Mehmet Ali Tekin
Her Müslüman, iyiliği emredip kötülükten sakındırma, emri ilahisi ile muhataptır. Her Mü'min İslam'ı bildiği ölçüde, insanlara tebliğ etmek zorundadır.
Tevbe Suresi 71. Ayet-i Kerimesinde Yüce Rabbimiz: "Mü`min erkekler ve mü`min kadınlar, birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah`a ve Resûlü`ne itaat ederler... "diye buyurmaktadır.
Ülkemizde, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra,
bu sorumluluklarını, hakkıyla yerine getirmeye çalışanlar; laikliğe aykırı hareket etmek, devletin nizamını dini esaslara uydurmak suçlamasıyla, haklarında davalar açılır, yıllarca mahkemelerde ve cezaevlerinde süründürülürdü.
Günümüzde ifade özgürlüğü, her ne kadar genişletilmişse de, Terörle Mücadele Kanunu'nun 8. Maddesi aynen şöyledir: "Hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüş yapılamaz."
1991 yılında Özal tarafından kaldırılan, 163. maddenin metni ise şöyleydi:
"Devletin sosyal ve ekonomik veya siyasi veya hukuki düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla, dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek (...) propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse, beş yıldan on yıla kadar hapisle cezalandırılır."
163. madde kaldırılıncaya kadar, Türkiye'de birçok Hoca bu maddeden cezalandırılarak, yıllarca cezaevlerinde yatırılmışlardır. Hatta öyle zamanlar olmuştur ki, evinizde bulunan Hadis kitapları, Kur'an-ı Kerim tefsirleri bu madde işletilerek, suç unsuru olarak değerlendirilmiştir.
163. Madde, sorumluluk sahibi Müslüman alim ve şahsiyetlere, giyotin gibi kullanılmıştır. Yazarlar ve çizerlerin fikirlerini açıkça beyan etmelerinin önünde, büyük bir engel olarak uygulanmıştır.
Herhangi bir konuda İslami bir görüş ileri sürdüğünüzde, yargıçlar tarafından bu madde işletilerek; sözü sarfeden kişi; yıllarca süründürüp, cezaevlerinde mağdur edilmeleri sağlanmıştır.
163. madde mağdurlarından birisi de, Mehmet Ali Gündüz Hoca'dır.
M. Ali Hoca, Yalvaç Merkez Devlet Han Camii'nde İmam-Hatip olarak görev yapmaktadır. Bir vaazında "Nesiller, Kur'an'dan, dinden ve imandan uzaklaştırıldığı müddetçe, anarşinin önüne geçilemeyeceği" gerçeğini anlatır. Bu vaazı dinleyen cemaat arasında, Camcı Avni isminde bir esnaf 'Şeriat propagandası yapıyor.' diye şikayet eder. Savcılık M. Ali Hoca hakkında dava açar ve 18 Ocak 1979 tarihinde tutuklanıp, Yalvaç cezaevine konulur.
Hoca, cezaevinde de irşad ve tebliğ çalışmalarından geri durmaz. Hocamızın köylülerinden Ali Osman Artun da, tabanca yakalatmaktan cezaevindedir. Hoca ile kısa sürede olsa, cezaevinde birlikte kaldığı için, M. Ali Hoca kendisini 'Kader arkadaşım' diye tesmiye eder.
Ali Osman Artun, Hoca koğuşa geldikten sonraki değişiklikleri şöyle anlatacaktı:
Hocamın gelişiyle birlikte, bir kaç gün içerisinde, mahkûmlarda büyük değişiklikler oldu. Geldiğinin ikinci gününden itibaren, İslam'ı anlatmaya başladı. Hocamın ilk etkilediği insanlar, ağır ceza almış mahkûmlardı. İlk önce bizim koğuşun tamamı, daha sonraki günlerde de diğer koğuşlar, namaz kılmaya başladılar.
Mahkûmlardan tek tük de olsa, hocanın gelişinden hoşlanmayanlar vardı. Bunlardan Cavit ismindeki bir mahkûm Ali Osman Artun'a hayıflanır:"Hafız abi geldiğinden beri, sabah erkenden bizi kaldırmaya başladı. Uykumuzu alamıyoruz" der. Fakat aradan bir kaç gün geçip de, hocanın ziyaretçileri gelmeye başladığında, koğuşun bir duvarının dibi, duvar boyunca şeker, çay, bisküvi yığılıp da yeme içme bollaşınca, aynı Cavit "Hafız'ın erkenden kaldırması, pek hoşumuza gitmiyo emmee, bisküvi yemesi de, eyi oluyo hani." demeye başlar.
İlk mahkemesi 16 Şubat 1979 günü görülür ve tutuksuz yargılanmak üzere, tahliye edilir.
Bu tutuklanma, Hocayı tebliğ ve irşad çalışmalarından geri çeviremez. Kaldığı yerden daha da azimli olarak, çalışmalarını sürdürür. 1963-64'lü yıllardan itibaren Yalvaç'ta görev yaptığı, Kaş Aşağı Camii'nin hemen yanında bulunan evinin bir bölümünü, İmam-Hatip okullarında okuyan öğrencilere, yurt olarak tahsis eder ve kendilerine Kur'an, Tefsir ve Hadis dersleri verir.
Resmi olarak devlet görevinden emekli olana kadar; burada, talebe yetiştirmeye devam eder.
Emekliliğinden sonra, çeşitli vesilelerle irşad ve tebliğ görevine devam eder.
8 Nisan 1988 günü, Yalvaç'ın Kumdanlı Kasabası'na sohbete davet edilir. M. Ali Hoca'nın sohbetini dinleyenler arasında, Belediye Başkanı da vardır. Bekçi Musa Üstündağ, Mehmet Selek ve Belediye Başkanı tarafından, laikliğe aykırı konuştuğu iddia edilerek, şikayet ederler. Hoca hakkında T.C.K 162/2 maddesinden, tekrar dava açılır. Dosya İzmir DGM'sine sevk edilir ve 23 Ağustos 1988 tarihindeki son duruşmada, 5.5 yıl hapis cezası verilir. Yargıtay mahkemenin verdiği bu kararı, 30 Kasım 1988 günü görüşür ve onaylar.
Hoca, tekrar tutuklanır ve bir müddet İzmir'de hapsedilir. Daha sonra Yalvaç Cezaevi'ne sevk edilir. Bir süre sonra da Şarkikaraağaç Cezaevi'ne nakledilir.
Mehmet Ali Hoca'nın sağlık durumu, çok kötülemiştir. Damar sertliğinden dolayı Şarkikarağaç Cezaevi'nden, en yakın hastane olan, Yalvaç Devlet Hastanesi'ne sevkedilir. Bu hastanenin imkanları kısıtlı olduğu için, Konya'ya Devlet Hastanesi'ne sevkedilir. Bu nakliyeler, Hoca'nın sağlığını iyice bozar ve ruhunu teslim ederek şehadete ulaşır.
Naaşı 12 Ocak 1990 günü, Yalvaç'a getirilir ve yıllarca vaaz verdiği Merkez Devlet Han Camii'nde, İkindi namazından sonra kılınan cenaze namazının akabinde, tekbirlerle Kaş Mahalle Mezarlığı'na defnedilir.
Mehmet Ali Gündüz Hocamızın ruhu için El Fatiha…





