Nikahın Faydaları
Nikahta beş fayda vardır:
1. Evlat yetiştirmek.
2. Evin idare edilmesi.
3. Şehvetin kırılması.
4. Akraba ve yakınların çoğalması.
5. Kadınların hakkına ve hukukuna riayet etmek suretiyle nefse karşı mücahede etmek.
I. Fayda
Birinci fayda; evlattır. Evlat nikahın temel taşıdır. Nikah müessesesi onun için kurulmuştur. Nikahtan gaye; neslin devam etmesidir, Dünyanın insan denilen varlıktan mahrum kalmamasıdır. Şehvet ise, insanları nikaha sürükleyici ve teşvik edici olarak yaratılmıştır. Tıpkı boğadan tohumunu çıkarmakla, dişiyi de tohum ekmeye hazırlamakla görevlendirilen bir kimse gibi... Bu şekil yaratılmak, erkek ve dişi için Allah'ın bir lûtf-u ilahîsidir. Bu lûtuf onları cinsî birleşme sayesinde evlat elde etmeye sevkeden Kuşu tuzağa sevketmek için, canının çektiği taneleri tuzağa serperek elde edilen lûtuf gibi...
İlahî kudret, çiftleşme olmaksızın ve tohum serpmeksizin insanı yoktan var etmeye yeter. Fakat Allah'ın hikmeti sebeplerin sebeplere dayanmasını istedi. Esasında ilahî hikmet hiç de böyle yapmaya mecbur değildi. O halde böyle yapmasının sebebi nedir?
Böyle yapmanın illeti; kudretin izharı ve gösterilmesi, sa-natının garip yanlarının tamamlanması, daha önce istenilen ve yazılanın meydana gelmesidir.
Evlat edinmekte dört şekilde Allah'a yakınlaşmak vardır. İnsanoğlu şehvetten doğacak felaketlerden emin bulunduğu zaman, sadece o yönden Allah'a varmak için evlenir. O kadar ki, seleften hiç kimse bekar olarak Allah'ın huzuruna varmayı istemezdi.
O vecihler şunlardır:
1. İnsan neslinin devam etmesi için çalışıp evlat edinmekle Allah'ın sevgisine layık olmak.
2. Rasûlullah'ın diğer ümmetler karşısında iftihar edeceği çoklukla onun muhabet ve sevgisini kazanmak.
3. Öldükten sonra salih evladın duasından istifade etmeyi düşünmek.
4. Kendisinden önce öldüğü takdirde küçük çocuğunun şefaatini talep etmek.
I. Vecih
Bu vecihlerin birincisi, en incesi ve halkın anlayışından en uzak olanıdır. İlahî sanatın harikalarını idrak eden ve hikmetinin akışını anlayan basiret sahiblerince birinci yön o vecihlerin en kuvvetlisidir. Şöyle ki; efendi kölesine tohumu ve çiftçilik aletlerini verdiği ve kendisine sürülecek araziyi teslim ettiği zaman, köle ekmeye muktedir ve kendisini ekmeye zorlayıcı vekil (şehvet) de varsa, bütün bunlara rağmen tembellik yapıp çiftçilik aletlerini kullanmayıp tohumu zayi ettiği ve kendisini gözeten vekili (şehveti) de bir hileyle defedip kandırdığı takdirde efendisinin buğz ve ce-zasına muhatap ve müstehak olur. Allah Teala çiftleri yarattı. Tenasül aletleri ile yumurtaları da yarattı. Bel kemiklerinde meniyi yaratıp o meni için yumurtalıklar, damarlar ve akış yollarını da hazırlamıştır. Ana rahmini istikrar sağlayıcı merkez olarak meni için yaratmıştır. Şehvet isteğini erkek ve dişiye de vermiştir.
İşte bütün bu fiiller ve aletler, yaratıcının maksadını keskin bir dille ortaya koymaktadır. Akıllıların kulaklarının zarını pat-latırcasına varlıkla-rının sebebini haykırmaktadır.
Eğer Allah Teala, Rasûlü'nün lisanıyla insanların ya-ratılışından maksat ve muradını açıkça belirtmeseydi bile durum bu merkezde olurdu. Kaldı ki bu emri açıkça, peygamberinin diliyle belirterek bu sırrı açığa vurmuştur: Evleniniz, üreyiniz.
O halde evlenmekten (gücü yettiği halde) kaçan bir kimse, tarlayı sürmekten yüz çevirmiş, tohumunu zayi etmiş, Allah'ın yarattığı ve çalışır hale soktuğu aletleri muattal bırakmış, yaratılışın gayesine, yaratmak delillerinden anlaşılan, insanın azalarında harf ve seslerle değil ilahî bir hatla yazılan ezelî hikmetin inceliklerini idrak etmekte nafiz ve ilahî basirete sahip olan herkes tarafından okunan hikmetinin kökünü kazımaya kasdetmiş olur.
İlahî nizamın, çocukları öldürmeyi ve kızları diri diri gömmeyi büyük bir cinayet sayması da bu sır ve hikmete dayanmaktadır.
Çünkü bunları yapmak varlığının tamamlanmasına mani olmak demektir.
Azil diri diri gömmenin bir çeşididir' diyen bir kimse bu tehlikeli duruma işaret etmiştir, Bu bakımdan evlenen bir kimse Allah Teala'nın tamamlanmasını istediği bir şeyin tamamlanması için gayret göstermiştir. Evlenmekten kaçan ise, Allah Teala'nın zayi edilmesini istemediği bir şeyi zayi ve ifsad etmiş olur.
Allah Teala, nefislerin devamını istediği içindir ki (yoksullara) yedirmeyi emir buyurmuş, insanları o yöne teşvik etmiş ve o yolda sarfedileni karz (borç) diye tabir etmiştir.
Kimdir o adam ki, Allah'a güzel bir borç versin. (Bakara/245)
Soru: Senin 'Neslin ve nefsin devamlılığı güzeldir' sözün, in-sana nesillerin fani olmasının Allah'ın nezdinde mekruh ve istenilmeyen birşey olduğu hissini veriyor. Bu his ise, Allah'ın iradesine nisbetle ölüm ve yaşayış arasında bir farkın olduğunu bildirir. Oysa, herkesin malûmudur ki, bütün bunlar Allah'ın meşîet ve isteği iledir. Allah da alemlerden müstağnidir. Bu bakımdan, Allah tarafından onların ölüm ve yaşayışları arasındaki fark nereden gelir veya varlıkları yokluklarından nasıl ayırdedilir?
Cevap: Bu söz haktır. Fakat kendisinden batıl kastolunmuştur. Çünkü bizim söylediğimiz, bütün kainatın ister hayır, ister şer, ister fayda ve isterse zarar olsun, Allah'ın iradesine izafe ve nisbet edilmesine zıt ve münafi düşmemektedir. Ancak muhabbet ve istememek kendi mihverlerinde birbirine ters düşmekte, fakat ikisi de ilahi iradeye zıd düşmemektedir. Zira nice şey vardır ki irade olunur. Fakat Allah'ın hoşuna gitmez. Mesela; Günahlar mekruhtur. Bununla beraber Allah'ın muradıdır ve hem de O'nu razı ederler.
Küfür ve şirke (veya şerre) gelince biz onların Allah için makbul ve güzel olduklarını söyleyemeyiz. Fakat o da Allah'ın muradıdır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurur:
Kulları için küfre razı değildir. (Zümer/4)
Durum bu olduğu halde, nasıl olur da fani olmak, Allah'ın sevgi ve nefretine nisbeten beka gibi olsun.
Oysa Allah Teala bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurur:
Müslüman kulumun ruhunu kabzetmek hususunda tered-düt ettiğim kadar, hiçbir şeyde tereddüt etmiş değilim. Kulum ölümden hoşlanmaz. Ben de onun kötülük yap-masından hoşlanmam. Oysa onun ölmesi de gerekir.13
'Oysa onun ölmesi de gerekir' cümlesi, şu ayette belirtilen kader ve iradeye işarettir:
Biz aranızda ölümü takdir ettik. (Vakıa/60)
O Allah ki ölümü ve hayatı yarattı. (Mülk/2)
Allah Teala'nın Vakıa sûresinin 60. ayeti ile, yukarıda geçen hadîsin 'Ben de onun kötülük yapmasından hoşlanmam' cümlesi arasında herhangi bir zıtlık yoktur. Ancak bu konudaki hakikatin açıklanması, irade, sevgi ve nefretin manalarını tedkik ve hakikatlerini beyan etmeye bağlıdır. Çünkü bunlardan zihinlere gelen manalar halkın irade, sevgi ve nefretine uygun şeylerdir. Fakat heyhat, halkın anladığı manalar nerede, bu terimlerin hakîkî manaları nerede? Bu bakımdan, Allah'ın sıfatları ile halkın sıfatları arasındaki uzaklık, O' nun herşeye galib olan zatı ile mahlukların arasındaki fark kadardır.
İnsanın zatı cevher ve arazdır. Allah'ın zatı ise, hem cevherden ve hem de arazdan münezzehdir... Cevher ve araz olmayan bir zat, cevher ve araza uygun olmadığı gibi, sıfatları da yaratıklarının sıfatlarına denk değildir.
Bu hakîkatler mükaşefe ilmine dahildir. Mükaşefe ilminin arasında ise, ifşası yasaklanan kader ve sırrı vardır. Öyleyse biz ondan bahsetmeyelim. Daha önceden evlenmekle evlenmemek arasındaki belirttiğimiz fark ile yetinelim. Evet, evlenmemek Hz. Adem'den bu ana kadar nesilden nesile Allah tarafından devam ettirilen neslin zayî edicisidir. O halde nikahtan çekinen bir kimse, Hz. Adem'den kendisine kadar uzanan ve devam eden bir varlığın (neslin) kökünü kesmiş ve zürriyetsiz olarak ölmüştür. Eğer evlenmeye zorlayan saik sadece şehvetin giderilmesi olsaydı, elbette ki veba hastalığından ölmek üzere olan Muaz b. Cebel 'Allah'ın huzuruna bekar gitmek istemiyorum, bunun için beni evlendirin' demezdi. Eğer 'Muaz o haliyle çocuk bekleyemezdi. Buna rağmen niçin evlendi?' diye soracak olursan, derim ki; çocuk, cinsî müna-sebetten meydana gelir. Cinsî münasebet ise şehvete kapılmakla olur. Bu ise, insan iradesinin dahilinde olmayan bir iştir. Kulun tercihine bağlı olan ancak şehveti tahrik eden özelliktir. Bu özelliğin olması, her zaman beklenir bir şeydir. O halde, evlenen bir kimse, kendisine düşen vazifesini yapmıştır. Gerisi ise onun elinde değildir. Bu sır ve hikmet içindir ki, (cinsi münasebetten aciz olan) kimseye bile evlenmek müstehabdır. Çünkü şehveti galeyana getiren kudret gizlidir, insan onun mahiyetine vakıf olamaz.
Kafasında saç bulunmayan bir dazlağın, hac ibadetini yaparken diğer hacılara uymak ve selef-i salihîne benzemek için kafası üzerinde usturayı gezdirmesi müstehab olduğu gibi, kısır bir kim-senin de evlenmesinin bu vecihdeki müstehablığı kalkmış değildir.
Nitekim şu zamanda hac yaparken izdiba ve remel yapmanın müstehab olması gibi. Oysa İslam'ın başlangıcında yapılan izdiba ve remel'den gaye; seyirci bulunan kafirlere ashab-ı kiramın kuvvetini göstermekti. Böylece onlara uyup benzemek daha sonra kıyamete kadar gelen müslümanlar için de sünnet oldu. Fakat cinsî münasebete muktedir olan bir kimse hakkındaki evlenmenin müstehab olması, iktidarsız olan bir kimse hakkındaki müstehablıktan elbette daha kuvvetlidir.
Kadının muattal kılınması ve kadınlık ihtiyacına ait olan hakkının zayi olması keraheti (mesuliyeti) ile karşılaşan iktidarsızın evlenmesi; bazen daha da fazla mahzurlu olur. Çünkü tehlikeden uzak değildir. İşte bu, şehvetin gevşemesinden dolayı terkedilen evlenmenin şiddetle reddedilmesine sebep olan birşeydir.
II. Vecih
Rasûlullah'ın, diğer ümmetlere karşı ümmetinin çokluğu su-retiyle rızasını ve muhabbetini elde etmeye çalışmaktır. Zira Hz. Peygamber bu durumu açıkça ifade buyurmuşlardır.
Hz. Ömer'in çok evlendiği ve 'Ben ancak çocuk yapmak için ev-leniyorum' demesi ve kısır kadınları kötüleyen haberlerin rivayet edilmesi, her yönüyle evlenmenin çocuk için olduğuna işaret eder. Zira Hz. Peygamber kısır olan kadın hakkında şöyle demiştir:
Evin bir köşesinde bulunan bir hasır, doğum yapmayan bir kadından daha hayırlıdır.14
Kadınlarınızın en hayırlısı ve sevimlisi çokça doğuranıdır.15
Doğuran bir siyah kadın,güzel (fakat doğurmayan) kadından daha hayırlıdır.16
Bu hadîs-i şerif işaret eder ki, çocuk istemek, nikahın faziletli olmasında, şehvet felaketinin bertaraf edilmesini istemekten daha tesirlidir. Zira şehveti bertaraf etmek, gözü haramdan korumak bakımından güzel kadın daha cazip olduğu halde övülmemiştir. Oysa Hz. Peygamber çirkin de olsa doğuran kadınla evlenmeyi tavsiye etmiştir.
III. Vecih
Kendisinden sonra kendisine dua edecek salih bir evladın kalmasıdır. Nitekim bu durum haberde şöyle varid olmuştur: 'Âdemoğlu öldüğü zaman, bütün amelleri sona erer, ancak üç tanesi devam eder... Onlardan biri de salih evlatır'.
Ölüler için yapılan dualar, nûrdan yapılmış tabaklarda on-lara takdim edilir.17
'Evlat, çoğu zaman salih olmuyor' şeklindeki itiraz, nikahın bu sebebine menfî bir tesir yapamaz. Çünkü ne de olsa o evlat mü'mindir. Salih olmak ise, dindarların çocuklarında umulan bir haslettir. Hele ebeveynleri dinî terbiyesine biraz ihtimam gösterip onu salaha ve takvaya sevketmişlerse...
Dua mü'mine faydalıdır. İsterse duayı yapan salih bir evlat olsun, isterse facir bir evlat... Ebeveyni, duasından ve hasenelerinden faydalanır. Çünkü o evlat onun kazancından sayılır. Günahlarından ise, ebeveyni değil sadece evlat sorumludur. Zira hiç kimse başkasının günahından mesul olamaz. 'Hiçbir kimse başkasının yükünü sırtlayamaz'. Bu sır ve hikmeti belirtmek için Allah Teala şöyle demiştir:
Biz o salih kullarımızın zürriyetlerini onlara kattık. Onların amellerinden de onlar için hiçbir şey eksiltmedik. (Tûr/21)
Yani onların amellerinden zerre kadarını bile eksiltmedik. Üstelik onların evlatlarını da onların hasenatına kattık ve böylece onların hasenatı arttı.
IV. Vecih
Dördüncü vecih ise, kendisinden önce çocuğunun ölüp kendisine şefaatçi olmasıdır.
Kıyamet gününde (küçük iken ölen) çocuk, ebeveyninin elinden tutup cennete çeker.18
Benim şu anda senin elbisenden tuttuğum gibi küçükken ölen çocuk da kıyamet gününde ebeveyninin (veya babasının) elbisesinden tutup (cennete doğru) çeker.19
Küçük yaşta ölen çocuğa 'cennete gir' denildiği zaman, cennetin kapısında durur ve öfkeli bir sesle şöyle haykırır: 'Ebeveynim benimle birlikte olmadıkça ben cennete girmem'. O esnada şöyle bir ses gelir: 'Onunla birlikte ebeveynini de cennete koyunuz'.20
Küçük yaşta ölen çocuklar kıyamet günü mahlûkat hesaba çağrıldığı zaman toplanırlar. Bu esnada meleklere 'Bu çocukları cennete götürünüz' denir. Cennete götürülen çocuk-lar cennet kapısında dururlar. Onlara Müslümanların çocuklarına merhaba, haydi hesapsız olarak cennete giriniz' denilir, o çocuklar Babalarımız ve annelerimiz nerededir?' diye sorarlar. Cennet bekçileri onlara şöyle derler: 'Sizin babalarınız ve anneleriniz sizin gibi değildiler. Onların günahları vardı. Onlar şimdi o günahlarından ötürü hesaba çekilmektedirler'.
Ravi der ki; çocuklar cennet kapısında bir ağızdan haykırırlar (Ebeveynlerinin kurtulmasını isterler). Onların halini herkesten daha iyi bilen Allah Teala şöyle buyurur:
- Bu bağrışma nedir?
- Yarab! Müslümanların çocuklarıdır. Diyorlar ki, 'Biz ancak ebeveynimizle birlikte cennete gireriz'.
- (Ey melekler!) Ebeveyinlerinin ellerinden tutarak onları da cennete dahil ediniz.21
Kimin iki çocuğu ölürse, o bir perde ile ateşten perdelenir.22
Kimin bülûğa ermeyen üç çocuğu ölürse Allah Teala çocuklara olan rahmeti sebebiyle onu cennete sokar.
Denildi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! İki çocuğu ölen de bu mükafata mazhar olur mu?' Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: 'Evet iki çocuğu ölen de aynı istifadeyi eder'.23
Hikaye olunur ki;salihlerden birisine evlenmek teklifi yapıldığında, bu teklifi reddetti. Birgün uyanır uyanmaz 'Beni evlendirin. Beni evlendirin. Beni evlendirin' diye haykırdı. Bu durumu müşahede edenler, neden böyle yaptığını sordular. Dedi ki: 'Umarım ki Allah Teala bana bir evlat ihsan eder sonra da canını alır. O da bana ahirete gönderilen azık olur'. Sonra şöyle devam etti: 'Rüyamda kıyametin koptuğunu gördüm. Sanki bir grupla birlikte mahşerde idi. Boynum kopacak derecede susamıştım. Etrafımızdakilerin hepsi de benim gibi susuzluk ve üzüntü içinde kıvranmakta idi. Biz bu durumda iken bir de baktım ki, ellerinde altın testi, gümüş ibrikler ve omuzlarında nûr mendiller bulunan çocuklar topluluk içinde gezmektedirler. Cemaatler arasında geziyor ve seçtikleri bazı kimselere su içiriyorlar. Fakat insanların çoğuna su vermeden geçip gidiyorlar. Onlardan birine elimi uzatıp benim de çok susadığımı ve biraz su içirmesini söyledim. O bana 'Bizim içimizde senin çocuğun yoktur. Biz ancak babalarımıza su içirebiliriz' dedi. Bunun üzerine 'Siz kimsiniz?' diye sordum. Dediler ki: 'Biz müslümanların küçük yaşta ölen çocuklarıyız'.
Şu ayetin manalarından biri de Ölen küçük çocukların ahirete gönderilmesidir:
İstediğiniz şekilde tarlanızı sürebilirsiniz. Nefisleriniz için daha önceden iyi ameller gönderiniz.
(Bakara/224)
Bu dört vecihle anlaşıldı ki, evlenme faziletinin çoğu çocuk edinmeye vesile oluşundandır.
II. Fayda
Nikahın ikinci faydası; şeytandan korunmak kadınlara karşı olan isteği kırmak, şehvetten doğan felaketleri önlemek, gözü haramdan ve ferci zinadan korumaktır.
Buna Rasûlullah'ın şu hadîs-i işaret eder:
Evlenen bir kimse dininin yarısını korumuş olur. Öyleyse ikinci yarısını da korumak için Allah'tan korkmak olan takvaya yapışsın.
Şu hadîs de aynı manaya işaret eder:
Evleniniz, evlenmeye gücü yetmeyen oruçla şehvetini kırmaya çalışsın. Çünkü oruç şehveti kırar.
Naklettiğimiz eser ve haberlerin çoğu bu manaya işaret eder. Bu mana (şehvetin defedilmesi), birinci mana (evlat edinmek)ten sonra gelir. Yani evlenme konusunda ikinci dereceyi işgal eder. Çünkü şehvet, çocuk için yaratılmıştır. Evlenmek, şehveti bertaraf etmeye, manevi yükünü götürmeye ve saldırganlığın şerrini defetmeye kafi gelmektedir. Ancak, nikah bu gayeyle yapıldığı takdirde, sadece Allah'ın rızasını kazanmak için yapıldığına işaret etmez. Çünkü, sadece Allah'ın rızasını kazanmak için emrine uyanın derecesi, elbette tevkilin külfet ve gailesinden kurtulmak için yapanın derecesinden üstündür. Öyleyse, evlenmekte şehvet ile evlat mukadderdirler ve aralarında manevi bir bağ da vardır.
Evlenmekten gaye lezzettir. Evlat ise onun sonucudur. Yemenin sonucunun def-i hacet olduğu gibi... O halde çocuk edinmek, evlenmenin mutlak maksudu değildir' demek caiz değildir. Zira yaratılış ve hikmetin gayesi esasında evlattır. Şehvet ise, insanın onu elde etmesi için gerekli bir vasıtadır. O da şehveti yerine getirmekte öyle bir lezzet vardır ki, eğer devamlı olsaydı onunla hiçbir zevk ve lezzet ölçülmezdi. O lezzet, cennette verilmesi va'dedilen lezzetlere dikkati çekmektedir. Zira hiçbir şekilde tadılmamış lezzete teşvik etmek faydasız ve gereksizdir. Çünkü eğer iktidarsız bir kimse, sevişmeye veya herhangi bir çocuk, saltanat ve idareceliğin lezzetine teşvik edilirse, bu teşvikin beş paralık bir değeri yoktur. Dünya lezzetlerinin bir faydası da, cennette devam edeceğine dair bir teşvik olmalıdır ki, insanları Allah'a ibadet etmeye iletsin. Önce hikmete, sonra rahmete ve daha sonra da ilahî donatım ve techize bak ki, tek şehvetin altında zahir ve batın olmak üzere iki hayatı dercetmiştir.
Zahirî hayat, kişinin neslinin devamıyla devam edip yaşamasıdır. Çünkü onun neslinin devamı kendisininde bir nevi devamıdır. Batınî hayat ise, ahiret hayatıdır. Çabuk bitmekle eksilen bu lezzet, insanı devamlılığından ötürü mükemmel olan ebedî lezzete ve insanı o lezzete vardıran taat ve ibadete teşvik eder. Böylece bu, gösterdiği şiddetli istek sayesinde kendini cennet nimetlerine vardıran ibadetlere devam etmeyi kolaylaştırır. Gerek insan bedeninin görünür ve görünmez bütün zerre (hücre)lerinde ve gerekse göklerin ve yer aleminin bütün zerrelerinde öyle ince hikmet ve şaşırtıcılıklar vardır ki, akıllar onları idrak edemez, hayretler içinde kalır ve onları olduğu gibi çözemez bir hale gelir. Onlar ancak her türlü bulanıklıktan arınmış kalplere, saflıkları oranında, dünyanın geçici parlaklığından, gurur ve gailelerinden uzaklaştıkları nisbette görünürler,
Nikah ki şehvetin gailesini defeden bir sebeptir aciz ve erkeklikten mahrum olmayan herkes için dinen çok önemli bir vecibedir. Bu sıfat ise, halkın çoğunda vardır. Şehvet galip geldiği ve takva kuvvetiyle gemlenmediği takdirde insanı fuhşiyata götürür. Hz. Peygamber, Allah Teala'dan naklen bu duruma işaret ederek şöyle buyurur:
Eğer bunu yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve fesad hakim olur.
Şayet kişi takva gemiyle gemli ise, arzularını şehvetten, gözünü haramdan ve tenasül uzvunu da zinadan koruyabilir. Kalbini vesvese ve kötü düşüncelerden alıkoymak ise, o insanın gücü dahilinde değildir. Aksine nefsi kendisini daima cinsi konulara çekip konuşturur ve şeytan çoğu zaman kendisinden ayrılmaz. Bazen namaz esnasında bile gelip gırtlağına yapışır. Hatta namazda kal-bine öyle cinsî hayaller ilka eder ki, eğer en adi bir kimsenin huzu-runda o hadiseler açıkça söylense, muhakkak ki ondan utanırdı. Allah ise, onun kalbini bilmektedir. Kalbin Allah tarafından ayan-beyan bilinmesi, halkın açıktakileri bilmesinden daha açıktır. Ahiret yolunun yolcusu olan kişi için, emirlerin başı kalptir. Oruca devam etmek halkın çoğunun kalbinden vesveseyi kazıyamaz. Bu sırra binaen İbn Abbas şöyle demiştir: 'Âbidin ibadeti ancak evlenmesi ile tamamlanır'.
Bu türlü vesvese umumi bir beladır. Ondan çok az insan yakasını kurtarmıştır. Katade şu ayeti tahammül edilmez, serkeş şehvetle te'vil etmiştir:
Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! (Bakara/286)
İkrime ve Mücahid İnsan zayıf olarak yaratıldı' (Nisa/28) ayetini 'kadınsız sabredemez' şeklinde tefsir etmişlerdir.
Feyyaz b. Nüceyh şöyle demiştir: 'Kişinin tenasül uzvu kalktığı zaman aklının üçte ikisi gider'. Bir kısım alimler de 'Dinin üçte biri gider' demişlerdir.
Nevadir Tefsiri'nde İbn Abbas'ın, Felak sûresinin 'Karanlık çöktüğü zaman gecenin şerrinden' ayetine 'tenasül uzvunun kalkıp serkeşlik yapması' şeklinde mana verdiği nakledilmiştir. Çünkü bu durum, ezici bir beladır. Geldiğinde, ne din, ve nede akıl ona karşı duramaz. Bununla birlikte önce geçtiği gibi, bu şehvet iki hayatın elde edilmesine de faydalıdır. Şehvet şeytanın insanoğluna karşı kullandığı en kuvvetli silahıdır. Allah'ın sevgili habibi Hz. Peygamber (s.a), şehvetin şeytan elinde en keskin ve kuvvetli alet olduğuna şu hadîs-i şerîfiyle işaret etmiştir:
(Ey kadınlar!) Aklı ve dini eksik olanlar içinde sizden daha fazla akıllıları mağlup eden birşey görmüş değilim.24
Akıllıların bunlara mağlup olmasının hikmeti; şehvetinin galeyana gelmesidir.
Hz. Peygamber bir duasında şöyle demiştir:
Ey Allahım! Kulağımın, gözümün, kalbimin ve şehvetimin şerrinden sana sığınırım.25
Ey rabbim! Kalbimin temizlenmesini ve edep yerimin zinadan korunmasını senden niyaz ederim.20
Hz. Peygamber'in şerrinden Allah'a sığındığı şey hiçbir şekilde ihmal etmeye gelmez.
Salih kullardan biri çokça evlenir; hatta öyle ki, yanında iki üç zevceden eksik bulundurmazdı. Sûfîlerden biri onun bu durumuna itiraz etti. Bu itiraza karşı o salih kul şöyle sordu: 'Ey sûfî! Herhangi bir işte Allah'ın manevî huzurunda oturup kalbini şehvet tehlikesinden kurtaranınız var mıdır?' Sûfî 'Bu durum, başımıza çokça gelmektedir' diye cevap verdi. O salih şöyle devam etti: 'Eğer hayatım boyunca bir kerecik sizin başınıza gelenlere razı olsaydım evlenmezdim. Fakat beni meşgul eden şey kalbime geldiği zaman onu bertaraf ederim. Böylece felaha kavuşup halime ve işime devam ederim. Kırk seneden beri kalbime kötülük namına birşey gelmiş değildir'.
Halktan biri sûfîlerin halini şiddetle yeriyordu. Dindar bir kimse kendisine sûfîlerin nesine hücum ettiğini ve hangi hallerini tenkid ettiğini sordu. O bu suale şöyle cevap verdi:
- Çok yerler.
- Onların acıktığı gibi sen de acıksan sen de çok yersin.
- Çok evlenirler.
- Eğer sen de onlar gibi gözlerini haramdan ve edep yerini zinadan korusan, muhakkak ki sen de onlar gibi evlenirsin?
Cüneyd-i Bağdadî şöyle derdi: 'Yemeye ve içmeye muhtaç olduğum gibi, cinsî münasebete de ihtiyaç duyarım. O halde zevce, hem nafaka ve hem de kalp temizliğine vesiledir.
Böyle olduğu içindir ki, Hz. Peygamber şöyle demiştir:
Kim bir kadını görüp iştahı çekerse, gidip helaliyle cinsî münasebette bulunsun.27
Zira böyle yapmak vesveseyi nefislerden uzaklaştırır.
Cabir (r.a), Allah'ın Rasûlü'nden şöyle rivayet eder:
Allah'ın Rasûlü, bir kadın gördü ve derhal Zeyneb validemizin odasına girip, şehvetini gidererek dışarı çıktı,28
Kadın geldiğinde şeytan suretinde gelir. O halde herhangi biriniz hoşuna giden bir kadını gördüğü zaman, zevcesiyle cinsî münasebette bulunsun. Çünkü hoşuna giden kadında ne varsa, onun zevcesinde de o vardır.
Kocası yanında bulunmayan kadınların evlerine girmeyin. Çünkü şeytan damarlarınızda kanın dolaşması gibi bedeninizde dolaşmaktadır. Bizler 'Sende de mi böyle dolaşır' diye sorunca, Hz. Peygamber 'Evet, bende de bu şekilde dolaşır. Ancak ona karşı Allah Teala bana yardım eder de, onun şerrinden emin 'kalırım'29 dedi.
Süfyan b. Uyeyne der ki; hadîsteki 'Eslemü' tabiri, 'ben onun şerrinden emin kalırım' demektir. Yoksa şeytan müslüman olmuştur demek değildir. Çünkü şeytan müslüman olamaz.
Ashabın zahid ve alimlerinden olan İbn Ömer (r.a) oruçlu iken iftar zamanında yemekten önce cima eder ve yıkandıktan sonra namaza dururdu. Bütün bunları, kalbi ibadet için boşalsın ve şeytanın vesveselerinden kurtulsun diye yapardı. Rivayete göre o, Ramazan ayında yatsı namazından önce cariyelerinden üçüyle cinsî münasebette bulundu.
İbn Ömer şöyle demiştir: 'Bu ümmetin en hayırlısı en fazla evlenenidir'.
Şehvet, Arapların mizacına galip bir haslet olduğundan bu kavimden olan salihler diğer milletlerin sahillerinden daha fazla evlenirler. Zinadan korkulduğundan, kalbin fitneden boşalması için cariye ile evlenmek bile helal kılınmıştır. Oysa bu türlü evlenmede çocuğun köleleştirilmesi sözkonusudur. Köleleştirmek ise, çocuk için bir nevi helaktir. Fakat böyle bir hareket hür bir kadınla evlenmeye gücü yeten bir kimse için haramdır. Ancak bütün bunlara rağmen, çocuğun köleleştirilmesi, dinin yok olmasından çok daha hafiftir. Böyle yapmakla ancak bir müddet için çocuğun hayatı kötü geçer. Fakat fuhşiyatı irtikab etmekte ise, bir tek gününe karşılık bile uzun ömürler, çok hakir görülen ahiret hayatı elden gider.
Rivayet edilir ki; birgün herkes İbn Abbas'ın meclisinden kalkıp gitti. Sadece bir genç kaldı. İbn Abbas ihtiyacının ne olduğunu o gence sordu.
- Sana bir mesele sormak için kaldım. Fakat cemaatten utandım. Şimdi ise, senden utanıp çekiniyorum.
- Âlim kişi insanın babası yerindedir. O halde bana, babana söyleyebileceğin herşeyi söyle.
- Ben evlenmemiş bir gencim. Çoğu zaman zina etmekten korkuyorum.Bu bakımdan birçok kere elimle istimna ediyorum. Benim bu yaptığımda bir günah var mıdır?
Bu soru karşısında kalan İbn Abbas, yüzünü öbür tarafa çevirerek öf diye hayıflandı ve sonunda şunları söyledi:
- Cariyeyi nikahlamak elle istimna etmekten, elle istimna etmek de zina yapmaktan daha hayırlıdır.
İbn Abbas'ın bu hükmü şehvet sahibi bekar kimsenin üç ateş arasında bulunduğuna işarettir. O ateşlerden en zararsızı cariye ile evlenmektir. Bu evlenmekte çocuğun köleleştirilmesi vardır. Bundan daha ağırı elle istimna etmektir. Bu, ateşlerin en zararlı ve en büyük olanı da zinadır.
İbn Abbas bunların hiçbirinin mutlak olarak mübah olduğunu söylemedi. Çünkü cariye ile evlenmek ve elle istimna etmenin ikisi de mahzurludur. Ancak onlardan daha mahzurlu olan zinaya kapılmamak için onlara sığınılır. Nitekim nefsin açlıktan ötürü helak olmasından korkulduğu zaman leşin yenmesine izin verildiği gibi... İki şerden en hafifini tercih etmek, onun mutlak mü-bah olduğu manasını taşımaz ve aynı zamanda mutlaka hayırdır manasına da gelmez. Kangren olmuş bir elin kesilmesi, hayırlı birşey değildir. Fakat ölüm sözkonusu olduğunda elin kesilmesine izin verilir. (Hatta bazen kesilmesi farz bile olur). Bu durumda evlenmekte bir fazilet vardır. Ancak bu durum, bütün insanlara teşmil edilemez. Belki insanların çoğu için geçerlidir.
Birçok kimse vardır ki, yaşlılık, hastalık ve başka illetlerden şehveti azalır. Onun hakkında nikaha teşvik edici bu haslet yok olur. Ancak daha önce bahsi geçen evlat meselesi kalır. Çünkü pek nadir rastlanan cinsel organı olmayan kimse hariç, bu emir herkes içindir.
Bazı tabiatlar vardır ki, onlarda şehvet o derece fazladır ki, bir kadın onları zabt u rabt altına alamaz. Bu şehvet sahibine birden fazla, dörde kadar evlenmek müstehabdır. (Fakat kadınlar arasında adaletli olmak bu meselede temeldir). Eğer Allah Teala kendisine muhabbet ihsan edip, kalbi onlarla mutmain olursa ne ala. Aksi takdirde boşanmak suretiyle değiştirmek kendisi için müstehab olur. Hz. Ali (r.a) Hz. Fatıma'dan yedi gün sonra ev-lenmiştir.
Deniliyor ki, Hz. Hasan çok evlenen bir zattı. Hatta ikiyüz kadından fazlasıyla evlendiği rivayet edilir. Aynı zamanda dört hanımla birden nikah akdi yapar, çoğu zamanda da dördünü bir-den boşar ve başkalarıyle evlenirdi. Hz. Peygamber Hz. Hasan'a şöyle demiştir:
Benim yaratılış ve ahlakıma benziyorsun.30
Hasan benden, Hüseyin de Ali'dendir.31
Deniliyor ki, Hz. Hasan'ın çok evlenmesi, peygamber-i zişana benzeyişinin bir emaresidir.
Muğire b. Şûbe seksen kadın ile evlenmiştir. Ashab-ı kiram içinde üç veya dört kadınla evli bulunanlar çoktu. İki kadınla evli olanların ise haddi hesabı yoktu. Evlenmenin sebebi belli olduğu zaman, ilacın illet nisbetinde verilmesi gerekir. Evlenmekten gaye; nefsin teskin edilmesidir. Öyleyse çokluk ve azlık konusunda bu durumu dikkate almalıdır.
III. Fayda
Kalbi rahata kavuşturmak ve ibadete teşvik etmek için evlendiği hanımla oynaşmak, bakışmak ve oturmak suretiyle nefsi rahata kavuşturmaktır. Zira nefis çabuk usanır ve haktan kaçar. Çünkü hakla uğraşmak, aslında onun tabiatına aykırı düşmektedir. Eğer zoraki bir tarzda tabiatına aykırı olan bir şeye devam etmeye zorlanırsa, derhal isyan bayrağını çeker. Fakat lezzetlerle rahata kavuştuğu zamanlarda canlılığa kavuşur ve neşelenir. Kadınlarla oynaşmak ve yakınlık kurmakta öyle bir inşirah vardır ki, bu inşirah, insanın bütün gam ve kasvetini unutturur. Kalbi rahata kavuşturur.
Muttakî ve samimî müslümanların mübah şeylerle kalplerini sükûnete ve istirahate kavuşturmaları şarttır. Bu sır ve hikmete binaen Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
Ta ki, zevcesiyle sükûna kavuşsun... (A'raf/189)
Hz. Ali şöyle demiştir: 'Kalpleri bir saat de olsa istirahate kavuşturunuz. Zira kalpler, zorlandıkları takdirde körleşirler'.
Bir hadîste şöyle buyurulmuştur:
Akıllı bir kimsenin üç saati olması gerekir: a) Bir saat rabbiyle başbaşa kalmalı ve O na münacaat etmelidir, b) Bir saat nefsini hesaba çekmelidir, c) Bir saati de yemeye içmeye, zevcesiyle başbaşa olup zevk u safa sürmeye ayırmalıdır.32
Bu istirahat saati esasında diğer saatlerde yapılan ibadetlere yardımcı olur. Yukarıdaki hadîs başka bir lafızla şöyle varid olmuştur:
Akıllı kimse ancak üç iş için hareket eder: a) Âhiret için azık hazırlamak, b) Dünya maişetini temin için çabalamak, c) Haram olmayan bir lezzet için çalışmak.
Her çalışan kişinin bir bitkinlik ve bir yorgunluğu olur. Her yorgunluğun da bir gevşeme ve istirahata çekilme ihtiyacı vardır. O halde, istirahatını benim sünnetime yönelmek için ayarlayan bir kimse hidayete ermiştir.33
Hadîsin metnindeki şirret kelimesi, hiddet ve şiddetle çalışıp yorgun düşmek manasını taşır. Bu çeşit çalışma ancak iradenin başlangıcındadır. Fetret kelimesi, istirahat için durup dinlenmek demektir.
Ebu Derda şöyle derdi: 'Ben nefsimi bir takım eğlencelerle avutuyorum. Öyle ki, sonradan bu oyalama sebebiyle hakka kuvvetlice sarılabileyim'.
Hz. Peygamber şöyle demiştir:
Ben, Cebrail'e fazla cinsî münasebet yapıp,yorgun düştüğümden şikayet ettim. Beni herise yemeye teşvik etti.34
Şayet bu hadîs sahih ise, bu yol göstermenin istirahate hazırlamaktan başka bir manası yoktur. (Yani bu yemeği yapmak ve yemek, Hz. Peygamber'e istirahat için vakit kazandırır.) Cebrail'in, şehveti azalsın diye bu yemeği Hz. Peygamber'e tavsiye etmiş olması mümkün değildir. Zira herise denilen yemek, şehveti azaltmaz, aksine çoğaltır. Şehvetten mahrum olan, bu gibi ünsiyet ve sevgiden de mahrum olur.
Hz. Peygamber şöyle demiştir:
Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadın ve gözümün nûru namaz.35
Düşünceler, zikirler ve diğer amellerle nefsini yorup deneyen bu üçüncü faydayı inkar edemez. Bu üçüncü fayda diğer iki faydanın dışındadır. Şöyle ki bu fayda, cinsel aleti ve şehveti olmayanın hakkında bile inkarı mümkün olmayan bir faydadır. Ancak şu kadar var ki, bu fayda bu niyete nisbetle evlenmeye bir fazilet kazandırır. Fakat evlenmekten bunu kasteden pek az kişi vardır.
Evlenmekten çocuk yapmayı, şehveti dindirmeyi ve benzerini kasdetmek ise, birçok kimse de görülen bir durumdur. Bir de bazı kimseler vardır ki, akan sular, yeşillikler ve benzerlerine bakıp onlarla oyalanıp eğlenirler. Nefislerinin istirahatı için kadınlarla konuşmak ve oynaşmaya ihtiyaç duymazlar. O halde nefsin istirahatinin temini hususu şahsa göre değişir. Bu husus dikkatle izlenmelidir.
IV. Fayda
Evlenmekle kişinin kalbi evinin işlerini; yani yemek pişirmeyi, süpürmeyi, sermeyi, bulaşık yıkamayı ve diğer ihtiyaçlarını yerine getirmeyi hazırlamaktan da kurtulur. Zira insanın cinsî arzusu yok olsa bile, tek başına bir evde yaşaması zordur. Eğer evin bütün işlerini kendisi yürütürse vakitlerinin çoğu zayi olur ve o kişi ilim ve amel yapmak imkanını bulamaz. Öyleyse, saliha ve ev işlerini yürütebilecek bir hanım, bu yolda kocasına yardımcıdır. Bu sebeplerin karışması, hayatı felce uğrattığı gibi, kalbi de teşvik edicidir.
Bu sırra binaen Ebû Süleyman ed-Daranî şöyle demiştir: 'Saliha bir zevce dünyadan değildir. Çünki o, seni ahirete çalışmak için tam bir serbestiye kavuşturur'.
Saliha hanımın, seni ahiret çalışması için serbest kılması, evinin işlerini görmesi ve şehvetin serkeşliğinden seni kurtarması demektir.
Muhammed b. Ka'b el-Kurazî şöyle demiştir: 'Ey rabbimiz! Bize dünyada hasene ver...' (Bakara/201) ayetinin manası 'Bana saliha bir kadın ihsan et' demektir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Her biriniz şükredici bir kalp, zikredici bir dil ve ahiret yo-lunda kendisine yardım eden saliha bir zevceye sahip olmaya gayret ediniz.36
Hz. Peygamber'in saliha kadın ile zikir ve şükrü nasıl eşit tuttuğuna dikkat edin.
'Elbette biz onu güzel bir yaşantı ile yaşatacağız...' (Nahl/97) ayeti birtakım tefsirlerde saliha zevce olarak tefsir edilmiştir.
Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Allah'a imandan sonra insanoğluna saliha kadından daha hayırlı bir nimet verilmemiştir. Kadınlardan bazısı vardır ki, ona değer biçilmez ve onun yerini hiçbir şey tutamaz. Bazıları da, sökülmez bir bukağıdır'. Ben, Âdem'e iki hasletle üstünlük kazandım: a) Onun hanımı günahta ona yardımcı oldu; benim hanımlarım ise, taat ve ibadette bana yardımcı oldular, b) Onun şeytanı kafir idi, benim şeytanım ise müslümandır, ancak hayrı emreder.37
Hz. Peygamber, hanımlarının taat ve ibadette yardımcısı olmalarını fazilet saymıştır. Bu dördüncü faydayı da salih kimseler isterler. Ancak bu fayda, yardımcıları bulunmayan ve ev işlerini yürüten birisinden mahrum olan şahısların özelliğidir. Bu fayda, insanı iki kadın edinmeye davet etmez. Aksine birden fazla evlenmek, çoğu zaman insana hayatı zehir eder. Ev işlerinin karmakarışık olmasına vesile olur. Hanımının sülalesi ile daha çok akrabaya sahip olmayı ve iki sülalenin birleşiminden meydana gelen kuvveti elde etmeyi istemek, bu dördüncü faydaya dahildir. Çünkü şerlerin uzaklaştırılmasında ve selametin kazanılmasında arka çıkacak insanlara ihtiyaç vardır.
Bu sırra binaen denilmiştir ki: 'Yardımcısı bulunmayan zelil olur. Kendisinden şerleri uzaklaştıracak dostları olan da selamette kalır. Böyle kimsenin kalbi de her türlü ibadette vesveseden uzak olur. Çünki zillet kalbi teşviş eder. Arkasının çokluğu ile aziz olmak ise zilleti bertaraf eder'.
V. Fayda
Nefisle mücahede etmek, onun hareketlerini gözetip kontrol altına almaktır. Aile efradının haklarını yerine getirmek ve hoşuna gitmeyen ahlaklarını iyi karşılayıp, tahammül göstermek ve sabırlı olmak lazımdır. Onlar için helal yollardan çalışıp kazanmak ve çocuklarının terbiyesiyle var kuvvetiyle uğraşmak gerekir. Bütün bu ameller, büyük bir fazilet taşır. Çünkü onun bu hareketleri yapması idareciliktir. Çoluk çocuklar ise, onun halkıdır. Âdil idarecilik büyük bir fazilet taşır. İdarecilikten kaçanlar, ancak onu hakkıyla yerine getiremeyeceğinden korkarak kaçınmışlardır.
Aksi takdirde Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Âdil bir valinin tek bir günü yetmiş (veya doksan) senelik ibadetten daha hayırlıdır.38
İyi bilin ki hepiniz birer çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz.39
Hem kendisinin ve hem de başkasının ıslahıyla meşgul olan, elbette sadece kendi nefsiyle meşgul olup onu ıslah etmeye çalışan bir kimse ile bir olamaz. Çünkü birincisi, diğerinden çok üstündür. Eziyetlere karşı sabırlı olan bir kimse, elbette nefsini müreffeh yaşatandan daha üstündür. Öyle ise aile efradının eziyetlerine tahammül etmek, Allah yolunda cihad etmek mesabesindedir.
Bu sırra binaen Bişr el-Hafî şöyle demiştir: İmam Ahmed b. Hanbel üç şeyde benden üstündür. Helal nafakayı hem kendine ve hem de aile efradına arar'.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
Kişinin aile efradına sarf ve infak ettiği şeyler, onun için sa-dakadır. Muhakkak ki, eşine yedirdiği her lokmadan da ecir kazanır.40
Biri, alimin birine: 'Her amelden Allah Teala bana bir nasip vermiştir' dedikten sonra, hac, cihad ve sair ibadetleri zikretti: O alim, ona şöyle dedi:
- Abdalların amellerinden neler yapıyorsun?
- Abdalın ameli nedir?
- Helalden kazanmak ve infak etmek.
Arkadaşlarıyla birlikte bir savaşta bulunan İbn Mübarek şöyle demiştir:
- Bizim şu yaptığımız gazadan daha üstün bir gaza biliyor musunuz?
- O halde sen söyle nedir?
- İffetli ve çoluk çocuk sahibi biri ki, geceleyin kalkar, çocuklarına bakar, uykuda olan çocukların üstünün açılmış olduğunu görür ve onları elbisesiyle örter. İşte bu kişinin buna benzer ameli, bizim şu anda içinde bulunduğumuz amelden daha hayırlı ve güzeldir.
Hz. Peygamber şöyle demiştir:
Kimin namazı güzel, çocukları çok, malı az olursa ve müslümanların gıybetini yapmazsa o, benimle cennette bunların ikisi gibidir. (Parmaklarının ikisini yanyana getirerek işaret etti).41
Çoluk çocuk sahibi bulunan arif bir fakiri, Allah Teala muhakkak sever.42
Kulun günahları çoğaldığı zaman, Allah Teala onun günahlarını affetmek için onu ailesinin sıkıntılarına müptela kılar. Onu günahlarına kefaret yapar.43
Seleften biri şöyle der: 'Günahlardan bir kısmı vardır ki; ancak çoluk çocuğun üzüntüsü onlara kefaret olur'.
Bu konuda Hz. Peygamber'den gelen bir söz vardır:
Günahlardan bir kısmı vardır ki, onlara ancak geçim için çekilen eziyet kefaret olur.44
Kimin üç kızı olur da, Allah Teala onları kendisinden müstağni kılıncaya kadar onlara ihsanda bulunur, nafakalarını verirse, affedilmeyecek bir kusuru hariç, elbette Allah onu affeder.45
İbn Abbas bu hadîsi zikrettiği zaman şunu söyledi: 'Allah'a yemin ederim ki, bu hadîs, hadîsin garilerinden ve nefislerindendir'.
Rivayet ediliyor ki; bir abid, hanımı ölünceye kadar ona güzelce baktı. Hanımının ölümünden sonra kendisine evlenme teklifi yapılınca bundan kaçındı ve şöyle dedi: 'Yalnızlık, benim kalbimin istirahatı ve dağınık dertlerimin toparlanması için daha hayırlıdır'. Sonra şöyle devam etti: 'Eşimi vefatından bir hafta sonra rüyamda gördüm. Sanki göklerin kapıları açıldı. Sanki bazı kimseler göklerden indiler ve havada birbirlerini takip ederek yürüdüler. Onlardan her inen, bana bakarak kendisini takip edene İşte uğursuz adam budur!' diyordu. Arkadan gelen de onu tasdik ediyordu. Üçüncüsü de böyle dedi, dördüncüsü kendisini tasdik etti. Bu durumdan ürktüm ve sormaktan korktum. Bekledim, ni-hayet sonuncusu yanımdan geçti. Sonuncusu bir gençti. Ona dedim ki
- İşaret ettiğiniz uğursuz kimdir?
- Sensin
- Ben niçin uğursuzum ki?
- Biz, daha önce senin amellerini Allah yolunda cihad edenlerin amelleriyle Allah'ın huzuruna kaldırıp götürürdük. Oysa bir haftadan beri cihaddan geri kalanların amelleriyle birlikte götürmemiz emredildi. Senin ne yaptığını elbette bilemeyiz.
Bu rüyayı arkadaşına naklettikten sonra şunları ekledi: 'Beni evlendirin, beni evlendirin!' Bu hadiseden sonra yanında iki veya üç zevceden daha az olmadı.
Peygamberlerin haberlerinde şöyle varid olmuştur: Bir kavim, Hz. Yunus'a misafir gittiler. Misafirlerine hizmet etmek için evine girip çıkarken, hanımı kendisine diliyle eziyet verip taciz ediyordu. O ise susmayı tercih ediyordu. Misafirleri bu duruma hayret ettiler. Hz. Yunus (a.s) "Ey misafirler, bu duruma şaşmayınız! Çünkü ben, Allah'a müracaat ettim: 'Yarab! Bana ahirette vereceğin azabı, dünyada ver'. Bunun üzerine Allah Teala'dan nida geldi; Falanın kızı, senin dünyadaki azabındır. Onun için git, onunla ev-len'. Bunun üzerine onunla evlendim. Sizin görmekte olduğunuz eziyetlerine sabretmekteyim".
Bu türlü eziyetlerine tahammül göstermekte nefsi eğitmek, öfkeyi kırmak ve ahlakı güzelleştirmek vardır. Çünkü, nefsiyle başbaşa kalan ve güzel ahlaklı biriyle oturup kalkandan nefsin gizli pislikleri gizli kalmaz. Gizli ayıpları belirmez. Bu bakımdan ahiret yolcusuna nefsini bu türlü tahrik edici hareketlerle denemek ve denemeye karşı sabırlı olmasını öğretmek gerekir ki, bu sayede normal bir ahlaka sahip olup nefsi eğitilmiş olsun. İç alemi, kötü ahlaktan temizlensin. Çoluk çocuğun dertlerine katlanmak, hem nefsin terbiyesi, hem de cihad olmakla beraber onlar için didinme aslında bir ibadettir. Bu durum da, evlenmenin faydalarındandır. Fakat bundan ancak şu iki sınıf insan faydalanır:
a) Ya ahiret yolunun daha başlangıcında olduğu için nefsin kötü tarafları ile mücadele edip kötü huylarının temizlenmesi ile uğraşmak isteyen bir kimse ki böyle bir kimse için bu şekil hareket
etmeyi kurtuluş yolu olarak görmek, ve nefsini bu tarzda eğitmek normal bir harekettir.
b) İbadet edenlerden olup, batıl bir hareketi bulunmadığı gibi, düşünce ve kalbinde de çirkinliği olmayan, ancak namaz kılmak, haccetmek ve sair ibadetleri yapmak suretiyle amel eden bir kimse yararlanır.
Böyle bir insanın çocukları için helalinden çalışıp kazanması ve onların terbiyeleriyle uğraşması, sadece kendisine faydası olup başkasına faydası dokunmayan ibadetlerden daha üstündür.
Yaratılışının esasında ve eski durumundan ötürü kendisinde bulunan bir yeterlilik ve özellikle ahlaken temiz olan bir kimseye gelince, bu kimsenin derûnî bir çalışması, ilimler ile mükaşefelerde fikrî bir hareketi olduğu zaman, yukarıda belirttiğimiz gaye için evlenmesi uygun değildir. Çünkü evlenmekten dolayı elde edeceği nefsî riyazet yeterli derecede kendisinde bulunmaktadır. Çocuklar için helalinden kazanma ibadetine gelince; ilim edinmek bundan çok üstündür. Çünkü ilim, onun hem amel sebebidir, hem de daha faydalıdır. Çocukların nafakaları için yapılan çalışmadan daha önde gelir. Çünkü, ilim, herkes için faydalıdır, yani faydası geneldir.
İşte, dinde nikahın faydaları bu saydıklarımızdır. Bu faydalardan ötürü evlenmenin faziletli olduğuna hükmedilmektedir.
13) Buharî, (Ebu Hüreyre'den)
14) Ebu Ömer et-Tukanî
15) Beyhakî
16) İbn Hibban
17) Ebu Hudbe, (Enes'ten)
18) İbn Mace
19) Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
20) İbn Hibban
21) Irakî güvenilir bir aslının olmadığını söylemektedir.
22) Bezzar, Taberanî
23) Buharî
24) Müslim
25) Dualar bölümünde geçmişti.
26) Beyhakî
27) Ahmed
28) Müslim ve Tirmizî
29) Tirmizî
30) Tirmizî
31) Ahmed
32) İbn Hibban
33) Ahmed ve Taberanî
34) İbn Adiy, (Huzeyfe'den)
35) Nesaî ve Hakim
36) Tirmizî
37) Hatib, Tarih. Hadîsin ravileri arasında Muhammed b. Velîd b. Eban vardır. İbn Adiy'e göre bu zat, hadis uydurur. Müslim am





