Ölünün ardından yapılan yanlışlar nelerdir? Ölen kişinin ardından yapılan yanlışlar nelerdir? Ölen kişinin ardında dinde var zannedilen hurafeler ve gelenekler nelerdir? Cenaze Neden Ilık Suyla Yıkanır? Cenaze Nereye Defnedilmeli? Cenaze Uğurlanırken Ne Yapılmaz? Ölünün Arkasından Ağlamak Caiz Midir? Müslümanın Kabri Nasıl Olmalı? Ölü İçin Para karşılığı Kur'an Okumak Caiz Midir? Devir Adeti Caiz Mi? İşte ölünün ardından dinde yeri olmayan ve yapılması kötü olan davranışlar, hatalar...
Mü'minlerin bu fanî dünya hayatında birbirlerine karşı vazifelerinin sonuncusu; vefat eden din kardeşlerinin cenazesine iştirak etmek, namazını kılmak ve onu kabrine defnetmektir. Bu, mevtaya karşı son vazife olduğu gibi, arkada kalan yakınlarına karşı da bir kadirşinaslıktır.
Müslümana yakışan, sevinçli anlarında olduğu gibi kederli zamanlarında da din kardeşlerinin yanında olabilmektir. İşte cenaze, bu kederli anların en acı ve ibretli olanıdır. Cenaze merasimlerinde gönüller, derin bir tefekkür, ayrılık acısı ve hüzün ikliminde rakikleşir. Vefat eden din kardeşlerinden ibret alabilenler, ömürlerinin kalan kısmını Cenab-ı Hakk'ın emirlerine daha büyük bir hassasiyetle riayet noktasında nefislerini muhasebe imkanı bulurlar.
ÖLEN KİŞİNİN ARDINDAN YAPILAN YANLIŞLAR
Hal böyleyken, günümüzde cenazenin bu ulvî muhtevasıyla tezat teşkil eden ve İslamî adaba uymayan birtakım hal ve davranışlarla karşılaşılmaktadır. Kimi cehaletten, kimi gafletten, kimi menfaatperestlikten, kimiyse batıl din ve kültürlerin tesirinde kalmaktan kaynaklanan bu bid'at ve yanlışlıkların başlıcalarını maddeler halinde sıralayacak olursak:
1- Cenazeye çelenk göndermek.
2- Cenazenin katafalka konularak saygı duruşunda bulunulması.
3- Cenazenin hayattayken vazife yaptığı yerlere götürülerek başında nutuk çekilmesi.
4- Bando vb. çalgılar eşliğinde teşyî edilmesi.
Ölüler Neden Hemen Gömülmeli?
5- Cenazenin -zarûret olmadığı halde- morgda veya soğuk depolarda bekletilmesi.
Zira İslam'da cenazeyi bekletmeyip bir an önce defnetmek esastır. Resûlullah Efendimiz'in bu hususta pek çok îkazı bulunmaktadır. Nitekim Talha ibni'l-Bera hastalandığında Peygamber Efendimiz onu ziyarete gitmiş, yanından çıkınca da orada bulunanlara şöyle buyurmuştur:
"Talha'ya ölümün yaklaştığını görüyorum. Ölecek olursa bana haber verin. Techîz ve tekfîn işlerinde elinizi çabuk tutun. Çünkü bir Müslümanın cesedini ailesinin yanında bekletmek uygun değildir." (Ebû Davûd, Cenaiz, 34)
Yine Resûlullah Efendimiz, Hazret-i Ali'ye de şöyle buyurmuşlardır:
"Üç şeyi geciktirme! Vakti giren namazı, hazırlanan cenazeyi ve (evlendirmek için) dengini bulduğun kocasız kadını." (Tirmizî, Salat, 13/171)
Cenaze Neden Ilık Suyla Yıkanır?
6- Cenazeyi kaynar veya soğuk su ile yıkamak da yanlıştır. Zira diriye gösterilen şefkat ve hassasiyetin cenazeye de gösterilip ılık suyla yıkanması îcab eder.
Ümmü Kays bint-i Mihsan anlatıyor:
"Oğlum ölmüştü. Bu sebeple çok üzüldüm. Onu yıkayan kimseye teessürle:
«–Oğlumu soğuk su ile yıkama, onu öldüreceksin!» dedim.
Ukkaşe hemen Resûlullah'a gidip benim söylediklerimi haber verdi. Allah Resûlü tebessüm ettiler ve:
«–Böyle mi söylüyor! Öyleyse onun ömrü uzadı.» buyurdular."
Hadîsin ravîsi; "Biz, bu kadın kadar uzun yaşayan başka bir kimse bilmiyoruz." demiştir. (Nesaî, Cenaiz, 29)
Cenaze Nereye Defnedilmeli?
7- Cenazeyi bulunduğu yerden başka bir yere götürüp orada defnetmek de günümüzde sıkça karşılaşılan yanlışlıklardan biridir. Cenaze ancak, öldüğü beldede bir Müslüman mezarlığı yoksa başka bir yerde defnedilebilir. Bu da mühim bir hassasiyettir. Zira hayattayken salihlerle beraber olmaya dikkat edildiği gibi, vefat eden mü'minleri de salihlerin arasına defnetmeye îtina gösterilmelidir.
Cenaze Uğurlanırken Ne Yapılmaz?
8- Cenaze hizmetlerinin yaşayanlara yönelik gayelerinden biri, ölümü hatırlamak, ahiret alemini düşünmek ve ibret almaktır. Hatta bu maksadı ihlal edebileceği endişesiyle cenazeyi teşyî ederken yüksek sesle Kur'an-ı Kerîm okumak, tekbir getirmek ve zikir çekmek bile bazı alimler tarafından hoş karşılanmamıştır. Bundan dolayı; tevazu, hiçlik, sadelik ve samimiyetin hakim olması gereken cenaze hizmetlerinde, gösteriş ve israfa sebep olan merasimlerin icra edilmesi doğru değildir.
Nitekim sahabe-i kiramdan Üseyd bin Hudayr fazîletli kişilerden biriydi. Sık sık şöyle derdi:
"Eğer şu üç halden biri üzere devamlı durabilseydim, hiç şüphesiz Cennetliklerden olurdum:
Kur'an'ı okuduğum veya okunan Kur'an'ı dinlediğim zamanki halet-i rûhiyemi koruyabilseydim,
Nebî Efendimiz'in sohbetlerini dinlediğimde büründüğüm ruh halimi sürdürebilseydim,
Bir cenaze teşyîinde duyduğum hisleri devam ettirebilseydim. Evet, ne zaman bir cenazede bulunsam kendi kendime; «Acaba bu cenazeye neler yapılacak, hali nice olacak ve sonunda nereye gönderilecek?!» diye düşünürüm." (Bkz. Ahmed, IV, 351; Hakim, III, 326/5260)
Cenaze Namazı Ve Defin Sırasında Kadınlar Ve Erkekler Bir Arada Olabilir Mi?
9- Kadınların cenaze namazında erkeklerin arasına karışması ve mecburiyet yokken kabre gitmeleri doğru değildir.
Erkekler için büyük bir fazîlet olarak teşvik edilen cenaze namazı ve kabre defin vazifesi, kadınlar için hoş karşılanmamış, "tenzîhen mekruh"[1] kabul edilmiştir. Çünkü fıtraten şefkat ve merhamet hissiyatı yüksek olan kadınların böylesine acı ve hüzünlü durumlarda uygun olmayan davranışlarda bulunmaları kuvvetle muhtemeldir.
Nitekim hanım sahabîlerden Ümmü Atıyye şöyle demiştir:
"Biz hanımlar, cenazeye iştirak etmekten men edildik. Fakat cenaze teşyîi bize kesin olarak haram kılınmadı." (Buharî, Cenaiz 29, İ'tisam 27; Müslim, Cenaiz, 34-35)
Kadınlar, erkeklerin arasına karışmasalar bile cenaze namazı için gidip saf tutmaları mekruhtur. Hatta cemaatle namaza gitmeleri de birtakım şartlara bağlanmıştır. Bilhassa kadın-erkek ihtilatından sakınmak, en mühim şarttır. Nitekim bu maksatla Peygamber Efendimiz Mescid-i Nebevî'nin bir kapısı hakkında:
"Bu kapıyı kadınlara ayırsak." buyurmuş ve erkek sahabîler bir daha orayı kullanmamışlardır. (Ebû Davûd, Salat, 53/571)
Namazdan sonra da erkeklerle kadınların birbirine karışmaması için Efendimiz bir miktar bekler, kadınlar evlerine dağıldıktan sonra kalkar, erkekler de O'nu takip ederlerdi. Bilhassa sabah namazı, hava tam aydınlanmadan kılınır, kadınlar selam verir vermez hemen kalkıp elbiselerine iyice bürünerek evlerine giderler, kimse onları tanımadığı gibi, bazen onlar da birbirlerini tanıyamazlardı.[2]
Peygamber Efendimiz bir gün camiden çıkarken, erkeklerle kadınların birbirine karıştığını görünce, kadınlara seslenerek:
"–Çekilin! Yolun ortasından yürümeyin, yolun kenarlarından yürüyün!" buyurmuştu. Bunun üzerine kadınlar duvara yakın yürümeye başladılar. Öyle ki elbiseleri duvara takılıyordu. (Ebû Davûd, Edeb, 167-168/5272)
Hazret-i Âişe, Emevîler döneminde kadınlarla erkeklerin birbirine karıştığını görünce şöyle demiştir:
"Resûlullah kadınların böyle yaptığını görseydi, tıpkı İsrailoğulları kadınlarının camiden men edildiği gibi, onları da camiden men ederdi." (Buharî, Ezan, 163)
İslam, namazı cemaatle kılmaya son derece ehemmiyet verdiği halde, erkek ve kadın ihtilatını önlemek için kadınları bundan muaf tutmuş ve onlar için evde namaz kılmanın, camide kılmaktan daha fazîletli olduğunu bildirmiştir. Nitekim Allah Resûlü Efendimiz:
"Kadınların en hayırlı mescitleri, evlerinin köşesidir." buyurmuştur. (Ahmed, VI, 297)
Bu itibarla bilhassa fitne zamanlarında, kadınların namazlarını evlerinde kılmaları îcab eder. Ancak herhangi bir fitnenin söz konusu olmadığı zamanlarda hanımlar namaz için mescide çıkmak isterlerse, süslenmeden ve koku sürünmeden gidebilirler.
Harameyn-i Şerîfeyn'de (Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî'de) ise, mekanın fazîleti sebebiyle, zaten ibadet maksadıyla gelmiş olan hacılar veya umreciler, orada cenaze namazı dahil, bütün namazları mescitte cemaatle kılabilirler. Fakat süslenmemek, koku sürünmemek, kadın-erkek ihtilatından sakınmak ve herhangi bir fitneye sebebiyet vermemek şartlarına her zaman riayet etmeleri gerekir.
Ölünün Arkasından Ağlamak Caiz Midir?
10- Ölünün ardından feryad ü figān ederek ağlamak da doğru değildir.
Hazret-i Enes'ten rivayet edildiğine göre, Resûlullah, çocuğunun mezarı başında feryad ederek ağlayan bir kadının yanından geçmişlerdi. Ona:
"–Allah'tan kork ve sabret!" buyurdular.
Kadın:
"–Çekil git başımdan; zira benim başıma gelen felaket, Sen'in başına gelmemiştir!" dedi.
Kadın, Resûlullah Efendimiz'i tanıyamamıştı. Kendisine, O'nun Allah Resûlü olduğunu söylediler. Kadın bunu duyar duymaz Nebiyy-i Ekrem Efendimiz'in kapısına koştu. Orada kendisini engelleyen herhangi bir kimse olmadığı için, doğrudan Efendimiz'in huzûr-i alîlerine çıktı ve:
"–Ya Resûlallah! Siz'i tanıyamadım." diyerek özür diledi.
Allah Resûlü büyük bir merhametle o kadına şu nasihatte bulundular:
"–Hakikî sabır, felaketin ilk anında gösterilendir!" (Buharî, Cenaiz, 32)
Yine Resûlullah Efendimiz:
"Cenaze, (matem) sesiyle de, ateşle de takip edilmez!" buyurmuşlardır. (Muvatta', Cenaiz, 13; Ebû Davûd, Cenaiz, 46/3171)
11- Matemi aşırıya götürmek, haftalarca, aylarca yas tutmak, hayata küsmek, müslümanca bir davranış değildir.
12- Ölünün ardından kötü konuşmak, geçmişlere vefasızlık etmek ve onları unutmak da doğru değildir.
13- Kabre doğru namaz kılmak veya kabir üzerine mescit inşa etmek de yanlıştır.
Müslümanın Kabri Nasıl Olmalı?
14- Şatafatlı mezarlar yapmak ve mezar taşlarına aşırı iltifatlarla dolu ifadeler yazmak, İslam ahlakına da kulluk adabına da uygun değildir. Ölen kişi ne kadar fazilet sahibi biri olursa olsun, onun Cennetlik olacağını biliyormuş gibi teminat verircesine kat'î ifadelerde bulunmaktan sakınmak gerekir. Şu ibretli hadise, bu hakîkati ne güzel îzah etmektedir:
Zühd ve takvasıyla bilinen Osman bin Maz'ûn, Medîne'de Ensarî kardeşinin evinde vefat etmişti. Evin hanımı Ümmü'l-Ala:
"–Ey Osman! Şehadet ederim ki şu anda Allah Teala sana ikram etmektedir." dedi.
Resûlullah Efendimiz müdahale ederek:
"–Allah'ın ona ikram ettiğini nereden biliyorsun?" buyurdular.
Kadın:
"–Bilmiyorum vallahi!" deyince de Allah Resûlü şöyle buyurdular:
"–Bakın, Osman vefat etmiştir. Ben şahsen onun için Allah'tan hayır ümîd etmekteyim. Fakat ben peygamber olduğum halde, bana ve size ne yapılacağını (yani başımızdan ne gibi haller geçeceğini tam olarak) bilmiyorum."
Ümmü'l-Ala der ki:
"‒Vallahi, bu hadiseden sonra hiç kimse hakkında bir şey söylemedim, (sadece Rabbimden hayır ümîd ettim)." (Buharî, Tabîr, 27)
Salih kulların yüreklerini titreten en mühim hususlardan biri de, kendilerine yapılan aşırı iltifatlar sebebiyle Cenab-ı Hakkʼın huzûrunda hesaba çekilme endişesidir. Nitekim bu endişe sebebiyle, ilim ve irfanda "Güneşler Güneşi" diye anılan Halid-i Bağdadî Hazretleri, mezar taşına övgü ve iltifat ifadeleri yazılmamasını vasiyet etmiştir.
Ölü İçin Para karşılığı Kur'an Okumak Caiz Midir?
15- Defin sırasında veya daha sonra, ölü için "para karşılığında" Kur'an okutmak, hatim indirtmek, yine ölü için muhtelif gün ve yıl dönümlerinde "ücret mukabili" mevlid okutmak, ziyafet vermek, bid'at sayılmıştır. Ölüm münasebetiyle Kur'an okunmasının, okuyan için sevaba vesîle olacağı gibi ölene de fayda sağlayacağı ümîd edilir. Lakin bunun başkasına ücret mukabili yaptırılması ve Kur'an okuyanların Allah rızasını değil de alacakları para veya hediyeyi gaye edinmesi, bu fiilin bütün fazîlet ve ecrinin zayî olmasına sebebiyet verir.
Devir Adeti Caiz Mi?
16- Cenazenin defninden sonra uygulanan "devir" adeti de bid'at haline getirilen işlerdendir. Mevtayı ibadet borçlarından kurtarmak niyetiyle yapılan "iskāt"ı, bir "hîle-i şerʼiyye"ye çevirmemek îcab eder.
İmam Muhammed'in, zarûretler sebebiyle tutulamayan ve kaza etmeye de güç yetirilemeyen oruçların yerine fidye verilmesine kıyas ederek, kılınamamış namazların da affedilmesi ümîdiyle, "iskāt-ı salat" tabir olunan bir ictihadı mevcuttur. Buna göre, kılınamamış her vakit namaz için, bir fakirin bir günlük yiyecek ihtiyacının karşılanması veya buna tekabül eden belli bir meblağın infak edilmesi gerekmektedir. Ancak yapılacak olan bu infak, miktar bakımından hiçbir değişikliğe uğramadan, aynen muhtaca intikal ettirilmelidir.
İmam Muhammed Hazretlerinin bu ictihadından üç mühim fayda mülahaza edilmektedir:
İnfaka teşvik ve infak edenin ecre nail olması,
Muhtaçların sevinip mevta için dua etmeleri,
Mevta için Cenab-ı Hakk'ın af ve rahmetinin ümîd edilmesi.
Mevtanın hayrına yapılmakta olan "iskāt" muamelesi, -maalesef- günümüzde kimileri tarafından "devir"[3] yapılmak sûretiyle asıl gayesinden uzaklaştırılarak İslam'ın rûhuna zıt bir mahiyete büründürülmüştür.
"Devir" adı verilen bu uygulama, bir nevî hîleye dönüştürülmüştür. Bu tür yanlış bir uygulama ile, îfa edilmemiş bir ibadet, hakîkatte infak edilmemiş sadaka görünümlü bir davranışla telafî edilmeye çalışılmaktadır.
Şöyle ki; ahirete intikal etmiş bir kimsenin, üzerinde bulunabilecek muhtemel namaz borçlarından[4] kurtulması maksadıyla, ortaya bir miktar para konulmakta ve bunun halis bir niyetle ihtiyaç sahiplerine intikal ettirilmesi gerekirken, -maalesef- çoğu kere birkaç kişi arasında " قَبِلْتُ aldım, kabul ettim; وَهَبْتُ hibe ettim" ifadeleriyle elden ele devredilmekte, bununla da güya infak edilen meblağın miktarı -fiilen değilse de hükmen- çoğaltılmış olmaktadır.
Az bir parayı bir insana -niyet unsuru baştan belli olan bir hareketle- önce verip sonra geri almak, daha sonra bir başkasına verip tekrar geri almak ve bu sûretle hazır bulunanlar sayısınca bu meblağın çoğalmış olduğuna ve hayrın arttığına inanmak, bunu yapanların ancak kendilerini kandırabildikleri çirkin bir bid'attir.
Bilhassa varlıklı kişilerin böyle bir yola tevessül etmeleri ve bundan bir netice ummaları, çok daha hayret vericidir. Üstelik bu durum, İslam'a karşı menfî bir şartlanma ve tenkit nazarıyla bakanların, büyük bir mantıksızlık olarak telakkî edebileceği ve -haşa- Allah'ı aldatmaya çalışmak gibi görebileceği, abesle iştigalden başka bir şey değildir.
Miras Paylaşımında Anlaşmazlığa Düşmek Caiz Mi?
17- Mal hırsına ve nefsanî arzulara kapılarak, mîras yüzünden akraba ile düşman haline gelmek de son derece yanlış bir durumdur. Mü'minler, mîrası Cenab-ı Hakk'ın istediği şekilde taksim etmeli, akrabalık bağlarını zayıflatacak bir davranışa mahal vermemelidir.
Maalesef bugün, îman ve İslam ile irtibatları zayıflamış bulunan niceleri, Allah'ın takdir ve taksîmine rıza göstermeyerek akraba arasına öfke ve dargınlık ateşi düşürmektedirler.
Halbuki Cenab-ı Hakk'ın bu husustaki emirlerine uymayanlar için, çok ağır tehditler varid olmuştur. Kur'an-ı Kerîm'de pek çok mevzu ana hatlarıyla anlatılırken, mîrasın nasıl taksim edileceği hususu, tafsilatıyla ve en açık ifadelerle net bir şekilde beyan edilmiş,[5] sonra da şöyle buyrulmuştur:
"İşte bunlar, Allah'ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah'a ve Resûl'üne itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan Cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur." (en-Nisa, 13)
"Kim de Allah'a ve Rasûl'üne karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır." (en-Nisa, 14)
Ölünün Yedisi, Kırkı ve Elli İkisi Var Mıdır?
18- Ölünün ardından; yedisi, kırkı veya elli ikisi gibi belli gün ve gecelerde mevlid veya hatim gibi merasimler tertib etmek hususunda da Kur'an-ı Kerîm'e veya hadîs-i şerîflere dayanan herhangi bir bilgi veya tavsiyeye rastlanmamıştır.
Vefat eden mü'min için her zaman istiğfar etmek, onun adına sadakalar vermek ve Kur'an-ı Kerîm okumak lazımdır. Bunu yapmayı belli günlere hasretmek, vefat edenleri diğer günlerde unutmaya, dolayısıyla daha az hatırlamaya sebep olur. Diğer taraftan, bilmeyen kimseler, belli günlerde yapılan bu nevî merasimleri, İslamî bir emir ve kaide zannetmeye başlayabilirler.
Ölünün ardından; yedisi, kırkı ve elli ikisi gibi günlerde mevlid veya hatim okuyup okutma geleneğinin ancak, bu vesîleler de olmasa ölünün büsbütün unutulması mahzurunu ortadan kaldırmak için ihdas edilmiş olduğu düşünülebilir. Ancak böyle bir gelenek zarûreti de olmasa unutulup gitmek, bir bakıma ölen kimsenin gönüllerde yeteri kadar kıymetli hatıralar bırakamadığının da acı bir delili olur.
Bu hale düşmemek için Hazret-i Ali şu îkazda bulunur:
"Salih ve sadıklarla beraber ol. Onlarla ünsiyet kur (ki onların şahsiyet ve karakteri sana sirayet etsin). Öyle kamil bir hayat yaşa ki; insanlar hayattayken seni özlesinler, vefatından sonra da sana hasret kalsınlar!.."
Şair de adeta bu manayı ifade edercesine şöyle seslenir:
Seni annen doğurup attığı gün dünyaya,
Ağlıyordun; bütün alem gülüyordu bir yanda,
Şimdi öyle bir ömür sür ki, ölürken gülesin;
Çağlasın gözyaşı halinde cihan arkanda…
Ardında hayırlı nesiller, güzel hatıralar, faydalı eserler ve hayır dualar bırakarak Allah yolunda dolu dolu bir "hizmet ömrü" yaşayan salih zatların cisimleri toprak altına girse de, isimleri asırlar boyunca gönüllerde yaşamaya devam eder. Nitekim Mevlana Hazretleri bir rubaîsinde şöyle buyurur:
"Ölümümüzden sonra mezarımızı yeryüzünde aramayın. Bizim mezarımız, ariflerin gönüllerindedir."
Gönüllere silinmez bir muhabbet imzası atarak gök kubbede hoş bir sada bırakabilen salih kullara ne mutlu!..





