan söylerdi. Onun yaydığı yalanlar afakı sarardı. İşte bu yalancı, kıyamet gününe kadar bu şekilde azap görecektir.»)

Fırın içindeki çıplak erkek ve kadınlar, zina eden erkek ve kadınlardır.

Nehirde yüzüp yüzüp de taş yutan adam, faiz yiyen kişidir.

Yanındaki ateşi sürekli yakarak etrafında dolaşıp duran çirkin görünüşlü kişi, Cehennem bekçisi Malik'tir.

Bahçedeki uzun boylu adam, Hazret-i İbrahim'dir. Etrafındaki çocuklar da İslam fıtratı üzere ölen küçük yavrulardır.»"

Müslümanlardan biri:

"–Ey Allah'ın Resûlü! Müşrik çocukları da bunlara dahil mi?" diye sordu.

Resûlullah:

"–Müşriklerin çocukları da dahildir." buyurdu ve devam etti:

"–Vücutlarının yarısı güzel, yarısı çirkin olan adamlara gelince; bunlar, salih amellerin yanında kötü işler de yapan kimselerdir. (Ancak) Allah onları affetmiştir." (Buharî, Ta'bîr 48, Cenaiz 93, Teheccüd 12, Büyû' 2, Cihad 4, Bed'ü'l-Halk 6, Enbiya 8, Tefsir 9/15, Edeb 69; Tirmizî, Rü'ya, 10/2295)

Yani Allah Teala, günahkar kullarından dilediklerini affederek onlara azab etmez veya bir müddet sonra azaplarını sona erdirebilir. Ancak müslüman, hiçbir zaman affedileceğinden emîn olamaz. Çünkü Cenab-ı Hak, peygamberler dışında kimseye garanti vermemiştir. Bu sebeple kul, daima tevbe ve istiğfar halinde bulunup günahlardan uzaklaşmaya ve salih amellerle hayır işlerine koşmaya gayret etmelidir.

HALİFEYİ HÜZÜNLENDİREN HADİSE

Meymûn bin Mihran anlatıyor:

Ömer bin Abdülazîz Hazretleri ile bir mezarlığa doğru gittik. Mezarları görünce hüzünlendi. Sonra bana dönerek:

"–Ey Meymûn! Bunlar atalarımın mezarlarıdır. Sanki dünyaya hiç karışmamışlar gibidir. Baksana, nasıl toprak altında kaldılar, mezarları eskidi, bedenlerini de toprak yedi bitirdi." dedi.

Ardından da nemli gözlerle bir mezara bakarak:

"–Vallahi, şu mezara girip de azaptan emin olan kimseden daha büyük bir nîmete kavuşmuş bir kimse düşünemiyorum." dedi. (İhya, IV, 868)

Kabir hayatı nasıl olacak?

Kabirde sorulacak sorular

Muhabir: Yazar Silinmiş