Birinci Esas
Marifet ve idrakten önce, muhabbetin olması düşünülemez; zira insan ancak tanıdığını sever, cansız bir şeyin sevgiyi idrak etmesi düşünülemez. Sevmek, idrak eden dirinin özelliğidir. Sonra idrak olunanlar idrak edenin tabiatına uygun ve zevk verici tabiatına zıt olan nefret ve elem verici ve tabiatına ne zevk, ne de elem vermeyen kısımlara bölünür. Bu bakımdan idrakinde bir lezzet ve rahat olan herşey, idrak edenin nezdinde güzeldir. İdrakinden elem duyulan herşey, idrak edenin nezdinde kötüdür. Kendisinde ne elem, ne de lezzet olan şey ne güzel, ne de çirkindir. Madem ki durum budur, her lezzetli kendisinden lezzet alanın nezdinde sevimlidir. Sevimli olmasının manası tabiatta ona karşı bir meyil olması demektir ve nefret edilmesinin manası tabiatının ondan nefret etmesidir. Bu bakımdan sevgi, lezzetli şeye tabiatın meyletmesinden ibarettir. Eğer o meyl artarsa, ona aşk adı verilir. Buğz, yorucu ve elem verici şeyden tabiatın nefret etmesinden ibarettir. Bu kuvvet bulursa adına makt denir. İşte sevginin hakikatinde esas budur.

İkinci Esas
Sevgi, idrak ve marifete tabi olduğundan, şüphesiz ki idrak edenler ve duyular hasebiyle bölünür. Bu bakımdan her duyu idrak olunanların bir türünü hisseder. Bunların her birinin de idrak olunanlarda lezzeti vardır. O lezzetten dolayı tabiatın ona meyli vardır. Bu bakımdan onlar sağlam tabiatın nezdinde güzeldir. Öyleyse gözün lezzeti; görmekte, güzel görünenleri idrak etmekte, lezzet veren güzel suretleri hissetmektedir. Kulağın lezzeti vezinli ve güzel nağmelerdedir Koku duyusunun lezzeti güzel kokulardadır. Zevkin lezzeti yemeklerdedir.Dokunmanın lezzeti yumuşaklıktadır. Duyularla idrak edilen bu şeyler zevkli olduklarından dolayı sevimli olurlar. Yani sağlam tabiat bunlara meyleder. Hatta

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadın ve gözümün nûru namaz!9

Görüldüğü gibi, Hz. Peygamber güzel kokuya mahbub adını vermiştir. Malumdur ki güzel kokuda ne gözün, ne de kulağın nasibi vardır. Sadece burnun nasibi vardır. Kadınlara da mahbub demiştir. Oysa onlarda da sadece dokunmanın zevki vardır. Burnun, dilin ve kulağın nasibi yoktur. Namaza göz aydınlığı adını vermiş ve onu mahbubların en sevimlisi kılmıştır. Oysa beş duyunun namazda hiçbir nasibi olmadığı malumdur. Namazdan zevk alan altıncı bir duyudur. Onun yeri kalptir. Onu ancak kalp erbabı olan bir kimse idrak edebilir. Beş duyunun lezzetlerinde hayvanlar da insanlara ortaktır. Eğer sevgi sadece beş duyunun idrak ettiklerine bağlı olsaydı 'Allah duyularla idrak olunmaz.

Hayalde de temsil edilemez. Bu bakımdan sevilmez' denilseydi, bu durumda insanın özelliği iptal olunurdu ve kendisini hayvanlardan ayıran akıl veya nur veya kalp veyahut itiraz etmeksizin başka ibarelerde tabir edilen özelliği ve altıncı hissi ortadan kalkardı. Bu da uzak bir ihtimaldir. Bu bakımdan batınî basiret, zahirî gözden daha kuvvetlidir. Kalp, gözden daha iyi kavrar. Aklen idrak edilen manaların güzelliği, gözle görünen zahir suretlerin güzelliğinden daha büyüktür.

Bu bakımdan duyularla idrak etmekten yüce olan ilahî ve şerefli şeylerden kalbin idrak etmesiyle meydana gelen daha kusursuzdur. Öyleyse sağlam tabiatın zevki, sıhhatli aklın buna meyli daha kuvvetlidir. Zaten sevginin manası idrakinde zevk duyulana meyletmekten başka birşey değildir. Nitekim bunun tafsilatı gelecektir. Durum bu olduktan sonra Allah sevgisini, ancak kusurluluğun kendisini hayvanların derecesine indirdiği, duyuların idrakinden öteye geçemeyen kimse inkar eder.

Üçüncü Esas
İnsanın kendi nefsini sevdiği gizli değildir. Nefsi için başkasını sevmesi de bir hakikattir; acaba başkasını, nefsi için değil de onun zatından dolayı sevmesi düşünülebilir mi? İşte zayıflar için çözülmesi zor olan nokta budur. Hatta zayıflar insanın başkasını, onun zatından dolayı sevmesinin düşünülemeyeceğini zannederler. Ancak onda onun zatını idrak etmekten başka, sevene yönelen bir pay olursa durum değişir. Hakikatte ise, böyle bir sevgi mümkündür ve vardır.

9) Nesaî

Muhabir: Yazar Silinmiş