Saf suresi Kur'an-ı kerîmin altmış birinci sûresidir. Saf suresi Medine'de nazil olmuştur. 14 ayettir. Dördüncü ayette mü'minlerin saf saf olup Allah yolunda savaştıkları anlatıldığı için Sûret-üs-Saf denilmiştir. Sûrede; insanların yapamayacakları şeyler hakkında söz vermelerinin kötülüğü, düşman karşısında azimle cihad edenlere karşı Allah'ın muhabbeti, İslamiyet'i kabûl etmeyenlerin kötülenmesi, Allah'ın dinini koruyacağı, en hayırlı işin iman ve Allah yolunda cihad etmek olduğu, bildirilmektedir. Saf suresinin okunuşu, anlamı, tefsiri, nasıldır? İşte Saf suresi hakkında bilmeniz gerekenler...

Kim Saf sûresini okursa, Îsa aleyhisselam ona dua eder. Dünyada kaldığı müddetçe onun için istigfar (tövbe) eder, kıyamet günü onun arkadaşı olur. (Hadîs-i şerîf-Envar-üt-Tenzil ve Esrar-üt-Te'vîl)

Kısaca Konusu : Kişinin yaptıklarıyla bağdaşmayan iddialarda bulunmasının Allah katında çok çirkin sayıldığı belirtilerek öz ve söz arasındaki uyumun önemine vurgu yapılmakta; Allah yolunda çarpışanların O'nun hoşnutluğunu kazanabilmeleri için tek bir yürek ve tek bir vücut gibi olmaları gerektiğine dikkat çekilmekte; İsrailoğulları'nın verdikleri sözü tutmamaları, Hz. Mûsa'yı üzmeleri ve Hz. Îsa'nın kendisinden sonra gelecek peygamberi isim de vererek müjdelemesine rağmen ona vefasızlık etmeleri eleştirilmekte; gerçek kurtuluşun Allah'a ve resulüne iman edip malıyla canıyla Allah'ın gösterdiği yolda çaba harcamaktan geçtiği bildirilmektedir.

SAFF SÛRESİ TÜRKÇE OKUNUŞU
Bismillahirrahmanirrahim

1. Sebbeha lillahi ma fiyssemavati ve ma fiyl'ardı ve huvel'aziyzulhakiymu.

2. Ya eyyuhelleziyne amenu lime tekulune ma la tef'alune.

3. Kebure makten 'ındallahi en tekulu ma la tef'alune.

4. İnnallahe yuhıbbulleziyne yukatilune fiy sebiylihi saffen keennehum bunyanun mersusun.

5. Ve iz kale musa likavmihi ya kavmi lime tu'zuneniy ve kad ta'lemune enniy resulullahi ileykum felemma zağu ezağallahu kulubehum vallahu la yehdiylkavmelfasikıyne.

6. Ve iz kale 'ıysebnu meryeme ya beniy israiyle inniy resulullahi ileykum musaddikan lima beyne yedeyye minettevrati ve mubeşşiren biresulin ye'tiy min ba'diy-ismuhu ahmedu felemma caehum bilbeyyinati kalu haza sıhrun mubiynun.

7. Ve men azlenu mimmeniftera 'alellahilkezibe ve huve yud'a ilel'islami vallahu la yehdiylkavmezzalimiyne.

8. Yuriydune liyutfiu nurallahi biefvahihim vallahu mutimmu nurihi velev kerihelkafirune.

9. Huvelleziy ersele resulehu bilhuda ve diynilhakkı liyuzhirehu 'aleddiyni kullihi velev kerihelmuşrikune.

10. Ya eyyuhelleziyne amenu hel edullukum 'ala ticaretin tunciykum min 'azabin eliymin.

11. Tu'minune billahi ve resulihi ve tucahidune fiy sebiylillahi biemvalikum ve enfusikum zalikum hayrun lekum in kuntum ta'lemune.

12. Yağfir lekum zunubekum ve yudhılkum cennatin tecriy min tahtihel'enharu ve mesakine tayyibeten fiy cennati 'adnin zalikelfevzul'azıymu.

13. Ve uhra tuhıbbuneha nasrun minallahi ve fethun kariybun ve beşşirilmu'miniyne.

14. Ya eyyuhelleziyne amenu kunu ensarallahi kema kale 'ıysebnu meryeme lilhavariyyiyne men ensariy ilellahi kalelhavariyyune nahnu ensarullahi feamenet taifetun min benuy israiyle ve keferet taifetun feeyyednelleziyne amenu 'ala 'aduvyihim feasbehu zahiriyne.

SAFF SÛRESİ ANLAMI
Bismillahirrahmanirrahîm.

1. Göklerde olanlar da yerde olanlar da Allah'ı tesbih ederler. O Azîz'dir, hükmünde hikmet sahibidir.

2. Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?

3. Yapmadığınız şeyleri söylemeniz Allah katında büyük bir gazaba sebep olur.

4. Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.

5. Bir zamanlar Musa kavmine: "Ey kavmim! Beni niçin incitiyorsunuz? Halbuki benim, Allah'ın size gönderdiği bir peygamberi olduğumu biliyorsunuz!" demişti. Onlar yoldan sapınca, Allah da onların kalplerini saptırmıştı. Allah fasıklar gürûhunu doğru yola iletip hidayete erdirmez.

6. Bir zamanlar Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat'ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim." demişti. Müjdelenen peygamber onlara delillerle (mucizelerle) gelince "Bu apaçık bir sihirdir." dediler.

7. İslam'a davet edilirken Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Allah zalimler gürûhunu hidayete erdirmez.

8. Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kafirler istemeseler de, Allah nurunu tamamlayacaktır.

9. Dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamber'ini hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. İsterse müşrikler hoş görmesinler.

10. Ey iman edenler! Elem verici, can yakıcı bir azaptan sizi kurtaracak bir ticaret yolunu göstereyim mi size?

11. Allah'a ve Resul'üne imanda sebat eder, Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok daha hayırlıdır.

12. Böyle yaparsanız Allah günahlarınızı size bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.

13. Bundan başka, seveceğiniz bir şey daha var. Allah'tan bir yardım ve yakın bir fetih. Müminleri müjdele!

14. Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun! Nitekim Meryem oğlu İsa Havarîler'e: "Allah'a giden yolda benim yardımcılarım kimlerdir?" demişti. Havarîler de: "Biziz Allah'ın yardımcıları!" demişlerdi. İsrailoğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de inkar etmişti. Biz de iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.

SAFF SÛRESİ TEFSİRİ

1. Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa Allah için tesbihte bulunmuştur. Ve o üstündür, hikmet sahibidir.

1. Bu mübarek ayetler, bütün kainatın Cenab-ı Hak'kı tesbîh ve tenzihte bulunduğunu bildiriyor. Müslümanların yapmayacakları şeyleri yapacak gibi görünmelerinin pek büyük bir günah olacağını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Göklerde ne varsa) Melekler gibi, yıldızlar gibi herhangi canlı ve cansız mahlûk (ve yerde ne varsa) insanlar gibi, ağaçlar, ekinler gibi her hangi bir şey (Allah için tesbîhte bulunmuştur.) bütün onların varlığı sözle veya hal ile Yüce Allah'ı tevhîd ve tenzîh etmiştir. Yani: O ezeli Yaratıcının birliğine, rablığına, kudret ve büyüklüğüne işaret ve şahitlik edip durmaktadır.

(Ve O) Kerem Sahibi Yaratıcı (azîzdir) bütün mahlûkata galiptir. Dilediği şeyleri yapmaya hakkıyla kaadirdir ve (hakîmdir) bütün varlık sahasına getirdiği şeyler ve onların haklarındaki ilahî düzenleme, birer hikmet ve faydaya dayanmaktadır. Muhakkak inanıyoruz…
Abdullah İbn-i Seleme, Radiyallah-ü Anh'tan şöyle dediği nakledilir. Resûllah'ın ashabından bazı zatlar ile oturmuşluk, konuşmakta bulunuyorduk, dedik ki: Allah-ü Teala'ya hangi amelin sevgili olduğunu bilsek te onu işlesek, bunun üzerine Allah-ü Teala iş bu "Sebbeha Lillahi" ayet-i kerîmesini indirdi. Elsirracül'münîr..

2. Ey iman etmiş olanlar… Yapmayacağınız şeyi ne için söylersiniz.

2. (Ey îman etmiş olanlar!.) Ey İslamiyet dairesinde yaşayanlar!. (Yapmayacağınız şeyi ne için söylersiniz) va'denize ne için muhalefet edesiniz, bu insanlığın şanına layık mıdır?.

Rivayete göre bazı müslümanlar demişler ki: Allah-ü Teala'ca amelilerin en sevimlisini bilsek te, onun uğrunda mallarımızı, canlarımızı, feda etsek, Vakta ki, cihat hakkında ayet nazil olmuş, cihadı hoş görmemişler, bunun üzerine bu ayet-i kerîme nazil olmuştur. "Tefsîr-i Ebüssüut".

3. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.

3. Ey müslümanlar!. Şunu biliniz ki: (Yapmayacağınız şeyi söylemeyiniz) Yapacağınıza dair yalan yere söz vermeniz (Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.) İlahî azabı gerektirecek büyük bir günahtır, son derece nefreti icap etmektedir. Çünkü, va'di yerine getirmek güzel bir özelliktir, va'd edenin ahlakî olgunluğuna delîldir, cemaat arasında itimada, dostluğa, dayanışmaya vesiledir. Verilen sözü yerine getirmemek ise, ahlaka tamamen aykırıdır, halk arasında düşmanlığa, itimatsızlığa, dayanışmanın yok olmasına sebeptir.

Selef alimleri, bu ayet-i kerîmeyi verilen sözü tutmanın vacip olduğuna delil getirmişlerdir. Çünkü, bu ayet-i Celîle, vefasızlığın pek çirkin olduğunu göstermektedir. Nitekim bir hadis-i Şerîf de şu mealdedir: Münafıkın alameti üçtür; verdiği sözden cayar, söyleyince yalan söyler, gücenilince de hiyanette bulunur. "Tefsir-ül' meragî".

4. Şüphe yok ki; Allah, o kimseleri sever ki: O'nun yolunda sanki bir muhkem bina etmişler gibi saf bağlayarak savaşta bulunurlar.

4. Bu mübarek ayetler, Allah yolunda birleşerek cihada atılanların ilahî muhabbete nail olacaklarını müjdeliyor. Vakti ile Mûsa Aleyhisselam'a kavminden bir kısmının isyan ederek onunla beraber cihada atılmadan kaçınmış ve O Yüce Peygambere eza ve cefaya cür'et etmiş olduklarından dolayı nasıl Hak'tan ayrılarak korkunç bir kalp değişikliğine maruz kaldıklarını ve öyle isyankarları Cenab-ı Hak'kın hidayete kavuşturmayacağını beyan ve ihtar buyurmaktadır.

Şöyle ki: Allah-ü Teala, cihaddan kaçınanları sevmez, fakat (şüphe yok ki, Allah o kimseleri sever ki: Onun yolunda) ilahî din uğrunda (sanki bir muhkem bina) kurşunla kenetlenmiş pek sağlam bir duvar (gibi saf bağlayarak savaşta bulunurlar) öyle birleşik, muntazam bir vaziyet alarak düşmanlarını cezalandırmaya çalışırlar.

Böyle düzenli, birbirine bağlı bir vaziyet almaları, kendilerinin manevî kuvvetlerini arttırır, aralarındaki birliği temîn eder, düşmanlarının yüreklerine korku düşürür, yok olmalarına sebep olur. Nitekim namazlarda da safların düzeltilmesiyle emrolunmuştur ki, bu da müslüman cemaatının birliğini, kalbi bağlılıklarını göstermiş olur.

5. Ve bir vakit ki: Mûsa kavmine dedi ki: Ey kavmim! Ne için bana eziyet veriyorsunuz? Ve halbuki, benim sizin için bir Allah Resûlü olduğumu şüphesiz bilirsiniz. Ne zamanki, onlar Hak'tan döndüler, Allah-ü Teala da, onların kalplerini döndürdü ve Allah fasıklar olan kavme hidayet etmez.

5. (Ve) Ey Peygamberlerin sonuncusu!. Cihaddan kaçınmanın, Peygambere muhalefetin pek fena neticesini anlamaları için kavmine anlat (bir vakit ki, Mûsa) Aleyhisselam (kavmine dedi ki: Ey kavmim!. Ne için bana eziyet veriyorsunuz?) emrime muhalefet ederek savaşı terk ediyorsunuz, benimle beraber zorbalara karşı cihada atılmak istemiyorsunuz? "Sen ve Rab'bin git, savaşta bulun, biz burada oturacağız" diyorsunuz.

(Ve Halbuki, benim sizin için bir Allah Resûlü olduğumu şüphe yok ki, bilirsiniz) elimde ortaya çıkmış olan birçok mûcizeleri gördünüz ki, onlar ile düşmanlarınızı helak etmiş, sizi onların hakimiyetinden kurtarmış bulunuyorum. Artık nasıl olur da emirlerime muhalefet edebilirsiniz?. Ne yazık ki: Onlar bu ihtarları dinlemediler.

Evet.. (Vakta ki onlar) Hak'ta tabi olmaktan (döndüler) Mûsa Aleyhisselam'ın risaletini bildikleri halde onun emirlerine riayetten kaçındılar. (Allah-ü Teala da onların kalplerini) Kendilerinin o kötü iradelerinden dolayı hidayetten, hakkı kabulden, doğruya meyil etmekten (döndürdü) bir ceza olmak üzere kalplerini bir hayret, bir şek ve tereddüt içinde bıraktı (Ve Allah isyankar olan kavme hidayet etmez.) Yani: Allah-ü Teala, küfür ve isyanı tercih eden, Yüce zatına ve Peygamberine itaatten kaçınan, kalplerinde muhalefet ve sapıklık duygularını besleyen kimseleri Hak'ka uymaktan mahrûm bırakır, selametlerine sebep olacak delillere bakabilmek kabiliyetini kendilerinden alır.

Bu ilahî beyan: Başka kavimlerin de Peygamberlerine karşı muhalefette bulunmuş olduklarını haber vermekle Resûl-i Ekrem'e teselli veriyor. Hem de Peygamberlerine muhalefet edenlere müthiş bir felaket örneği göstermektedir.
Mûsa Aleyhisselam'ın kavmi için Bakara ve Maide sûrelerine de bakınız.

6. Bir vakit ki: Meryem'in oğlu İsa, dedi ki: Ey İsrail oğulları? Şüphe yok ki: Ben, benden önce olan tevratı tasdik edici ve benden sonra Ahmet isminde gelecek bir Peygamber ile müjdeleyici olarak sizlere Allah'ın Resûlüyüm. Vakta ki, onlara açık mucizeler ile geldi, dediler ki: Bu bir apaçık sihirdir.

6. Bu mübarek ayetler, Hz. Mûsa'ya eza ve cefada bulunmuş olan İsrail oğullarının, Tevrat'ı tasdik ettiğini söyleyen ve Peygamber Efendimizin dünyayı teşrif edeceğini müjdeleyen Hz. İsa'yı da yalanlayıp o Yüce Peygamber'in pek açık mûcizelerini sihir sandıklarını haber veriyor. İslam dinini kabule davet edildikleri halde Cenab-ı Hak'ka ortak koşmak gibi bir iftirada bulunanların, en zalim kimseler olduklarını gözler önüne seriyor. Bir ilahî nûr olan İslam dinini yalan yere söyledikleri sözler ile söndüremeyeceklerini, Allah-ü Teala'nın inkarcılara rağmen nûrunu tamamlayıp yücelteceğini mü'minlere müjdelemektedir.

Şöyle ki: Ey Son Peygamber!. (Ve) Kavmine anlat (bir vakit ki, Meryem'in oğlu İsa, dedi ki: Ey İsrail Oğulları!. Şüphe yok ki: Ben benden önce) Mûsa Aleyhisselam'a verilmiş olan (Tevrat'ı tasdik edici ve benden sonra Ahmed isminde gelecek bir Peygamber ile müjdeleyici olarak sizlere Allah'ın Resûliyim) yani: Ben bütün Peygamberleri ve Allah'ın kitaplarını tasdik ediciyim ve onlara îman etmenizi size teklif ediyorum. Bilahare bir yüce Peygamber dünyaya şeref verecektir ki, onun vasıfları Tevrat'ta zikredilmiştir.

İncil'de de yazılı bulunmaktadır. (Vakta ki, onlara) O İsrail Oğullarına o Yüce Peygamber yani: Hz. Muhammed Aleyhisselam veyahut İsa Aleyhisselam (açık mûcizeler ile geldi,) o mûcizeleri tasdik etmediler, bilakis (dediler ki: Bu, bir apaçık sihirdir.) o kadar açık, parlak harikalara rağmen yalanlamaya cüret ettiler, kibirli bir vaziyet aldılar, o harikalara birer açık sihir demekten sıkılmadılar.

İsa Aleyhisselam, bir Yüce Peygamberdir, bir yaratılış harikasıdır. Elinde nice mûcizeler meydana gelmiştir. O halde onun risaleti ve onun verdiği haber nasıl yalanlanabilir? Hz. Peygamber'e gelince onun da dünyaya risaleti ile şeref vereceği ve elinde nice harikaların ortaya çıkacağı evvelki Peygamberler tarafından haber verilmiş ve neşrettiği dinin yüceliği de ortaya çıkmış olduğu halde artık onu da inkar etmek de ne büyük bir cehalettir, sapıklıktır.

Evet: Peygamber Efendimizin dünyaya teşrif edeceği, nübüvvet ve risalete sahip bulunacağı Tevrat ile İncil'de zikredilmiş idi, Kur'an-ı Kerim, bunu haber veriyor. Eğer bu bir hakikat olmasa idi, elbette ki, Yüce Peygamber bunu ehl-i kitaba karşı iddia edemezdi. Peygamberliğini yalanlamalarına sebebiyet vermez idi.

Gerçekten de, geçmiş kitaplar, bir çok tahrifata uğramış olduğu halde yine Peygamberimizin risaletini gösteren ayetleri içermektedirler. Kısacası, (1884) senesi Londra'da tabolunan Tevrat'ın Arapça tercümesinde şu mealdeki ayet vardır: "Cenab-ı Hak Sina'dan geldi, Sair denilen mahalden doğdu ve sağ elinde iki yüzlü ateşli bir balta olduğu halde bir nice temiz zat ile Faran dağlarından ortaya çıktı" İşte bu ayetin son fıkrası, Hatemül' Enbiya Efendimizin yüce hallerine tamamen uygundur. Çünkü Allah-ü Teala, gelip gitmekten münezzeh olduğundan onun Tur-i Sina'dan gelmesinden maksat, Hz. Mûsa'ya Tevrat göndermesidir, Sairden doğması da İsa Aleyhisselam'a İncîl'i Şerîfi inzal buyurmasıdır.

Filvaki Hz. İsa'ya Şam'da "Sair" nahiyesi yakınında Nasıra denilen mahalde İncîl'i Şerîf, nazil olmuştur. Faran dağlarından ortaya çıkması da Son Peygambere Kur'an-ı Kerîm'i inzal buyuracağına işarettir. Çünkü Peygamber Efendimiz, eski ismi "Faran" olan Mekke-i Mükerreme'de doğmuş, Hıra dağında ibadetle meşgul iken ilahî vahye mazhar olmuş ve birçok Ashab-ı kirama nail olup cihad ile emrolunmuştur.

Davûd Aleyhisselam'ın mezamirinde de: Kendisinden sonra bir Peygamber geleceği, bu Peygamberin güzel bir yüze sahip olacağı, kılıç kuşanacağı, arap oklarını kullanacağı, yüce hizmetiyle melik kızlarının şeref kazanacakları yazılmıştır. Nitekim Yahudi krallarından sayılan Ahtab'ın kızı Hz. "Safiyye" Peygamberimizin nikahı altında bulunmakla şeref kazanmıştır. Ve o mübarek Peygamberin Yüce emrine uyarak zenginlerin mallarını dağıtacakları, huzuruna çeşitli krallar tarafından hediyeler takdim edileceği, mübarek isminin Müslümanların dillerinde daima zikredileceği diğer yüce şemaili (ahlakı) beyan olunmuştur. Bu vasıflar ve şartlar ancak Peygamber Efendimizde toplanmıştır.

Kezalik: Londra'da (1842) senesinde yayınlanan Yuhenna İncîl'inin arapça tercümesindeki bir ayetin meali şöyledir. "Ben pederimden, -yani: Hakiki terbiye edici olan Cenab-ı Allah'tan isteyeceğim: Sizinle ebediyen beraber kalmak için size başka bir Faraklit verecektir." Faraklitten maksat ise Yüce Peygamberdir. Çünkü farakilit kelimesinin yunanca aslı "Piriklütüs"dür. Bu lafzın manası ise noksansız "Ahmet" demektir. Ahmet ise: Pek ziyade hamdedilen veya pek ziyade övülmüş olan demektir. Bunun içindir ki ehl-i kitap, vaktîle Peygamber Efendimizin, şerefli gelişini bekliyorlardı. Ezcümle "İyad" kabîlelerinin baş reisi olan "Kusbini Saite"nin "Sukı Ukaz" da okuduğu bir hutbe malûmdur.

Bu zat o hutbesinde şöyle demişti: Allah'ın gelecek bir Peygamberi vardır ki: Gelmesi yakîn oldu, gölgesi başınızın üstüne geldi, ne mutlu ol kimseye ki, ona îman edip te o da ona hidayet eyleye. "Gariptir ki: Teşrif edeceğini müjdelediği o Yüce Peygamber, henüz gönderilmediği halde o
cemaat arasında hazır bulunmuştu. Kus ise onun bu şerefli gelişini bilmiyordu.
Kezalik: Peygamberin davetine kadar Hristiyan bulunan Habeş hükümdarı Necaşi'nin İslamiyet'i kabul etmesi de ol Zatın gönderileceğini semavî kitaplar, vesaire vasıtası ile evvelce öğrenmiş olduğundan kaynaklanıyordu. "Muvazzah ilim-i Kelam."

7. O kimseden daha zalim kimdir ki, kendisi İslam'a davet olunurken o, Allah'a karşı yalan yere iftirada bulunur. Allah ise zalimler olan kavmi doğru yola kavuşturmaz.

7. (O kimseden daha zalim) Daha cahil, daha ziyade düşmanlık ve alçaklık ile vasıflanmış (kimdir ki,) hangi insan bulunabilir ki, (kendisi İslam'a davet olunurken) kendisine öyle bir selamet ve saadet yolu gösterilip tavsiye edilirken (o) bu davetin kadrini takdîr edemez de (Allah'a karşı yalan yere iftirada bulunan) o Yüce Mabud'un Peygamberini inkar ederek onun elinde ilahî kudret ile meydana gelen mûcizeleri sihir telakki eden, elbette böyle aklını zayi eden (zalim kavmi doğru yola kavuşturmaz). Çünkü: Onlar kendi ihtiyarları ile öyle batıl kanaatlerde bulunmuş, Yüce Peygamber'in tekliflerini, nasihatlarını red etmiş, küfür ve isyan zulmetleri içinde yaşamış, Allah'ın dinine düşman bulunmuştur, artık öyle dinsiz bir şahıs elbette ki, hidayete nail olamaz.

8. Allah'ın nûrunu ağızlar ile söndürmek isterler, Allah ise nûrunu tamamlayıcıdır. İsterse, kafirler hoşlanmasınlar.

8. O zalimler, o iftirada bulunanlar, o ilahî dine düşman kesilenler (Allah'ın nûrunu ağızları ile söndürmek isterler) onların haince maksatları budur. Onlar manevî bir nûr olan ilahî dini veya Kur'an-ı Kerim'i veya pek parlak olan dini delilleri kendilerinin iftiraları ile ortadan kaldırmaya çalışırlar. Fakat bu, ne mümkün!. (Allah ise nûrunu tamamlayıcıdır.) Onu gayesine erdirecektir. Onu doğu ve batıya neşredecektir. (İsterse: Kafirler, hoşlanmasınlar.) O ilahî nûrun böyle evrensel olmasından dolayı ümitsizlik ve keder içinde kalmış bulunsunlar.

Onların bu alçaklıklarına rağmen o Allah'ın nûru parlayıp duracak, bütün ufukları aydınlatmaya devam edecektir. Cenab-ı Hak, Yüce Peygamberini zaferlere eriştirip İslam dinini yaymaya muvaffak buyuracaktır. "Bu ayet-i Kerîme'nin sebeb-i nüzulü hakkında deniliyor ki: İlahî vahy kırk gün kadar gecikmişti. Bunun üzerine "Keab Bin-i Eşref" dedi ki: Ey Yahudi topluluğu!. Size müjde… Allah, Muhammed'e indirdiği şey hususunda nûrunu söndürdü, artık ona nûrunu tamamlamayacaktır. Resûl-i Ekrem Efendimiz, üzüldü, ardından bu ayet-i Kerîme nazil olarak ilahî nûrun devam edeceği müjdelendi. Allah'ın vahyi yine gelmeye başladı.

Evet.. Allah'ın dini, devam edecektir. Allah-ü Teala'nın dinini, o dini yaymaya vasıta olan Kur'an-ı Kerim'i hiç bir din düşmanı söndüremez. "Bir şem'i ki mevla yaka bir veçhîle sönmez." (Bu mumu ki Allah yaka hiçbir şekilde sönmez) Amenna…

Güneşe karşı söylenilecek hoş olmayan lakırdılar, atılacak sular onu kabil midir ki, söndürsün, ışıktan mahrûm bıraksın, artık güneşlerden binlerce kat daha yüce ve daha ışıklı olan ilahî dini kim dedikodusu ile, düşmanca harekatı ile söndürebilir?. O maksatla çalışanlar, her halde zarar ve ziyan içinde Allah'ın kahrına maruz kalırlar. O ilahî nûr ise ufuklara ışık saçmasına devam eder, nitekim asırlardan beri devam ederek birnice kalpleri, muhitleri aydınlatıp durmaktadır.

"Saadet-i ezelî, kabili zeval olmaz"
"Güneş yer üstüne düşmekle payimal olmaz."
Fuzûlî.

9. O, O Kerem sahibi Mabud dur ki; Peygamberini Kur'an ile ve Hak dîn ile gönderdi. Onu her din üzerine yükseltmek için, isterse: Müşriklerin hoşuna gitmesin.

9. Bu mübarek ayetler, Resûl-i Ekrem'in ne gibi yüce şeyler ile ve ne gibi bir gayeyi temin için Peygamber gönderilmiş olduğunu bildiriyor. Mü'minlere kurtuluş vesilesi olacak ve Cennetlere ulaşmalarını temîn edecek bir ticaret yolunu gösteriyor. Mü'minlerin bundan başka bir nîmete de, yani: Bir ilahî zafere yakın bir fethe de nail olacaklarını müjdeliyor.

Şöyle ki: (O, O) Kerem Sahibi Mabud (dür ki: Peygamberini) Son Peygamber olan Hz. Muhammed Aleyhisselatü Vesselam'ı bir hidayet rehberi olan (Kur'an) ile veya mûcize ile (ve Hak din ile) bir Hanif dininden ibaret olan İslam dîni ile (gönderdi) bütün insanlar ve cinlere Peygamber tayin etti. Evet.. (onu) O İslam dînini (her bir din üzerine yükseltmek için) kendisine muhalif olan bütün dinlere galip kılmak için o Yüce peygamber göndermiş oldu. (isterse ki, müşriklerin hoşuna gitmesin) Bu yüce gaye o, dinsizlerin düşmanlıklarına rağmen gerçekleşmiş, bu hususta ki Allah'ın vadi yerine getirilmiştir.

Evet.. Şüphe yok ki: İslam dînine karşı bütün muhalif dinler, mağlûp olmuş ve kahra uğramış bir hale gelmiştir. Bir kere malûmdur: Semavî dinler, haddizatında aynıdırlar, hepsi de Allah'ın birliği meselesinde vesair itikadî hususlarda aynı hükümleri içermektedir, ancak şer'i hükümler ve pratik meseleler itibariyle aralarında bazı farklar vardır. Bu bakımdan ise İslam dini, sair ilahî dinler arasında pek seçkin bir yere sahiptir. Hükümleri bütün insanlığa yöneliktir ve kıyamete kadar bakîdir. Diğer mübarek Peygamberlerin tebliğ etmiş oldukları dinlerin hükümleri ise mahdut bir zamana ve mahdut kavimlere yönelik ve ait bulunmuştur.

Batıl ve muharref dinlere gelince: Bunların haddizatında hiçbir manevî kıymeti yoktur. Muhteviyatı itibarı ile de dîn-i İslam'ın muhteviyatına nazaran asla bir kıymet ve makbuliyete sahip değildirler. İslam dininin pek nûranî olan ve pek kuvvetli delîllere dayalı bulunan varlığı yanında pek sönük kalmış, varlığı isbat edebilecek bir özellikten mahrûm bulunmuşlardır. Dinler arasında mukayese yapabilen her insaflı ve düşünen bir alim bu hakikati itirafa mecburdur.

10. Ey iman etmiş olanlar! Size bir ticaret üzerine rehberlik edeyim ki: Sizi pek acıklı bir azaptan kurtarır.

10. (Ey îman etmiş olanlar!.) Ey samimî sûrette Allah'ın birliğini ve Muhammed'in Peygamberliğini tasdik etmekte bulunanlar!. (Size bir necat üzerine rehberlik edeyim ki:) O ticaret, haddizatında pek faidelidir, ebedî selamet ve saadete vesiledir. Ve öyle bir ticarettir ki, (sizi pek acıklı bir azaptan kurtarır) sizin dünyanızı da, ahiretinizi de temîn etmiş bulunur.

11. Allah'a ve O'nun Peygamberine iman edersiniz ve Allah'ın yolunda mallarınız ile ve nefisleriniz ile cihadda bulunursunuz. İşte bu, sizin için çok hayırlıdır. Eğer bilirseniz.

11. İşte o ticaret şöyledir. (Allah'a ve O'nun Peygamberine îman edersiniz) Tam bir ihlas ve îmanınızda sabit bulunursunuz (ve Allah'ın yolunda mallarınız ile ve nefisleriniz ile cihadda bulunursunuz) Yani: Allah'ın rızasını kazanmak için mallarınızı da, canlarınızı da feda etmeden çekinmezsiniz, İslamiyet'i müdafaa, İslam yurdunu korumak için icabettikçe savaşa atılır, her türlü fedakarlıkta bulunursunuz.

Kötülüğü emreden nefise karşı ve dünyanın gayr-i meşrû varlığına karşı hırs ve tamadan kaçınarak muhalif bir cephe almak da bir nevi cihaddır. (işte bu) iman ve cihad sizin için (sizin için) herşeyden, mallarınızdan, nefislerinizden, bütün fanî dünya varlıklarından (daha hayırlıdır) pek fazla faidelidir. (eğer bilir kimseler oldu iseniz?.) Siz hayatın gayesini, menfaatlerin mahiyetlerini, mertebelerini düşünür, bilir kimseler iseniz, bu hakikati idrak eder, itirafta bulunursunuz.

12. Sizin için günahlarınız bağışlar ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerinde tertemiz konaklara girdirir. Bu ise en büyük bir kurtuluştur.

12. Evet.. iman eder ve cihadda bulunur iseniz, Allah-ü Teala (Sizin için günahlarınızı bağışlar) sizden insanlık hali ortaya çıkan bir kısım günahlardan dolayı size azap etmez, (ve sizi altından ırmaklar akar cennetlere) bostanlara, fevkalade gönül açıcı bağlara, bahçelere kavuşturur, (ve adn cennetlerinde) Arşa yakîn olan cennet köşklerinde birer ebedî (tertemiz) kalpleri hoş etmeye sevk eden (konaklara girdirir) oralarda pek mutlu bir halde ebediyen yaşarsınız. (Bu ise) Böyle mağfiretlere ve cennetlere erişmek ise (büyük bir kurtuluştur) en büyük bir kurtuluş ve selamettir.

13. Ve kendisini sevdiğiniz bir başka nimet de vardır ki: O da Allah'tan bir zaferdir ve yakîn bir fetihtir ve mü'minleri müjdele.

13. (Ve) Maamafih, o uhrevî nîmetler ile beraber (kendisini sevdiğiniz bir başka) nîmet de (vardır ki:) onu dünyada iken temennî edersiniz, o da (Allah'tan bir zaferdir) düşmanlarınızın üzerlerine galip olmanızdır. (Ve yakîn bir fethtir.) Cenab-ı Hak'kın vereceği bir zafer ile dinsizlerin beldelerini fethederek İslam dairesine girmenizdir. (Ve) Ey Yüce Resûlüm!. (Mü'minleri müjdele) Onlar, dünyada da, ahirette de öyle arzu ettikleri nîmetlere muvaffakiyetlere kavuşacaklardır. Bu hususu onlara müjdele. Nitekim de bu ilahî va'd tecellî etmiş, Müslümanlar büyük bir hakimiyete nail olmuşlar, Mekke-i Mükerreme'yi fethetmişler, İslam sancakları az bir müddet sonra doğu ve batı taraflarında yükselmeğe başlamış, İslam orduları, bir nice müşriklerin en sağlam beldelerini fethe muvaffak olmuşlardır.

Müfessirlerin meşhurlarından olup "150" tarihinde Basra'da vefat etmiş olan Mükatil İbni Süleymanil' Mervezî, bu mübarek ayetlerin sebeb-i nüzulünü şöylece rivayet etmiştir: Osman İbn-i Mezun, huzur-i Nebevî'de bulunarak demiş ki: Ya Resûlullah!. Eğer bana izin verirsen eşimi boşarım, ruhbanlıkta bulunurum, hadım olurum, eti haram kılarım, geceleri yatmam, gündüzleri iftar etmem, yani: Daima ibadet ve itaatte bulunurum. Aleyhisselat-ü Vesselam Efendimiz de buyurmuş ki: Nikah benim sünnetimdir, ruhbanlık ise, İslam'da yoktur, benim ümmetimin ruhbanlığı oruçtur.

Allah'ın size helal kıldığını haram kılmayınız, benim sünnetimdendir ki: Uyurum, kalkarım, iftar ederim ve oruç tutarım. Artık kim benim sünnetimden kaçınırsa benim ümmetimden değildir. Bu ihtar üzerine Osman, memnuniyetini göstermiş, ve Ya Resûlallah!. Hangi ticaret, indallah sevimlidir ki, o ticaretle meşgul olayım demiş, bunun üzerine bu mübarek ayetler nazil olarak Allah katında en sevimli olan ticaretin Allah'a ve Peygambere îmandan ve Hak yolunda cihadda bulunmaktan ibaret olduğu bildirmiştir.

Bu ayet-i celîle şunu da gösteriyor ki: İslamiyet'te ruhbanlık, dünyadan alakayı tamamen kesmek yoktur. Müslümanlar hem meşrû şekilde dünyalarına çalışırlar, hem dinlerinin emri dairesinde ibadet ve itaatle meşgul olarak ahiretlerini temîne gayret ederler. İşte dünyayı da, ahireti de temîn edecek din, ancak İslam dinidir. Elverir ki, ahkamına riayet edilsin.

14. Ey iman etmiş olanlar! Allah'ın yardımcıları olun, nasıl ki: Meryem'in oğlu İsa, Havarîlere dedi ki: Allah'a doğru benim yardımcılarım kimlerdir? Havarîler de dedi ki: Biz Allah'a yardımcılarız, sonra İsrail oğullarından bir zümre iman etti, bir taife ise kafir oldu. Sonra iman etmiş olanları, düşmanlarına karşı destekledik, artık galipler olarak sabahladılar.

14. Bu mübarek ayet: Vaktîle Havarilerin ilahî dine hizmet etmeleri gibi bu İslam ümmetinin de ilahî dîne yardım ile mükellef bulunduklarını bildiriyor ve İsrail Oğullarından îman etmiş olan bir taifenin Allah'ın desteğine mazhar olarak îman etmemiş olan diğer bir taife üzerine galip olmuş olduklarını bir ibret misali olmak üzere beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey îman etmiş olanlar..) Ey İslam dinini tam bir ciddiyetle kabul etmiş bulunanlar!. (Allah'ın yardımcıları olun)

Yani: Hak Teala'nın dînine hizmet ederek tevhid kelimesini ufuklara neşre çalışınız, (nasıl ki, Meryem'in oğlu İsa) Aleyhisselam, kendisine ilk îman etmiş olan (Havarîlere dedi ki: Allah'a doğru) onun dinine yardıma yönelik olan (benim yardımcılarım kimlerdir!.) benimle beraber ilahî dini yaymaya kimler çalışacaklardır?. (Havarîler de dedi ki: biz Allah'a yardımcılarız) O Yüce Mabudun dinini neşre bizler çalışacağız, dinsizlere karşı ilahî dinin galebesini temîne gayret edeceğiz.

Böyle söz vermiş olan zatlar, etrafa yayılmışlar, Hz. İsa'nın şeriatını etrafa neşre başlamışlardı. (Sonra İsrail Oğullarından bir zümre îman etti) Hz. İsa'nın Peygamberliğini kabulde bulundu, O'nun şeriatı ile amel etmeğe başladı (bir taife ise kafir oldu.) İsa Aleyhisselam'ın risaletini, Allah'ın muhterem bir kulu olduğunu inkar ederek O'nun hakkında layık olmayan lakırdılara cür'et eyledi.

(Sonra îman etmiş olanları düşmanları üzerine teyit ettik) Galip kıldık, Hz. İsa, semaya kaldırıldıktan sonra onun neşretmiş olduğu ilahî dini, gerek delil ile ve gerek cihad ile dinsizleri mağlûp ve kahre uğramış bir halde bırakmıştır. Bu hususta en büyük bir delil de Kur'an-ı Kerimdir, ki: Hz. İsa'nın bir muhterem Allah kulu, ve Peygamberi olduğunu beyan ederek onu inkar edenleri, yanlış tanıyanları cahil göstermekte ve kınamaktadır, (artık galipler olarak sabahladılar) Allah'ın yardımı, ehl-i îman tarafında tecellî etti, din düşmanları mağlûp, ve kahra uğramış bir hale gelmiş oldular. Nitekim Peygamber Efendimize karşı düşmanlıkta bulunan dinsizler de az sonra mağlûbiyetlere uğradılar.

İslam mücahitleri, birer İslam Havarîsi, fedakarı olarak İslam dinini doğu ve batıya neşre muvaffak olmuşlardır. Gerek bütün Ashab-ı kiram, ve bilhassa Aşere-i Mübeşşere ve gerek seçkin tabiiler ve gerek daha sonraki İslam kahramanları İslam dinini her tarafa neşre çalışmışlar, nice kafirleri mağlûp ederek yurtlarını fethetmişler, zulmetler içinde bulunan bir çok sahaları nûrlar içinde bırakmışlardır.

Havariyûn; kelimesi: Halis, beyaz manasına olan "Havar" kelimesinden bir ismi mensup olan Havarî'nin çoğuludur. Hz. İsa'yı ilk tasdik eden on iki zata verilen bir isim bulunmaktadır.

O zatların isimleri şöyle gösteriliyor:

(1): Batrus, diğer adı: Şem'uni Safa.

(2): Andiryas, Batrus'un biraderidir.

(3): Yuhenna.

(4): Filip.

(5): Yakûb-i Ekber.

(6): Bar Tilmi.

(7): Tuma.

(8): Betta.

(9): Siymun, yahut, Buda Şem'un.

(10): Tadyus = Yehûda.

(11): Yakûbi Esgar.

(12): Yehûda = Buda,)

Bu oniki zata İsa'nın elçileri" adı da verilmiştir. Hz. İsa, bunları muhtelif şehirlere göndermiş, Tevhid dinini neşretmekle görevlendirmişti.

Rivayete göre bunlardan Yehûda veya Buda Şem'un, bilahare Yahudi'lerden rüşvet alarak Hz. İsa'yı onlara teslîm etmek hıyanetinde bulunmuş, bu cihetle irtidat ederek pek kötü bir ad almıştır.

Vakıa Havariler başlangıçta İsa'nın dinini yaymaya çalışmışlar ise de, bilahare pek fena cereyanlar, yanlış telakkiler meydana çıkmış, bazı münafıklar ortaya çıkarak ilahî dini değiştirme ve bozmaya cür'et göstererek bir çok kimseleri teslîs akîdesine düşürmüşler, İncil'i tamamen tahrife uğratmışlar, İsa Aleyhisselam'a Allah'ın oğlu demişler, nihayet her taraf bir cehalet karanlığı ve sapıklık içinde kalmıştı. Nihayet Cenab-ı Hak'kın insanlığa karşı yeni bir lütuf güneşi tecelli etti, Son Peygamber Hz. Muhammed insanlık ufkunu yeniden nûrlar içinde bırakmaya başladı, kendisinden sonra da onun mübarek Ashab-ı kiramı ve diğer ümmet büyükleri İslam dinini neşre çalıştılar ve pek büyük muvaffakiyetlere nail oldular. Ve başarı Allah'tandır.

Cum'a suresinin okunuşu, anlamı, tefsiri

Münafikun suresinin okunuşu, anlamı, tefsiri

Muhabir: Yazar Silinmiş