Kuranı Kerimde 114 sure bulunuyor. Son mukaddes kitap Kuran'ın surelerinden bir de Neml suresidir. Neml suresi Kuranı Kerimin 27. suresidir. 93 ayeti kerime olan Neml suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. Neml karınca anlamına geliyor. Neml suresinde Suleyman aleyhisselamın ordusuna yol gösteren karıncalardan bahsedildiği için bu adı almıştır. İşte Neml suresi, Neml suresinin okunuşu ve anlamı

NEML SURESİNİN OKUNUŞU VE ANLAMI

Neml 1 (Mealleri Karşılaştır): Ta sîn, tilke ayatul kur'ani ve kitabin mubîn(mubînin).
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ طسٓ ۚ تِلْكَ ءَايَٰتُ ٱلْقُرْءَانِ وَكِتَابٍ مُّبِينٍ
Ta-Sîn. Bunlar Kur'an'ın, apaçık bir kitabın ayetleridir.

Neml 2 (Mealleri Karşılaştır): Huden ve buşra lil mu'minîn(mu'minîne).
هُدًى وَبُشْرَىٰ لِلْمُؤْمِنِينَ
(2-3) Kur'an, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahirete de kesin olarak inanan mü'minler için bir hidayet rehberi ve bir müjdedir.

Neml 3 (Mealleri Karşılaştır): Ellezîne yukîmûnes salate ve yu'tûnez zekate ve hum bil ahıreti hum yûkınûn(yûkınûne).
ٱلَّذِينَ يُقِيمُونَ ٱلصَّلَوٰةَ وَيُؤْتُونَ ٱلزَّكَوٰةَ وَهُم بِٱلْءَاخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
(2-3) Kur'an, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahirete de kesin olarak inanan mü'minler için bir hidayet rehberi ve bir müjdedir.

Neml 4 (Mealleri Karşılaştır): İnnellezîne la yu'minûne bil ahireti zeyyenna lehum a'malehum fe hum ya'mehûn(ya'mehûne).
إِنَّ ٱلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِٱلْءَاخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ أَعْمَٰلَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَ
Şüphesiz, ahiret hayatına inanmayanların işlerini biz kendilerine güzel göstermişizdir de o yüzden bocalayıp dururlar.

Neml 5 (Mealleri Karşılaştır): Ulaikellezîne lehum sûul azabi ve hum fîl ahıreti humul ahserûn(ahserûne).
أُو۟لَٰٓئِكَ ٱلَّذِينَ لَهُمْ سُوٓءُ ٱلْعَذَابِ وَهُمْ فِى ٱلْءَاخِرَةِ هُمُ ٱلْأَخْسَرُونَ
Onlar, azabın en kötüsü kendilerine has olan kimselerdir. Onlar ahirette en çok ziyana uğrayanlardır.

Neml 6 (Mealleri Karşılaştır): Ve inneke le tulekkal kur'ane minledun hakîmin alîm(alîmin).
وَإِنَّكَ لَتُلَقَّى ٱلْقُرْءَانَ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ عَلِيمٍ
Şüphesiz bu Kur'an sana, hüküm ve hikmet sahibi, hakkıyla bilen Allah tarafından verilmektedir.

Neml 7 (Mealleri Karşılaştır): İz kale mûsa li ehlihî innî anestu nara(naren), se atîkum minha bi haberin ev atîkum bi şihabin kabesin leallekum tastalûn(tastalûne).
إِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِأَهْلِهِۦٓ إِنِّىٓ ءَانَسْتُ نَارًا سَـَٔاتِيكُم مِّنْهَا بِخَبَرٍ أَوْ ءَاتِيكُم بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَّعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ
Hani Mûsa, ailesine, "Ben bir ateş gördüm, ondan size bir haber, yahut ısınasınız diye bir kor ateş getireceğim" demişti.

Neml 8 (Mealleri Karşılaştır): Fe lemma caeha nûdiye en bûrike men fîn nari ve men havleha, ve subhanallahi rabbil alemîn(alemîne).
فَلَمَّا جَآءَهَا نُودِىَ أَنۢ بُورِكَ مَن فِى ٱلنَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَا وَسُبْحَٰنَ ٱللَّهِ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
(Mûsa) Ateşe varınca ona şöyle seslenildi: "Ateşin başındaki de çevresindekiler de kutlu olsun! Âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden uzaktır."

Neml 9 (Mealleri Karşılaştır): Ya mûsa innehû enallahul azîzul hakîm(hakîmu).
يَٰمُوسَىٰٓ إِنَّهُۥٓ أَنَا ٱللَّهُ ٱلْعَزِيزُ ٱلْحَكِيمُ
"Ey Mûsa! Gerçek şu ki, ben mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah'ım."

Neml 10 (Mealleri Karşılaştır): Ve elkı asak(asake), fe lemma reaha tehtezzu ke enneha cannun vella mudbiren ve lem yuakkıb, ya mûsa la tehaf innî la yehafu ledeyyel murselûn(murselûne).
وَأَلْقِ عَصَاكَ ۚ فَلَمَّا رَءَاهَا تَهْتَزُّ كَأَنَّهَا جَآنٌّ وَلَّىٰ مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْ ۚ يَٰمُوسَىٰ لَا تَخَفْ إِنِّى لَا يَخَافُ لَدَىَّ ٱلْمُرْسَلُونَ
"Değneğini at." (Mûsa değneğini attı.) Onu yılanmış gibi hareket eder görünce, dönüp ardına bakmadan kaçtı. (Allah, şöyle dedi): "Ey Mûsa, korkma! Benim katımda peygamberler korkmazlar."

Neml 11 (Mealleri Karşılaştır): İlla men zaleme summe beddele husnen ba'de sûin fe innî gafûrun rahîm(rahîmun).
إِلَّا مَن ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْنًۢا بَعْدَ سُوٓءٍ فَإِنِّى غَفُورٌ رَّحِيمٌ
"Ancak kim zulmeder de sonra (yaptığı) kötülüğün yerine iyilik yaparsa bilsin ki şüphesiz ben çok bağışlayıcıyım, çok merhamet edenim."

Neml 12 (Mealleri Karşılaştır): Ve edhıl yedeke fî ceybike tahruc beydae min gayri sûin fî tis'ı ayatin ila fir'avne ve kavmih(kavmihî), innehum kanû kavmen fasikîn(fasikîne).
وَأَدْخِلْ يَدَكَ فِى جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَآءَ مِنْ غَيْرِ سُوٓءٍ ۖ فِى تِسْعِ ءَايَٰتٍ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَقَوْمِهِۦٓ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا۟ قَوْمًا فَٰسِقِينَ
"Elini koynuna sok; Firavun'a ve onun kavmine gönderilen dokuz mucizeden biri olarak, kusursuz bembeyaz olarak çıksın. Çünkü onlar fasık bir kavimdir."

Neml 13 (Mealleri Karşılaştır): Fe lemma caethum ayatuna mubsıraten kalû haza sihrun mubîn(mubînun).
فَلَمَّا جَآءَتْهُمْ ءَايَٰتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا۟ هَٰذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ
Nitekim ayetlerimiz kendilerine gerçeği gösterecek biçimde gelince, "Bu apaçık bir sihirdir" dediler.

Neml 14 (Mealleri Karşılaştır): Ve cehadû biha vesteykanetha enfusuhum zulmen ve uluvva(uluvven), fenzur keyfe kane akıbetul mufsidîn(mufsidîne).
وَجَحَدُوا۟ بِهَا وَٱسْتَيْقَنَتْهَآ أَنفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا ۚ فَٱنظُرْ كَيْفَ كَانَ عَٰقِبَةُ ٱلْمُفْسِدِينَ
Kendileri de bunların hak olduklarını kesin olarak bildikleri halde, sırf zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötürü onları inkar ettiler. Ama bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!

Neml 15 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad ateyna davûde ve suleymane ilma(ilmen), ve kalal hamdu lillahillezî faddalena ala kesîrin min ibadihil mu'minîn(mu'minîne).
وَلَقَدْ ءَاتَيْنَا دَاوُۥدَ وَسُلَيْمَٰنَ عِلْمًا ۖ وَقَالَا ٱلْحَمْدُ لِلَّهِ ٱلَّذِى فَضَّلَنَا عَلَىٰ كَثِيرٍ مِّنْ عِبَادِهِ ٱلْمُؤْمِنِينَ
Andolsun! Biz Davûd'a ve Süleyman'a ilim verdik. Onlar, "Hamd, bizi mü'min kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a mahsustur" dediler.

Neml 16 (Mealleri Karşılaştır): Ve varise suleymanu davûde ve kale ya eyyuhen nasu ullimna mentıkat tayrı, ve ûtîna min kulli şey'(şey'in), inne haza le huvel fadlul mubîn(mubînu).
وَوَرِثَ سُلَيْمَٰنُ دَاوُۥدَ ۖ وَقَالَ يَٰٓأَيُّهَا ٱلنَّاسُ عُلِّمْنَا مَنطِقَ ٱلطَّيْرِ وَأُوتِينَا مِن كُلِّ شَىْءٍ ۖ إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ ٱلْفَضْلُ ٱلْمُبِينُ
Süleyman, Davûd'a varis oldu ve, "Ey insanlar, bize kuş dili öğretildi ve bize her şey verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir lütuftur" dedi.

Neml 17 (Mealleri Karşılaştır): Ve huşire li suleymane cunûduhu minel cinni vel insi vet tayrı fe hum yûzeûn(yûzeûne).
وَحُشِرَ لِسُلَيْمَٰنَ جُنُودُهُۥ مِنَ ٱلْجِنِّ وَٱلْإِنسِ وَٱلطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ
Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde toplandı. Hep birlikte düzenli olarak sevk ediliyorlardı.

Neml 18 (Mealleri Karşılaştır): Hatta iza etev ala vadin nemli kalet nemletun ya eyyuhen nemludhulû mesakinekum, la yahtımennekum suleymanu ve cunûduhu ve hum la yeş'urûn(yeş'urûne).
حَتَّىٰٓ إِذَآ أَتَوْا۟ عَلَىٰ وَادِ ٱلنَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٰٓأَيُّهَا ٱلنَّمْلُ ٱدْخُلُوا۟ مَسَٰكِنَكُمْ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَٰنُ وَجُنُودُهُۥ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Nihayet karınca vadisine geldikleri vakit bir karınca, "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesinler" dedi.

Neml 19 (Mealleri Karşılaştır): Fe tebesseme dahıken min kavliha ve kale rabbi evzı'nî en eşkure ni'metekelletî en'amte aleyye ve ala valideyye ve en a'mele salihan terdahu ve edhılnî bi rahmetike fî ibadikes salihîn(salihîne).
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِّن قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِىٓ أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ ٱلَّتِىٓ أَنْعَمْتَ عَلَىَّ وَعَلَىٰ وَٰلِدَىَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَٰلِحًا تَرْضَىٰهُ وَأَدْخِلْنِى بِرَحْمَتِكَ فِى عِبَادِكَ ٱلصَّٰلِحِينَ
Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: "Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!"

Neml 20 (Mealleri Karşılaştır): Ve tefekkadat tayra fe kale maliye la eral hudhude em kane minel gaibîn(gaibîne).
وَتَفَقَّدَ ٱلطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِىَ لَآ أَرَى ٱلْهُدْهُدَ أَمْ كَانَ مِنَ ٱلْغَآئِبِينَ
Süleyman, kuşlara göz atıp yokladı ve şöyle dedi: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?"

Neml 21 (Mealleri Karşılaştır): Le uazzibennehu azaben şedîden ev le ezbehannehû ev le ye'tiyennî bi sultanin mubîn(mubînin).
لَأُعَذِّبَنَّهُۥ عَذَابًا شَدِيدًا أَوْ لَأَا۟ذْبَحَنَّهُۥٓ أَوْ لَيَأْتِيَنِّى بِسُلْطَٰنٍ مُّبِينٍ
"Bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirmedikçe kesinlikle onu ağır bir şekilde cezalandıracağım, ya da kafasını keseceğim."

Neml 22 (Mealleri Karşılaştır): Fe mekese gayre baîdin fe kale ehattu bi ma lem tuhıt bihî ve ci'tuke min sebein bi nebein yakîn(yakînin).
فَمَكَثَ غَيْرَ بَعِيدٍ فَقَالَ أَحَطتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِۦ وَجِئْتُكَ مِن سَبَإٍۭ بِنَبَإٍ يَقِينٍ
Derken Hüdhüd çok beklemedi, çıkageldi ve (Süleyman'a) şöyle dedi: "Senin bilmediğin bir şey öğrendim. Sebe'den sana sağlam bir haber getirdim."

Neml 23 (Mealleri Karşılaştır): İnnî vecedtumreeten temlikuhum ve ûtiyet min kulli şey'in ve leha arşun azîm(azîmun).
إِنِّى وَجَدتُّ ٱمْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِن كُلِّ شَىْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ
"Ben, onlara (Sebe halkına) hükümdarlık eden, kendisine her şeyden bolca verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadın gördüm."

Neml 24 (Mealleri Karşılaştır): Vecedtuha ve kavmeha yescudûne liş şemsi min dûnillahi ve zeyyene lehumuş şeytanu a'malehum fe saddehum anis sebîli fe hum la yehtedûn(yehtedûne).
وَجَدتُّهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِن دُونِ ٱللَّهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ ٱلشَّيْطَٰنُ أَعْمَٰلَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ ٱلسَّبِيلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَ
"Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe taptıklarını gördüm. Şeytan, onlara yaptıklarını süslü göstermiş ve böylece onları yoldan çıkarmış. Bu yüzden de onlar doğru yolu bulamıyorlar."

Neml 25 (Mealleri Karşılaştır): Ella yescudû lillahillezî yuhriculhab'e fîs semavati vel ardı ve ya'lemu ma tuhfûne ve ma tu'linûn(tu'linûne).
أَلَّا يَسْجُدُوا۟ لِلَّهِ ٱلَّذِى يُخْرِجُ ٱلْخَبْءَ فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ
"Göklerde ve yerde gizli olanı ortaya çıkaran, sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri bilen Allah'a secde etmesinler diye (şeytan onları yoldan çıkarmış.)"

Neml 26 (Mealleri Karşılaştır): Allahu la ilahe illa huve rabbul arşil azîm(azîmi).
ٱللَّهُ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ ٱلْعَرْشِ ٱلْعَظِيمِ ۩
Allah, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayandır. Büyük Arş'ın Rabbidir.

Neml 27 (Mealleri Karşılaştır): Kale se nenzuru e sadakte em kunte minel kazibîn(kazibîne).
۞ قَالَ سَنَنظُرُ أَصَدَقْتَ أَمْ كُنتَ مِنَ ٱلْكَٰذِبِينَ
Süleyman, Hüdhüd'e şöyle dedi: "Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın, göreceğiz."

Neml 28 (Mealleri Karşılaştır): İzheb bi kitabî haza fe elkıh ileyhim summe tevelle anhum fenzur maza yerciûn(yerciûne).
ٱذْهَب بِّكِتَٰبِى هَٰذَا فَأَلْقِهْ إِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَٱنظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ
"Benim şu mektubumu götür onlara at, sonra da yanlarından ayrıl ve ne sonuca varacaklarına bak."

Neml 29 (Mealleri Karşılaştır): Kalet ya eyyuhel meleu innî ulkıye ileyye kitabun kerîm(kerîmun).
قَالَتْ يَٰٓأَيُّهَا ٱلْمَلَؤُا۟ إِنِّىٓ أُلْقِىَ إِلَىَّ كِتَٰبٌ كَرِيمٌ
Sebe kraliçesi Belkıs dedi ki: "Ey ileri gelenler! Bana çok önemli bir mektup atıldı."

Neml 30 (Mealleri Karşılaştır): İnnehu min suleymane ve innehu bismillahir rahmanir rahîm(rahîmi).
إِنَّهُۥ مِن سُلَيْمَٰنَ وَإِنَّهُۥ بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
(30-31) "Mektup, Süleyman'dan gelmiştir. O, 'Bismillahirrahmanirrahîm' diye başlamakta ve içinde 'Bana karşı büyüklük taslamayın ve teslimiyet göstererek bana gelin' denilmektedir."

Neml 31 (Mealleri Karşılaştır): Ella ta'lû aleyye ve'tûnî muslimîn(muslimîne).
أَلَّا تَعْلُوا۟ عَلَىَّ وَأْتُونِى مُسْلِمِينَ
(30-31) "Mektup, Süleyman'dan gelmiştir. O, 'Bismillahirrahmanirrahîm' diye başlamakta ve içinde 'Bana karşı büyüklük taslamayın ve teslimiyet göstererek bana gelin' denilmektedir."

Neml 32 (Mealleri Karşılaştır): Kalet ya eyyuhel meleu eftûnî fî emrî, ma kuntu katıaten emren hatta teşhedûn(teşhedûni).
قَالَتْ يَٰٓأَيُّهَا ٱلْمَلَؤُا۟ أَفْتُونِى فِىٓ أَمْرِى مَا كُنتُ قَاطِعَةً أَمْرًا حَتَّىٰ تَشْهَدُونِ
"Ey ileri gelenler! Durumum hakkında bana görüş bildirin. Sizler yanımda bulunmadıkça hiçbir işe kesin olarak karar vermem."

Neml 33 (Mealleri Karşılaştır): Kalû nahnu ûlû kuvvetin ve ûlû be'sin şedîdin vel emru ileyki fenzurî maza te'murîn(te'murîne).
قَالُوا۟ نَحْنُ أُو۟لُوا۟ قُوَّةٍ وَأُو۟لُوا۟ بَأْسٍ شَدِيدٍ وَٱلْأَمْرُ إِلَيْكِ فَٱنظُرِى مَاذَا تَأْمُرِينَ
Dediler ki: "Biz güçlü kimseleriz ve çetin savaşçılarız. Emir senin. Ne emredeceğini düşün."

Neml 34 (Mealleri Karşılaştır): Kalet innel mulûke iza dehalû karyeten efsedûha ve cealû eizzete ehliha ezilleh(ezilleten), ve kezalike yef'alûn(yef'alûne).
قَالَتْ إِنَّ ٱلْمُلُوكَ إِذَا دَخَلُوا۟ قَرْيَةً أَفْسَدُوهَا وَجَعَلُوٓا۟ أَعِزَّةَ أَهْلِهَآ أَذِلَّةً ۖ وَكَذَٰلِكَ يَفْعَلُونَ
(Kraliçe Belkıs) şöyle dedi: "Krallar bir memlekete girdi mi, orayı harap ederler ve halkının ileri gelenlerini zelil hale getirirler. İşte onlar böyle yaparlar."

Neml 35 (Mealleri Karşılaştır): Ve innî mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nazıratun bime yerciul murselûn(murselûne).
وَإِنِّى مُرْسِلَةٌ إِلَيْهِم بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌۢ بِمَ يَرْجِعُ ٱلْمُرْسَلُونَ
"Ben onlara bir hediye gönderip, elçilerin ne haber ile döneceklerine bakacağım."

Neml 36 (Mealleri Karşılaştır): Fe lemma cae suleymane kale e tumiddûneni bi malin fe ma ataniyallahu hayrun mimma atakum, bel entum bi hediyyetikum tefrahûn(tefrahûne).
فَلَمَّا جَآءَ سُلَيْمَٰنَ قَالَ أَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍ فَمَآ ءَاتَىٰنِۦَ ٱللَّهُ خَيْرٌ مِّمَّآ ءَاتَىٰكُم بَلْ أَنتُم بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ
(Elçilerin sözcüsü) Süleyman'ın huzuruna gelince, Süleyman ona şöyle dedi: "Siz beni mal ile desteklemek (ve böylece etkilemek) mi istiyorsunuz? Oysa Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. Fakat hediyenizle ancak siz sevinirsiniz."

Neml 37 (Mealleri Karşılaştır): İrcı' ileyhim fe le ne'tiyennehum bi cunûdin la kıbele lehum biha ve le nuhricennehum minha ezilleten ve hum sagırûn(sagırûne).
ٱرْجِعْ إِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُم بِجُنُودٍ لَّا قِبَلَ لَهُم بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُم مِّنْهَآ أَذِلَّةً وَهُمْ صَٰغِرُونَ
"Sen onlara dön. Andolsun, biz onlara, karşı koyamayacakları ordularla gelir ve onları oradan aşağılanmış ve küçük düşürülmüş olarak çıkarırız."

Neml 38 (Mealleri Karşılaştır): Kale ya eyyuhel meleu eyyekum ye'tînî bi arşiha kable en ye'tûnî muslimîn(muslimîne).
قَالَ يَٰٓأَيُّهَا ٱلْمَلَؤُا۟ أَيُّكُمْ يَأْتِينِى بِعَرْشِهَا قَبْلَ أَن يَأْتُونِى مُسْلِمِينَ
Süleyman, "Ey ileri gelenler! Onlar bana teslim olmadan önce hanginiz bana onun (kraliçenin) tahtını getirebilir?"

Neml 39 (Mealleri Karşılaştır): Kale ıfrîtun minel cinni ene atîke bihî kable en tekûme min makamik(makamike) ve innî aleyhi le kaviyyun emîn(emînun).
قَالَ عِفْرِيتٌ مِّنَ ٱلْجِنِّ أَنَا۠ ءَاتِيكَ بِهِۦ قَبْلَ أَن تَقُومَ مِن مَّقَامِكَ ۖ وَإِنِّى عَلَيْهِ لَقَوِىٌّ أَمِينٌ
Cinlerden bir ifrit , "Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm ve şüphesiz ben, buna güç yetirecek güvenilir biriyim" dedi.

Neml 40 (Mealleri Karşılaştır): Kalellezî indehu ilmun minel kitabi ene atîke bihî kable en yertedde ileyke tarfuk(tarfuke), fe lemma reahu mustekırran indehu kale haza min fadlı rabbî, li yebluvenî e eşkur em ekfur(ekfuru), ve men şekere fe innema yeşkuru li nefsih(nefsihî) ve men kefere fe inne rabbî ganiyyun kerîm(kerîmun).
قَالَ ٱلَّذِى عِندَهُۥ عِلْمٌ مِّنَ ٱلْكِتَٰبِ أَنَا۠ ءَاتِيكَ بِهِۦ قَبْلَ أَن يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ ۚ فَلَمَّا رَءَاهُ مُسْتَقِرًّا عِندَهُۥ قَالَ هَٰذَا مِن فَضْلِ رَبِّى لِيَبْلُوَنِىٓ ءَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ ۖ وَمَن شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِۦ ۖ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّى غَن #

Muhabir: Yazar Silinmiş