Sureler olaylar üzerine ihtiyaca binaen inmiştir. Bunun için surelerin meallerine bakarken iniş sebeplerinin de bilinmesi surenin muhtevasını daha iyi kavranmasını sağlar. Sizin için surelerin iniş sebeplerini araştırdık. Bu yazımızda Necm suresinin neden indirildiğini bulabilirsiniz. İşte Necm suresi nuzul sebebi...
Kur'an-ı Kerim'in elli üçüncü suresi. Altmış iki ayet, üç yüz altmış kelime ve bin dört yüz beş harften ibarettir. Fasılası "elif", "nun", "vav", "te" ve "ya" harfleridir. Mekkî surelerden olup, İhlas suresinden sonra nazil olmuştur. Otuz ikinci ayeti Medenîdir. Adını ilk ayetinde geçen "necm" kelimesinden almıştır. Ancak bu kelimenin surenin muhtevası ile doğrudan bir ilgisi yoktur.
İçinde secde ayeti bulunan ve Mekke'de Resulullah (s.a.s)'ın açıkça her kese karşı okuduğu ilk suredir. Buharî'nin İbn Abbas (r.a)'dan rivayet ettiği bir hadiste şöyle denilmektedir: "Peygamber (s.a.s), Necm sûresini okudu ve sonra secde etti. Onunla birlikte müslümanlar, müşrikler ve cinler, hepsi birden secde ettiler. Sadece Umeyye bin Halef secde etmekten kaçındı ve yerden bir avuç toprak alıp alnına sürerek şöyle deki: "Bana bu yeter" (el-Kurtubî, el-Cami' Li Ahkamil-Kur'an, Beyrut 1966, XVII, 81).
Habeşistan'a hicret eden müminler bu hadiseyi duydukları zaman, Mekke'deki müşriklerin topluca iman ettiklerini zannetmişler ve bazıları Mekke'ye geri dönmeye karar vermişti. Mekke'ye bir saatlik bir mesafeye geldiklerinde Kinane kabilesinden birisi ile karşılaştılar ve Mekke'deki olayı sordular. Meselenin hiç de kendilerinin haber aldıkları gibi olmadığını ve müslümanlara işkencenin devam ettiğini öğrendiler. Bunun üzerine Habeşistan'a birincisinden daha kalabalık bir ikinci hicret yapıldı (İbn Sa'd, et-Tabakatül-Kübra, Beyrut ty, I, 205-207).
Bu rivayetlerden surenin risaletin beşinci yılında nazil olduğu anlaşılmaktadır.
Sure, müşriklerin Peygamber (s.a.s)'e yönelttikleri itirazlarının asılsız olduğunu, onun bir peygamber, okuduklarının ise Cibrîl vasıtası ile indirilmiş Allah kelamı olduğunu ve Allah'dan başka tapılanların anlamsızlık ve güçsüzlüklerini ulvî bir ahenkle sıralanmış ayetlerle ortaya koyuyor. Allah Teala, Kur'an'a "insan sözüdür" diyenlere sadece ayetlerin manaları ile değil, o eşsiz uslübuyla da cevaplar vermiştir. Kur'an'a "insan sözüdür" diyenler onun ilahî yapısı karşısında acze düşmüşler, iddialarını ispata çağrıldıkları halde buna cesaret bile edememişlerdi: "Kulumuz Muhammed'e indirdiğimizden şüphede iseniz, onun benzeri bir sure meydana getirin. Eğer iddianızda samimi iseniz, Allah dan başka şahitlerinizi de çağırınız" (el-Bakara, 2/23).
Hz. Muhammed (s.a.s), müşriklerin iddia ettiği gibi ne kötü bir yola sapmış ve ne de hakkı çiğneyerek azanlardan olmuştur: Arkadaşınız (Muhammed) ne doğru yoldan sapmış, ne de azmıştır" (2). O, sadece Rabbinin kendisine vahyettiğini insanlara bildirmektedir. Söylediklerinden hiçbirisini kendi arzu ve hevasından söylememiştir: "O, kendiliğinden konuşmaz" (3). Bu ayet, sadece Kur'an ayetlerinin değil, Resulullah (s.a.s)'in kendi söz, fiil ve davranışlarının da Allah Teala'nın yönlendirmesi ve kontrolü dahilinde cereyan ettiğini ortaya koymaktadır. Bunun içindir ki, İslam hukukçuları, Sünneti teşriin ikinci kaynağı olarak kabul etmişlerdir. Peygamberin söylediği her söz, yaptığı her iş ve onayladığı her davranış, müslümanlar için örnek alınıp, uyulması gereken kuralları ihtiva eden, teşriin kaynaklarından birer kaynaktırlar. Bu, bir sonraki ayette daha açık bir şekilde dile getirilmektedir: "Onun her konuştuğu, Allah tarafından vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir" (4). Yani Allah Teala, kusursuz bir örnek olsun diye, Kur'anı ona vahyetmiş ve pratik hayata uygulanışını, onun yaşantısı ile bütün insanlığa göstermiştir. İnanan insanlar, İslam'ı Resulullah (s.a.s)'ın yaşadığını örnek alarak hayatlarına tatbik etmek zorundadırlar.
Bunun peşinden, vahyi Peygamber (s.a.s)'e getiren Cebrail (a.s)'dan ve müşriklerin onun hakkında yaptığı tartışmalardan bahsediliyor. Cebrail (a.s)'ın her yönüyle mükemmel bir varlık olduğu, vahyi Peygamber'e getirirken görevini eksiksiz olarak yerine getirdiği haber verilmekte ve onun Resulullah (s.a.s)'a aslî suretinde bir kaç defa göründüğünden söz edilmektedir: "Andolsun, onu diğer bir defa daha gördü" (13).
Resulullah (s.a.s), Mirac'a çıktığı zaman Allah Teala, büyük ayetlerinden bir kısmını göstermiş, onu ilahî azamet hakkında bilgilendirmişti: "Şüphesiz Muhammed orada Rabbinin, delillerinden en büyüğünü gördü" (18). Allah'ın büyüklüğü, varlığın üzerindeki tahakkümü ve her şeyin O'nun emrine boyun eğişi çeşitli şekillerde tebliğ edildikten sonra, hala iman etmeyip, hiçbir anlamı olmayan ve kendi elleriyle yaptıkları putlara tapan müşriklere hayret ifade eden bir uslûbla şöyle soruluyor: "Şimdi siz ilah olarak Lat'ı, Uzza' yı ve diğer üçüncüleri olan Menat'ı mı görüyorsunuz?" (19-20).
Mekkeli müşrikler tapındıkları bu dişi ilaheleri Allah'ın kızları olarak görüyorlardı. Allah Teala, onların bu akıl dışı ve hiçbir mantık ölçüsüne sığdırılması mümkün olmayan inançlarını tenkid ederek, ne kadar büyük bir açmazın içerisinde bulunduklarını gözler önüne sermektedir: "Erkekler sizin de, kızlar Allah'ın mı? Öyleyse bu insafsızca bir taksimdir" (21-22). Yani siz bu ilaheleri Allah'ın kızları olarak kabul ediyorsunuz. Bu ne kadar saçma ve anlamsızdır ki, kendiniz için kız çocuğu edinmeyi bir zül telakki ederken, utanmadan onları Allah'a nisbet edebiliyorsunuz.
Müşrikler, tapındıkları putları, Allaha karşı kendilerine birer şefaatçi olarak telakki ediyor, zor zamanlarında onların korumasına sığınıyorlardı. Bir dertleri olduğu zaman, bugün de bazı putperest topluluklarda örnekleri görülen tarzda gidip onlara şikayetçi oluyorlardı. Halbuki bu putlar, hiç bir anlamı olmayan ve kimseye ne fayda ne de zarar veremeyecek olan, kendi elleriyle yaptıkları cansız varlıklardı. Onlar, ellerinde hiç bir delilleri olmadığı halde, atalarından işitip gördükleri minval üzere, yaptıklarını hiç bir tenkide tabi tutmadan aynıyla devam ettiriyorlardı: "Taptığınız bu putlar sizin ve atalarınızın uydurduğu boş isimlerden başka birşey değildir. Allah onların hak olduğu hususunda hiç bir delil indirmemiştir" (23).
Bu şekilde putlar edinip onlara saygı göstererek tapınma olayının bu günkü "ilkel toplum" anlayışıyla izah edilecek bir tarafı yoktur. Çünkü günümüzde, kendilerinin çağdaş ve yüksek kültür seviyesinde olduklarını iddia eden bir takım topluluklar, hala o eski çağların ilkel anlayışlarının devamı niteliğinde olan bir tarzda, kendi düşünceleriyle üretip ilahlaştırdıkları bir takım tağutların, heykellerini dikerek, şikayet, istek ve arzularını gidip onlara arz edebiliyor ve onlardan medet umabiliyorlar. İcra edilen tapınma olayı incelendiğinde bugün yapılanla yüzlerce yıl önce icra edilen tapınmanın mahiyet itibarıyla birbirinden hiç de farklı olmadığı görülecektir. Bu da, cahiliyye anlayışının geleneksel olduğunu, görüntü itibariyle farklı gibi görünse bile, binlerce yıl öncesinin yöntemlerinin aynıyla kullanıldığını göstermektedir.
Bu varlıklardan, yardım ve şefaat dilemenin hiçbir mantıkî dayanağı yoktur. Çünkü, Allah Teala'nın dilemesi olmadan, hiç bir şeyin bir başkasına faydası ve zararı dokunamaz. Allah'ın nezih kulları olan melekler bile O'nun izni olmadan hiç kimseye bir yardım edemezken, Allah'a şirk koşulan cansız şeyler; nasıl bir fayda sağlayabilir?
Bu gerçekler ifade edildikten sonra; inkarcıların inkar ettikleri şey hakkındaki bilgisizliklerinden bahsedilerek, onların Allah tarafından mutlaka cezalandırılacakları gerçeği zikredilir.
İman edip iyilikte bulunanlar ise, en güzel şekilde mükafatlandırılacaklardır. Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıklardan şiddetle kaçınırlar. Küçük günahları ise Allah tarafından bağışlanacaktır. Bütün bunlar, inkarcıların veya başkalarının istek ve arzuları doğrultusunda gerçekleşecek değildir. Bu kararı, her şeyi hakkıyla bilen Allah Teala verecektir. Bu hususu Allah Teala şöyle ifade etmektedir: "O iyi amellerde bulunanlar küçük kusurları hariç, büyük günahlardan ve hayasızlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması bol olandır. Kimin takva üzere olduğunu da O çok iyi bilir" (32).
Bunun peşinden, Hz. İbrahim (a.s) ve Musa (a.s)'a verilen sahifelerde açıklanmış olan dinin temel prensipleri zikredilir: "Kimse kimsenin günahını yüklenmez. İnsan için çalıştığının karşılığından başka bir şey yoktur. İnsan yaptığı amelinin karşılığını mutlaka görür" (38-40).
Bu ayetler, çok büyük gerçekleri ihtiva etmektedir: Her insan, işlediği kötü amel işin yalnızca kendisi ceza görür. Yani suçların şahsiliği prensibi getirilmiştir. Hiç kimse, başkasının işlediği bir suçtan dolayı sorgulanamaz.
Ayrıca insan, mükafat ve ceza olarak, yalnızca kendi işlemiş olduğu şeylerin karşılığını bulacaktır. Yani göreceği cezalandırma, yaptığı şeylerin karşılığı olacaktır. Mükafatlandırma için de aynı prensibe göre karşılık görecektir (Bu ayetlerin getirdiği hükümlerle ilgili olarak daha fazla bilgi için bk. el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 113115).
Daha sonra, Allah Teala'nın mevcudatta cereyan eden bütün hareketlerin halikı olduğu vurgulanmaktadır.
İnsan bütün varlığıyla Allah Teala'ya bağımlıdır. Yaptığı her hareketin ve yaşadığı her duygunun tek müsebbibi O'dur: "Şüphesiz ki, güldüren de ağlatan da O'dur. Öldüren de, dirilten de O'dur..." (43-44).
İnsanlar, Âd'ın, Semud'un ve onlardan önceki Nuh kavminin helaklerine dair haberleri değişik şekillerde yorumlayabilirler. Bu günkü materyalist kafaların iddia ettikleri gibi tabii afet diye nitelendirebilirler. Ama, Allah Teala, bu helakleri onların küfürlerinde diretmeleri sonucu başlarına getirdiğini mutlak şekilde beyan ediyor: Âd ve Semud kavimlerinden önce Nuh kavmini helak eden de O'dur. Onlar daha zalim ve daha azgın idiler. Lût kavminin altı üstüne gelen memleketini yere gömen de O'dur" (52-53). Bu zalim toplulukların takip ettiği yolu izleyenler de onlar gibi yok edilecek ve ilahî cezalandırma ile karşılaşacaklardır: "Onları o kuşatan azap kuşatmıştı" (54).
Surenin sonuna doğru, Hz. Muhammed'in evvelki peygamberler gibi yaklaşan kıyamet ve cehennem azabıyla uyaran bir uyarıcı olduğu tekrar vurgulanarak, kıyamet anının yaklaştığı ve onun ne zaman vaki olacağının Allah Teala'dan başka hiç kimse tarafından bilinemezliği gerçeği ortaya konuluyor:" Bu peygamber de önceki uyarıcılardan biridir. Kıyamet yaklaştı. Kıyameti Allah'dan başka kimse açığa çıkaramaz" (56-58).
Kafirlerin bu haberler karşısında takındıkları tavırları, tehdit ifade eden bir uslubla dile getirilmektedir: "Siz, bu söze şaşıyor musunuz? Gülüyor da ağlamıyor musunuz? Gaflet içinde oyalanıyorsunuz" (59-61).
Sure, Allah'a secde edilip, kulluğun sadece O'na tahsis edilmesini emreden ayetle son buluyor:"Artık Allah'a secde edin ve sadece O'na kulluk yapın" (62).
Resulullah (s.a.s) bu sureyi okuyup, son ayetini tilavet ettikten sonra secdeye kapanmış ve oradaki müşrikler de dahil herkes birlikte secdeye kapanmıştı. Bazı İslam düşmanları bu olay üzerine bir takım uydurma rivayetlere dayanarak, vahyin gelişindeki güvenirlilik hakkında şüphe uyandırmaya çalışmışlardır (Garanik adıyla zikredilen bu olay için bk. Garanik mad.).
Necm Suresi Nuzül Sebebi
Mekke-i Mükerreme'de ve İhlas Sûresinden sonra nazil olmuştur.
el-Hasen, İkrime, Ata ve Cabir kavlinde sûrenin tamamı mekkîdir, İbn Abbas ve Katade kavlinde "Onlar ki ufak tefek kusurları dışında günahın büyüklerinden ve hayasızlıktan kaçınırlar..." (ayet: 32) ayeti bundan istisna edilmiştir. Bu ayeti Medine'de inmiştir.
Necm Sûresi Hz. Peygamber (sa)'in, Mekke'de ilan etmiş olduğu ilk sûredir.
Buharî'nin Nasr ibn Ali kanalıyla Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetinde o şöyle demiştir:
İçinde tilavet secdesi indirilen ilk sûre Necm Süresidir. (Bu Sûredeki secde ayetini okuyunca) Hz. Peygamber (sa) secde etti, arkasında bulunanlar da secde etti. Bir kişi hariç ki o da yerden bir avuç toprak alıp onun üzerine secde etti. Daha sonra bu kişinin kafir olarak öldürüldüğünü gördüm. O, Ümeyye ibn Halef idi.
Bahr'de bu kişinin Ebu Leheb olduğu zikredilmişse de Alûsî bu iki rivayetin arasını bulma sadedinde hem Ümeyye'nin, hem de Ebu Leheb'in böyle yapmış olduklarının muhtemel olduğunu belirtir.
Âyetlerinin adedi, altmış ikidir.
24. Yoksa her umduğu şey insanın mıdır?
29. Onun için sen, Bizim zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyenlerden yüz çevir.
Bu ayet-i kerimelerin en-Nadr ibnu'l-Haris hakkında indiği de el-Velîd ibnu'l-Muğîra hakkında indiği de söylenmiştir.[6]Herhalde hükmü her kafir hakkında geneldir.
32. "Sizi yerden var ederken ve siz annelerinizin karınlarında cenin halinde iken sizleri çok iyi bilen O'dur. Kendinizi temize çıkarmayın. O, sakınanı çok iyi bilir."
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Ebû Bekr b. el-Haris, Ebû Şeyh el-Hafız'dan, o İbrahim b. Muhammed b. Hasan'dan, o Ahmed b. Sa'd'dan, o İbn Vehb'den, o İbn Lehia'dan, o Haris b. Zeyd'den, o da Sabit b. Harisi Ensarî'den şöyle dediğini bize haber verdi:
"Yahudiler küçük bir çocukları helak olduğunda:
"O, sıddıktır" derlerdi. Bu haber Rasuiullah (s.a.v.)'a ulaşınca buyurdu ki:
"Yahudiler yalan söylemiştir. Allah Teala'nın annesinin karnında yarattığı hiçbir nefis bulunmaz ki, o ya şaki veya said olmasın." Allah Teala da o esnada bu ayeti indirdi."
2- Kafirlerin müslümanlara:
"Dün siz de bizim gibiydiniz ve bizim yapmakta olduğumuz şeyleri yapıyordunuz." demeleri üzerine nazil olduğu da söylenmiştir
Sûrenin mekkî oluşuna bu sebep daha uygundur.
33-34. "Yüz çevireni ve malından biraz verip sonra vermemekte direneni gördün mü?"
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İbn Abbas, Süddî, Kelbî ve Müseyyeb b. Şerik dediler ki:
"Bu ayet Osman b. Affan hakkında nazil oldu. O. hayır hususunda tasadduk eder, harcardı. Bunun üzerine onun süt kardeşi Abdullah b. Ebî Serh:
"Bu yaptığın nedir? Neredeyse hiçbir şeyin kalmayacak." dedi. Osman da:
"Benim çok günahım ve hatalarrm var. Dolayısıyla bu yaptığımla Allah Teala'nın benden hoşnut olmasını talep edip ve O'nun affını umuyorum" dedi. Abdullah da ona dedi ki:
"Deveni yüküyle beraber bana ver. Senin namına bütün günahlarını ben taşıyayım." Osman da deveyi ona verdi ve buna şahit getirdi. Sadakadan yapmış olduğu bazı şeyleri men etti. Bunun üzerine Allah Teala bu ayeti indirdi. Hz. Osman, daha önceden yapmakta olduğu hayırlardan daha iyisini ve güzelini yapmaya devam etmiş"
Ancak Razî, bunun batıl bir kavil olduğu ve Hz. Osman'ın durumunun ve her zaman infakta bulunmasının bu kavli yalanladığı değerlendirmesinde bulunur.
Alûsî de bu rivayetin batıl olduğunu söyledikten sonra İbn Atıyye'nin bu rivayet hakkında "Aslı yoktur." dediğini de nakleder.
2- Mücahid ve İbn Zeyd dediler ki:
"Bu ayet Velid b. Muğire hakkında nazil oldu. Bu zat Rasulullah (s.a.v.)'ın dinine tabi oldu. Bu sebeple bazı müşrikler onu ayıplayıp dediler ki:
"Büyüklerin dinini niçin terkedip, onlara sapık deyip, cehennemlik olduklarını iddia ettin?" O da:
"Ben, Allah'ın azabından korktum" dedi. Bunun üzerine müşriklerden bazısı malından kendisine birazcık verip tekrar şirke dönmesi halinde Allah Teala'nın azabını onun namına yükleneceğine dair ona kefil oldu. O da kendisini kınayana, kefil olduğu şeyin bir kısmını verdi. Sonra cimrilik yapıp, geri kalanı vermemiş. Allah Teala da bu ayeti indirdi."
3- Süddî ise bu ayetlerin el-As ibn Vail es-Sehmî hakkında indiğini söylemiştir.
4- Dahhak der ki: Nadr ibnu'l-Haris hakkmda nazil olmuştur. O, fakir muhacirlerden birine, dininden dönmesi karşılığında 5 deve vermeyi va'detmiş ve "Dininden dönmen eğer bir günah ise bu günahını da ben yüklenirim." demiş de ayet bunun üzerine nazil olmuş.
5- Muhammed bin Ka'b el-Kurazî'ye göre ise Ebu Cehil hakkında inmiştir. Ebu Cehil,
"Vallahi aslında Muhammed üstün ahlaktan başka bir şey emretmiyor" demişti.
"Biraz verip de gerisini sert kaya gibi tuttu" ayeti işte bunu ifade etmektedir.
6- İkrime'den İbnu Ebî Hatim anlattı:
"Nebî Aleyhisselam bir harbe çıktı. Biri geldi binek istiyordu. Onu üzerinde çıkarabileceği bir şey bulamadı. O kimsenin bir dostu karşısına geldi. O zat dostuna:
"Bana taşıyacak bir şey ver." dedi. Dostu:
"Günahlarımı taşıman üzerine benim şu devemi sana veririm." dedi. O zat:
"Peki." dedi. Allahu Teala. Necm: 53/33-41 ayetlerini indirdi."
7- İbn Ebî Hatim'in Derrac Ebu's-Semih'den rivayetle tahric ettiği bir haberde o şöyle anlatıyor:
Bir seriyyeye çıkılacaktı. Bir adam Rasûlullah (sa)'a geldi ve seriyyeye katılmak üzere kendisine bir binit vermesini istedi. Rasûlullah (sa):
"Seni bindirecek bir binit bulamıyorum." buyurdular. Adam üzgün bir şekilde oradan ayrıldı. Yolda, develeri önünde ıhtırılmış birisini gördü ve durumunu ona şikayet etti. O da:
"Seni develerimden birine bindireyim ve iyiliklerinle orduya kavuşasın ister misin?" dedi. Adam:
"Evet isterim." dedi ve develerden birisine bindi de Sonra "Ona karşılığı tastamam verilecektir." e kadar olmak üzere "Gördün mü o yüz çevireni..." ayet-i kerimeleri nazil oldu.
Bu rivayetlere nazaran bu ayet-i kerimenin Medine-i Münevvere'de nazil olmuş olması gerekir. Halbuki sûre bütünüyle Mekke'de nazil olmuştur ve içinde medenî ayet veya ayetler de yoktur.
8- İbnu Zeyd'den İbnu Cerir anlattı:
"Biri Müslüman oldu. Kendisini ayıplayanlardan biri ile karşılaştı. Ona:
"Şeyhlerin dinini bıraktın onları sapıttırdın ve onları Cehennemde zannettin." dedi. Müslüman olan:
"Ben Allah'ın azabından korkuyorum." dedi. Ayıplayan:
"Bana bir şey ver senin üzerinde olan azabı ben yüklenirim." dedi.
Müslüman olan ona bir şey verdi, Ayıplayan:
"Fazlalaştır, zorlaştı." dedi. O da ona bir şey verdi, bir yazı yazdı ve onu şahit etti, bunun hakkında, Necm: 53/33-41 ayetleri indirildi."
43 "Doğrusu, güldüren de ağlatan da Odur."
Ahmed b Muhammed b. İbrahim el-Vaiz, Ebû Abdillah Hüseyn b. Muhammed es-Sakafi'den o Abdullah b. Fadıl'dan, o Muhammed b. Ebî Bekr el-Makdemî'den, o Delal bint-i Ebu'l-Mudill'den, o Sahba'dan, o da Aişe'den bize şu rivayette bulundu:
"Rasulullah (s.a.v.) gülen bir topluluğa uğradı da buyurdu ki:
"Eğer siz, benim bildiğimi bilseniz çok ağlar, az gülerdiniz." Bu sebeple Cibril (a.s.) kendisine gelip:
-Allah Teala şöyle buyuruyor: "Güldüren de O'dur, ağlatan da O'dur." ded, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Kırk adım atmamamıştım ki, Cibril (a,s bana rastladı da dedi ki:
"Şu kimselere git ve onlara Allah Azze ve Celle'nin şöyle buyurduğunu söyle: "Güldüren de O'dur, ağlatan da O'dur."
61. Ve siz, habersiz oyalanmaktasınız.
İbn Ebî Hatim'in İbn Abbas'tan rivayetle tahricine göre bir gün Mekke müşrikleri, Hz. Peygamber (sa) namaz kılarken yanından kibirlenerek geçmişler de ayet bunun üzerine nazil olmuş.
62. Haydi Allah 'a secde edin ve O 'na ibadet edin.
Nasr ibn Ali kanalıyla Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayette o şöyle demiştir: İçinde secde olan sûrlerden ilk nazil olanu Necm'dir. Allah'ın Rasûlü (sa) (bu Sûredeki secde ayetini okuyunca) secde etti, arkasında olanlar da secde ettiler. Sadece bir adam secde etmedi de yerden bir avuç toprak aldı ona secde etti. Daha sonra o adamın kafir olarak öldürüldüğünü gördüm: Ümeyye ibn Halef idi.





