Nasıl ki surelerin meallerine bakarken iniş sebeplerinin de bilinmesi de gerekiyorsa tefsirini bilmekte hepsinden daha faziletli ve Kur-an'ı anlamak ve anlatmak istediğini öğrenmek açısından o kadar önemlidir. Bu yeni başlayacağımız tefsir bölümünde 114 surenin de yapılan tefsirlerini sizlere sunmaya çalışacağız. Vakia Suresinin tefsiri nedir? İşte mübarek Müslümana yol gösterici Kur-an'daki Vakia Suresinin tefsirini haberimizde okuyabilirsiniz.

Vakia Suresi 1-10. ayet

Büyük olay gerçekleştiği zaman;

Artık onun vukuunu yalan sayacak kimse kalmayacaktır.

O, alçaltır, yükseltir.

Yer şiddetle sarsıldığı zaman;

Dağlar parçalanıp toz duman haline geldiği;

Sizler de üç gruba ayrıldığınız zaman:

Biri, amel defteri sağından verilenlerdir; ne mutlu o sağından verilenlere!

Diğeri amel defteri solundan verilenlerdir; ne bedbaht o solundan verilenler!

Önde olanlar; (erdem, amel ve ödülde) önde olanlar;

Kıyamet sahneleriyle ilgili çarpıcı bir tasvire yer verildikten sonra, ahirette insanların üç gruba ayrılacakları belirtilmektedir. Bu gruplardan ilki, 8. ayette "ashabü'l-meymene", 27, 38, 90 ve 91. ayetlerde "ashabü'l-yemîn" olarak adlandırılmış olup, Kur'an'daki başka açıklamalardan anlaşıldığına göre bu, "amel defteri sağ tarafından verilenler" demektir (bk. İsra 17/71; Hakka 69/19; İnşikåk 84/7). İkinci grup 9. ayette "ashabü'l-meş'eme" ve 41. ayette "ashabü'ş-şimal" olarak adlandırılmış, ayrıca 51 ve 92. ayetlerde "yoldan sapmış inkarcılar" diye anılmıştır. Bunlar amel defteri sol tarafından veya arka tarafından verilenlerdir (bk. Hakka 69/25; İnşikåk 84/10). Üçüncü grup ise 10. ayette "es-sabikûne's-sabikûn" (önde olanlar, o önde olanlar), 11 ve 88. ayetlerde "mukarrebûn" (Allah'a en yakın olanlar) şeklinde nitelenmiştir; bunların, amel defteri sağından verilenlerin önde gelen, mertebesi yüksek olan kesimi oldukları anlaşılmaktadır. Birinci grup için kullanılan "ashabü'l-meymene" tamlamasındaki meymene kelimesi "uğur, bereket", "ashabü'l-meş'eme" tamlamasındaki meş'eme kelimesi "uğursuzluk" anlamına gelmekle beraber esasen bunlar da Araplar'da hayrın sağdan ve şerrin sol taraftan geldiği telakkisiyle bağlantılıdır. Yine, Arapça'da bu mana ile ilişkili olarak söz konusu tabirlerden birincisi değerli ve yüksek mevkideki insanları, ikincisi de düşük mertebede bulunanları ifade etmek üzere kullanılır. Bazı müfessirler Hadîd sûresinin 12 ve Tahrîm sûresinin 8. ayetlerine dayanarak burada birinci gruptakilerin sağ yanlarının Allah'ın nuruyla aydınlanacağına işaret bulunduğu yorumunu yapmışlardır (Zemahşerî, IV, 56; Razî, XXIX, 142–145). Bu bilgiler dikkate alınarak, –bağlama göre farklı tercümeler yapılabilirse de– ashabü'l-meymene ve ashabü'l-yemîn tamlamaları için "Allah'ın hoşnut olduğu tavırları benimseyen, O'nun katında değerli kimseler" anlamını yansıtacak bir tercüme yapılması uygun olur. Bu sebeple, belirtilen ayetlerin meallerinde bu deyimler "hakkın ve erdemin yanında olanlar" şeklinde çevrilmiştir. Aynı anlayışla, ashabü'l-meş'eme ve ashabü'ş-şimal deyimleri de ilgili ayetlerde "batılın ve erdemsizliğin yanında olanlar" şeklinde karşılanmıştır.

1. ayette geçen vakıa kelimesi "meydana gelen, vukûu kesin olan önemli hadise" demektir. Kıyametin geleceğinde kuşku bulunmadığı için bu kelimeyle anılmıştır. Müfessirlerin bir kısmı, "büyük olay gerçekleştiği zaman" ifadesinin devamında "göreceksiniz neler olacak!" gibi bir mananın bulunduğunu düşünmüşlerdir. Buna göre 2. ayete "Ki onun meydana geleceğini kimse yalan sayamaz" şeklinde mana vermek uygun olur. Yine bu ayetteki kazibe kelimesinin cümledeki görevini farklı değerlendirerek "onun oluşu asla yalan değildir" anlamı da verilebilmektedir (Zemahşerî, IV, 55-56; İbn Atıyye, V, 238).

Bazı müfessirlere göre 3. ayette söz konusu edilen "alçaltma ve yükseltme" kıyametle birlikte evrende meydana gelecek fizikî değişikliklerle ilgili olup mevcut düzen ve dengenin altüst olacağı anlamındadır; bu yorum 5-6. ayetlerdeki tasvire uygun düşmektedir. Diğer bir yaklaşıma göre alçaltma ve yükseltme insan unsuruyla ilgilidir. Bu da iki farklı yorum ortaya çıkarmaktadır: a) Kıyametin kopması ahirette inkarcıları cehennemin aşağılarına düşürecek ve müminleri cennetin yukarılarına yükseltecektir; b) Kıyametin kopması bu dünyada büyüklenen nice kimseleri ve toplumları alçaltacak, rezil rüsva edecek, horlanan veya tevazu gösteren nicelerini de yüceltecektir (Taberî, XXVII, 166-167; Zemahşerî, IV, 56; İbn Atıyye, V, 239).

Vakia Suresi 11-26. ayet

İşte onlar nimetlerle dolu cennetlerde Allah'a en yakın olanlardır.

Çoğu önce gelip geçmişlerden;

Birazı da sonrakilerdendir.

Karşılıklı olarak mücevherlerle işlenmiş tahtlar üstüne oturup kurulmuşlardır.

Çevrelerinde kaynaktan doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle sonsuza dek hizmet sunacak gençler dolaşır.

Bundan dolayı ne baş ağrısına tutulurlar ne de sarhoş olurlar.

Beğendikleri meyvelerle,

Ve canlarının çektiği kuş etleriyle.

Güzel gözlü hûriler;

Saklı inciler misali.

Yaptıklarının karşılığı olarak.

Orada ne boş bir söz işitirler ne de günaha sokacak bir şey.

Sadece şu söz: "Size esenlikler, size mutluluklar!"

"Mukarrebûn" (Allah'a en yakın olanlar) diye nitelenen "es-sabikûne's-sabikûn" (önde olanlar, o önde olanlar) grubu ile "Allah ve resulüne ilk iman edenler, ilk muhacirler, iki kıbleye doğru da namaz kılmış sahabîler" şeklinde belirli kimselerin kastedildiği yorumları yapılmış olmakla beraber, İbn Atıyye esasen ayetin dünyada iken iyilik yapma ve kötülüklerden sakınma hususunda öncü konumunda olan ve ahiret mutluluğunda da en önde olmayı hak eden bütün insanları kapsadığını belirtir (diğer yorumlarla birlikte bk. Taberî, XXVII, 170-171; İbn Atıyye, V, 240; Şevkanî, V, 172). 13. ayette geçen ve "çoğu" diye tercüme edilen sülle kelimesi "az olsun çok olsun insan topluluğu"nu ifade eden bir kelimedir. Buna göre ayeti "bir kısmı öncekilerdendir" şeklinde çevirmek mümkündür. Fakat sonrakilerden söz eden 14. ayette "birazı" dendiği için buna da "çoğu" anlamı verilmiştir. Burada Kur'an'ın muasırları ve sonrasını kapsayan bir tasniften söz edildiği kabul edilirse, "sabikûn"dan çoğunun öncekilerden olduğunu izah kolaylaşır; zira bu grubun öncüleri sahabe-i kiramdır. Bu tasnifin geçmiş ümmetleri de kapsadığı kabul edildiğinde ise, gelip geçmişlerden "sabikûn"un çokluğu, bütün peygamberleri içine almasıyla izah edilebilir (İbn Atıyye, V, 241). 15-26. ayetlerde ve daha sonra da 28-37. ayetlerde cennet nimetiyle ödüllendirilecek ve onurlandırılacak kimseleri bekleyen hayata ilişkin canlı tasvirlere yer verilmektedir. 17. ayette, dünyadaki tasavvurlarımıza göre hatıra gelebilecek bir soruya cevap verilmekte; cennette dünyada olduğu gibi bir kısım insanların diğerlerine hizmet vermesinin söz konusu olmayacağı, cennetle ödüllendirilen herkesin "hizmet edilen" konumunda bulunacağı, ikramları sunmak üzere –sonsuza dek genç kalacak– hizmetçiler tahsis edileceği bildirilmektedir (başka yorumlarla birlikte bk. Şevkanî, V, 173-174). 19. ayetteki cennet içkilerinin içenlere baş ağrısı vermeyeceğine dair ifade "toplantıları dağıtılmaz, ağızlarının tadını kaçıracak bir durumla karşılaşmazlar", aynı içkinin sarhoşluk vermeyeceğine dair ifade ise "içtikleri tükenmez" manalarıyla da açıklanmıştır (İbn Atıyye, V, 242; cennet ve nimetleri hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Bakara 2/25; Zuhruf 43/68-73; M. Süreyya Şahin-Bekir Topaloğlu, "Cennet", DİA, VII, 374-386).

Vakia Suresi 27-40. ayet

Amel defteri sağından verilenler; ne mutlu o sağından verilenlere!

Onlar dalbastı kiraz ve meyve yüklü muz ağaçları arasında;

Kesintisiz gölgeler altında;

Çağlayanların kenarında;

Bitip tükenmeyen ve yasaklanmayan bol meyveler arasında;

Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar).

Şüphesiz biz onları (eşlerini) yepyeni bir yaratılışla yaratmışızdır.

Onları bakire, eşlerine sevgiyle bağlı ve yaşıt kılmışızdır.

Bütün bunlar, hakkın ve erdemin yanında olanlar içindir.

Onların bir kısmı öncekilerdendir;

Bir kısmı da sonrakilerdendir.

Hakkın ve erdemin yanında olanları bekleyen ahiret nimetlerine ilişkin bazı ayrıntılı bilgiler verilmektedir. 39-40. ayetlerde, 13-14. ayetlerdekinden farklı olarak hem öncekiler hem de sonrakiler için "bir çoğu" anlamı verilen sülle kelimesi kullanılmıştır. 14. ayette sabikûnun "az" olmasının ifade edilmesi bir yandan bu mertebeye erişmenin zorluğunu belirtirken diğer yandan da iyi davranışlar için yarışmaya özendirme taşımaktadır. Burada ise sabikûna göre bir alt derecede bulunacak müminlerin hemen bütün nesillerde çoğunluğu teşkil edeceğine işaret edilmiş olup olayın tabiatına uygun olan da budur (Derveze, III, 103-104, 106).

28. ayette geçen ve "dalbastı kiraz" olarak çevrilen tamlama daha çok Arabistan kirazının dikensiz olanı manasıyla açıklanır (bu tercihin izahı için bk. Elmalılı, VII, 4706-4707). 29. ayette geçen tamlama müfessirlerin çoğunluğunca "meyve yüklü muz ağaçları" diye anlaşılmış olmakla beraber başka ağaç tasvirleri de yapılmıştır (başka açıklamalar için bk. Şevkanî, V, 177). 34. ayet daha çok "Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar)" diye anlaşılmıştır. Birçok müfessir ise –müteakip ayetlerin ifadesi ile Hz. Peygamber'in cennet ehli kadınların genç ve aynı yaşta olacakları ve hep öyle kalacakları yönündeki açıklamalarını dikkate alarak– bunu "ve mertebeleri yükseltilmiş eşleriyle birlikte olacaklar" şeklinde yorumlamıştır (Zemahşerî, IV, 58-59; İbn Atıyye, V, 244-245).

35 ve 61. ayetler, ahiret hayatında insanların ve eşlerinin hangi biçimde olacağı hususunda önemli bir ilkeyi hatırlatmaktadır: Yüce Allah orada herkesi oraya mahsus bir biçimde yeniden yaratacak, –ayetin ifadesiyle– "inşa" edecektir; bizim bu dünyadaki tasavvurlarımızla bunun mahiyetini bilmemiz, anlamamız mümkün değildir. Şu halde oraya ilişkin olarak verilen diğer bilgi ve ayrıntıları hep bu ilke ışığında düşünmek gerekir. Buna göre öyle anlaşılıyor ki, ayet ve hadislerde cennet hayatı anlatılırken gençlik, bakirelik, aynı yaşlarda olma gibi özelliklerden söz edilmesindeki amaç mahiyet bilgisi vermek değil, oradaki nimetlerin, dünya nimetleri gibi gelip geçici olmadığını, dolayısıyla insanların bunlardan mahrum kalıp tekrar elde edebilmek için özlem ve hasret hissetmeyecekleri yahut paylaşma kaygısı, kıskançlık ve birbirlerini çekememe gibi olumsuz durumların söz konusu olmayacağını belirtmek, bu hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan istek, özlem ve hayallerin, kısacası mükemmelliğin ve tam manasıyla mutluluğun ancak orada bulunabileceğini somut bir anlatıma kavuşturmaktır.

Vakia Suresi 41-74. ayet

Amel defteri solundan verilenler; ne bedbaht o solundan verilenler!

İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içindedirler.

Serin ve rahatlatıcı olmayan, kapkara bir duman gölgesindedirler.

Çünkü daha önce onlar hazlarına tutsak olmuşlardı.

O büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı.

Şöyle diyorlardı: "Sahi biz, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken yeniden mi diriltilecekmişiz?

Üstelik gelip geçmiş atalarımız da mı?"

De ki: "Hem öncekiler hem sonrakiler;

Bilinen bir günün belirlenmiş bir vaktinde mutlaka bir araya getirilecekler!"

Sonra siz ey yoldan sapmış inkarcılar!

Mutlaka zakkum ağacından yiyeceksiniz.

Karınlarınızı onunla dolduracaksınız.

Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz.

Hem de susamış develerin suya kanmaz içişleriyle.

İşte hesap gününde onların ağırlanması böyle olacak!

Sizi biz yarattık; artık inansanıza!

Akıttığınız meniyi düşündünüz mü?

Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa biz miyiz yaratan?

Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez.

Hiç kuşkusuz ilk yaratılışınızı biliyorsunuz; düşünüp ibret alsanıza!

Ektiğiniz tohumu düşündünüz mü?

Onu siz mi bitiriyorsunuz yoksa biz miyiz bitiren?

Dileseydik onu kuru bir çöpe çevirirdik de şaşırır kalırdınız:

"Doğrusu çok zarara uğradık!

Daha doğrusu büsbütün mahrum kaldık" (derdiniz).

İçtiğiniz suyu düşündünüz mü?

Onu buluttan siz mi indirdiniz yoksa biz miyiz indiren?

Dileseydik onu tuzlu yapardık. O halde şükretmeli değil misiniz?

Tutuşturmakta olduğunuz ateşi düşündünüz mü?

Onun ağacını siz mi yarattınız yoksa yaratan biz miyiz?

Biz onu çöl yolcularına ve açlık çekenlere bir işaret ve nimet kıldık.

Öyleyse ulu rabbinin ismini tesbih et.

Bu defa, ahireti inkar ederek dünya hayatını boşa geçirenlerin acı akıbeti ve içine düşecekleri vahim durumlar canlı bir anlatımla tasvir edilmektedir (cehennem hakkında bilgi için bk. Ömer Faruk HarmanBekir Topaloğlu, "Cehennem", DİA, VII, 225-233). 45. ayetteki mütrefîn kelimesi –Kur'an'da aynı kökten gelen kelimelerin kullanımı da dikkate alınarak– genellikle "sahip olduğu imkanlardan ötürü, refah içinde şımaran insanlar" manasında anlaşılmıştır. Bu bağlamda kelimeyi "Allah'a şirk koşanlar" veya "kibirlenenler" şeklinde yorumlayan müfessirler de vardır (Şevkanî, V, 178). Razî'nin dikkate değer açıklamasından da (XXIX, 170-171) yararlanarak bu konuda şöyle bir değerlendirme yapılabilir: Amel defteri solundan verilecek cehennemlikler hep zenginlerden olmayacağına göre burada kötülenen şey, insanların nimetler içinde olması değildir; asıl eleştirilen tutum, müteakip ayette değinilen, günahta ve inkarcılıkta ısrar etmektir. Esasen yoksulluk ve zenginlik hem toplumsal şartlara hem de kişinin algılamasına göre izafîlik taşır ve hemen bütün insanlar –sahip oldukları imkanlar çerçevesinde– nimetin asıl sahibini görmezden geliyorsa "mütref" olarak nitelenebilir. Dolayısıyla, burada eleştirilenler, ahiret endişesi taşımayan, ahlakî değerlere sırt çevirerek gününü gün eden, böylece hazlarının tutsağı haline gelen ve ebedî kurtuluşları için ellerindeki en büyük fırsat olan ömürlerini hoyratça tüketenlerdir. 46. ayetin mealinde hıns kelimesinin "günah" anlamı esas alınmıştır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre burada, cehennemliklerin Lokman sûresinin 13. ayetinde en büyük günah olarak nitelenen şirk (Allah'a ortak koşma) üzerindeki inatçı tavırlarından söz edilmektedir. Bu kelimenin "yemini bozma" anlamından hareketle ayet, "Onlar o büyük yeminlerini bozmamakta ısrarcı davranıyorlardı" şeklinde de çevrilebilir; bu takdirde Nahl sûresinin 38. ayetinde belirtildiği üzere müşriklerin, "Allah'ın ölen birini diriltmeyeceğine dair en büyük yeminleri etmeleri"ne atıfta bulunulmuş olur (İbn Atıyye, V, 246; zakkum ağacı hakkında bilgi için bk. Saffat 37/62-65).

İnsanın kendi varlığı ve yakın çevresinde her gün yararlandığı imkanlar üzerinde, bütün bu varlık ve oluşların hangi irade ve gücün eseri olduğu hakkında düşünmeye çağıran çarpıcı sorularla Allah Teala'nın irade ve yaratma gücüne, bunun da insana yüklediği kulluk görevine dikkat çekilmektedir. Burada özellikle zikredilen, insanın yaratılışı, tuzlu deniz sularının yağmura, tatlı suya dönüştürülmesi, ekinlerin ürün vermesi ve ateşin yararı konularına başka birçok ayette değişik vesilelerle geniş biçimde yer verilmiştir.

61 ve 62. ayetlerin bağlamı, öldükten sonra diriltilmeyi ve ilahî huzurda mahkeme-i kübrada yapılacak büyük yargılamayı inkarla ilgili olduğu için mealde, "Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez" şeklindeki mana tercih edilmiştir. 61. ayetteki emsal kelimesi misl veya meselin çoğulu olmasına göre farklı manalara geldiği ve gramer açısından önceki ayete iki ayrı şekilde bağlanabildiği için bu ayetlere şöyle mana vermek de mümkündür: "Yerinize benzerlerinizi getirmek ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmek üzere aranızda ölümü biz takdir ettik." Bu anlayışa göre ayetlerin yorumu da şöyle olmaktadır: Ölümü insan nesline son vermek için değil, ölenlerin yerine yeni nesiller var etmek üzere takdir ettik; ama haşir günü sizi yeniden yaratmaya da kadiriz" (başka yorumlarla birlikte bk. Razî, XXIX, 178-180; Şevkanî, V, 182; bu konuda ayrıca bk. Yasîn 36/81). İbn Âşûr "Aranızda ölümü biz takdir ettik" cümlesinde "hakkınızda" değil, "aranızda" denerek, ölümün adeta herkesin sırası geldiğinde payını aldığı ortak bir şey olduğuna ve insanların yararına bir realite olarak düzenlendiğine işaret edildiğini belirtir (XXVII, 315).

72. ayette geçen "ağaç" anlamındaki şecere kelimesi genellikle bedevî Araplarca iyi bilinen ve birbirine sürtülmesiyle ateş çıkaran ağaç türü olarak anlaşılmıştır (bu konuda bk. Yasîn 36/80). Buna göre 73. ayetteki mukvîn kelimesinin de sözlük anlamıyla "çöl yolcuları ve açlık çekenler" diye çevrilmesi uygun olmaktadır. Belirtilen kişiler açısından ateşin ve ona kaynaklık eden ağacın –gerek yemek pişirip açlığı giderme gerekse satıp maişet temin etmede– sağladığı yarar açıktır. Fakat ayetin lafzî anlamı bu olsa da, burada ateşin, sürtünme yoluyla meydana gelen yanma olayının, hatta daha geniş bir yorumla ışığın insan hayatındaki önemine, yine ateşin kontrol edilebilir hale gelmesinin medeniyetin oluşmasındaki rolüne dikkat çeken bir örneklendirme yapıldığı söylenebilir. Buradaki tezkire kelimesine, bağlam ve sözün akışı dikkate alınarak mealde "işaret" anlamı verilmiştir, Mücahid'in yorumu da bu yöndedir. Birçok müfessir ise belirtilen kelimeyi "ibret" manasında anlamış ve bu ifadede, ateşin cehennem azabını hatırlatıcı yönüne işaret bulunduğunu belirtmiştir (Taberî, XXVII, 201; Zemahşerî, IV, 61). Bağlam göz önüne alındığında bu ifadenin öncelikle Allah'ın insanlara verdiği nimetler üzerinde düşünüp sonuçlar çıkarma ve özellikle O'nun insanları öldükten sonra diriltmeye kadir olduğu yargısına ulaşma (Razî, XXIX, 184) manasıyla anlaşılması uygun olur. Muhammed Esed ise burada insana "Allah'ın göklerin ve yerin nûru olduğu"nun hatırlatıldığı yorumunu yapar (III, 1107; ayrıca bk. Nûr 24/35).

74. ayetteki azîm kelimesi genellikle "rab" kelimesinin sıfatı kabul edildiği için mealde "Öyleyse ulu rabbinin adını tesbih et" anlamı tercih edilmiştir; fakat bunu "isim" kelimesinin sıfatı olarak da düşünmek mümkündür; buna göre meal şöyle olur: "Öyleyse rabbini yüce ismiyle tesbih et" (İbn Atıyye, V, 255).

Vakia Suresi 75-82. ayet

Bakın! Yıldızların yerlerine yemin ederim,

Ki bilseniz, bu gerçekten pek büyük bir yemindir.

Kuşkusuz o, değeri çok yüce Kur'an'dır.

(Aslı) korunmuş bir kitaptadır.

Ona ancak tertemiz olanlar (melekler) dokunabilir.

O, alemlerin rabbinden indirilmiştir.

Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz?

Size verilen rızka yalanlamayla mı karşılık veriyorsunuz?

İlk ayette "yıldızların yerleri" diye çevrilen tamlama müfessirlerce daha çok "yıldızların doğduğu veya battığı yerler, dolaştığı menziller yani yörüngeler" ve özellikle "kıyamet sırasında yıldızların düşeceği yerler" manalarıyla açıklanmıştır. Bazı ilk dönem müfessirlerinden, burada "Kur'an'ın parça parça indirilişi veya indirilmiş kısımları"nın veya "Kur'an'ın muhkem ayetleri"nin yahut "Kur'an'ın başı ve sonu arasındaki uyumun, tutarlılığı"nın kastedildiği yorumları nakledilmiştir (Taberî, XXVII, 203-204). Razî, maksadın "Kur'an'ın girdiği kalpler" olabileceği yorumunu da zikreder (XXIX, 188). Öte yandan, bu tamlamanın sözlükte "yıldızların düştüğü yerler" anlamına gelmesi, günümüzdeki bazı Kur'an araştırmacılarını burada astrofizik uzmanlarının "kara delik" tabir ettikleri "büyük kütleli yıldızların ömürlerini tüketmeleri sonucu meydana gelen farazî gök cisimleri"ne veya "yıldız kökenli olmayıp yıldızlar arası uzaydaki gaz kütlesinin sıkıştırılmasının yol açtığı oluşumlar"a işaret edildiği yorumunu yapmaya yöneltmiştir (Allah'ın yemin etmesi ve Kur'an'da yer alan kasemler konusunda genel bilgi ve değerlendirme için bk. Zariyat 51/1-6). 77. ayette Kur'an, "mertebesi yüksek, değerli, yüce" anlamlarına gelen kerîm sıfatıyla nitelenmiştir. Çünkü Allah Teala, son kitap olması dolayısıyla onu bütün ilahî kitaplardan mükemmel kılmış, gerçek dışı unsurların ona karışmasını önlemiş, onda yüksek ahlak ilkelerine ve önemli konulara yer vermiştir. Onu ezberleyenin ve okuyanın değeri artar; o, gerçeğe ulaştıran kanıtlarla doludur, içerdiği hidayet, bilgi, açıklama ve hikmetlerle her türlü övgünün üzerinde bir kıymeti haizdir. Ardından gelen ve "korunmuş bir kitaptadır" diye tercüme edilen ifade Kur'an'ın ikinci sıfatı olduğuna göre bu da onun değerini anlatan manevî bir nitelemedir. Başka izahlar da bulunmakla beraber birçok müfessir tarafından güçlü bulunan yoruma göre buradaki "kitap" kelimesinden maksat "levh-i mahfûz"dur (aşağıda belirtileceği üzere, bu yoruma göre meleklerin Allah'ın ilmine, levh-i mahfûzdakilere "dokunabilmeleri" o kaynakla irtibat kurmaları ve bu hususta kendilerine verilmiş görevler bulunduğu anlamındadır; ayrıca bk. Bürûc 85/21-22). Şu halde 77 ve 78. ayetler arasındaki anlam bağı şu olmalıdır: Kur'an'ın –Resûlullah'tan işitildiği şekliyle– lafızları ve manaları, Allah'ın ilmindekine uygundur ve o asla beşer sözü değildir. Allah'ın katındakiler bizim açımızdan saklı ve mahiyetini idrak edemeyeceğimiz hususlar olduğu için O'nun ilmini ifade eden "kitap" kelimesi "saklı, korunmuş" anlamına gelen meknûn sıfatıyla nitelenmiştir; "kitap" kelimesinin kullanılması da O'nun ilminin sabit ve değişmezliğini belirtmek içindir. 79. ayetteki "temizlenenler" anlamına gelen mutahharûn kelimesiyle ilgili olarak da farklı açıklamalar bulunmakla beraber müfessirler genellikle, burada meleklerin kastedildiği kanaatindedir; Abese sûresinin 11-16. ayetleri bu anlamı desteklemektedir. Dolayısıyla, buradaki "dokunma" anlamına gelen mess kelimesi, Kur'an'ın içeriğinin peygambere iletilmesinde meleklerden başkasının rolünün olamayacağını ve müşriklerin iddia ettikleri gibi kahin veya şair sözü olmadığını ifade etmektedir. Zira müşrikler cin ve şeytanların gökten gelen haberlerden çalıntı yapabildiklerine, kahinlerin de onlardan bilgi aldıklarına, yine her şairin kendisine şiiri dikte eden bir şeytanın bulunduğuna inanıyorlardı; Hz. Peygamber'in de Kur'an'ı böyle bir yolla elde ettiğini ileri sürmüşlerdi. Kur'an'ın Allah Teala tarafından böylesine yüceltici ifadelerle anılması ve ayette, –asıl anlam yukarıda açıklandığı şekilde olsa bile– temiz olarak dokunmanın ona saygıyı belirten bir niteleme olarak yer alması sebebiyle ilk zamanlardan itibaren müslümanlar Kur'an ayetlerinin yazılı olduğu malzemeye ve mushafa ibadet temizliği olmadan yani abdestsiz olarak dokunmamaya özen göstermişlerdir. İslam alimlerinin çoğunluğu da Hz. Peygamber'den nakledilen bazı söz ve uygulamaları (Muvatta', "Kur'an", 1) bu yöndeki çıkarımı destekleyici bulmuşlar ve mushafa el sürmek için abdest almak gerektiğine hükmetmişlerdir. Öte yandan İbn Abbas, Davûd b. Ali, İbn Hazm ve Şevkanî gibi alimler ayetin mushaf ile değil levh-i mahfûz ile ilgili olduğunu, abdestli olmayanın mushafa dokunmasını meneden hadisin de sahih olmadığını yahut sahih olsa bile orada müşriklerin kastedildiğini ileri sürerek abdestli olmayan, cünüp ve adet halindeki kimselerin mushafa dokunmasını ve onu okumasını caiz görmüşlerdir (başka yorumlarla birlikte bk. Razî, XXIX, 192-196; İbn Rüşd el-Hafîd, Bidayetü'l-Müctehid ve Nihayetü'l-Muktesıd, I, 435; II, 32; Şevkanî, V, 186; a.mlf., Neylü'l-Evtar, I, 225-227, 246-248; İbn Âşûr, XXVII, 333-337). Bu uygulamaları ve abdestin gerekliliği yönündeki ictihadı esas alan ve kutsal kitabına saygısının bir nişanesi olarak ona el sürerken abdestli olmaya gayret eden bir müminin bu davranışı onun ecrini ve feyzini arttırır; fakat bu hükmün Kur'an'la yakından ilgilenme ve manaları üzerinde düşünme çabasını engelleyen bir set gibi algılanması kuşkusuz yanlış olur. Zaten İmam Malik gibi İslam alimleri Kur'an eğitim öğretiminin ve sıkıntıya yol açan durumların ayrı mütalaa edilmesi gerektiğini gösteren fetvalar vermişlerdir. Mushafa dokunmadan Kur'an'ın okunması veya tercümesine el sürülmesi için abdest almak ise genel olarak gerekli görülmemiş, sadece tavsiye edilmiştir.

Müfessirler genellikle, 81. ayetteki ("söz" şeklinde çevrilen) hadîs kelimesiyle Kur'an-ı Kerîm'in kastedildiği, 82. ayette de inkarcıların verilen nimetlere şükredecekleri yerde bunların Allah'tan geldiğini yalanlama yoluna girmelerinin eleştirildiği kanaatindedirler. Nimete nankörlük hususunda da çoğunlukla, yağmurun yağmasını birtakım yıldızların gücüne izafe edici sözler söyleyenler örnek gösterilir. Bazı müfessirler ise bu ayetlerden şu manaları çıkarmışlardır: Siz yukarıda söylenenleri mi veya öldükten sonra diriltileceğinize dair sözü mü hafife alıyorsunuz? Bu Kur'an'dan nasibiniz yalancılıkla itham etmekten ibaret mi olacak veya yalancılıkla ithamı bir rızık, bir gıda yahut geçim kaynağı mı görüyorsunuz? (Razî, XXIX, 197-198; Şevkanî, V, 186-187).

Vakia Suresi 83-96. ayet

Ama can boğaza gelip dayandığında;

İşte o zaman siz (çaresiz) bakar durursunuz.

Biz ona sizden yakınız, fakat göremezsiniz.

Madem ki kimsenin hakimiyeti altında değilmişsiniz;

Haydi onu (hayatı) geri döndürün, sözünüzde doğruysanız!

Şayet o, Allah'a yakın olanlardan ise;

Ona huzur, güzel nasip ve nimetlerle dolu cennet vardır.

Eğer amel defteri sağından verilenlerden ise, (ona şöyle denir:) "Selam sana ey hakkın ve erdemin yanında olmuş kişi!"

Ama yoldan sapmış inkarcılardan ise;

Onu da kaynar sudan bir ziyafet ve atılacağı cehennem ateşi beklemektedir!

Şüphesiz bu kesin gerçeğin ta kendisidir.

Öyleyse ulu rabbinin ismini tesbih et.

Öldükten sonra diriltilmeyi ve ahiret hayatını inkarda inat edenler, kimsenin kaçamadığı ölüm gerçeği üzerinde düşünmeye, Allah'ın kulları üzerindeki mutlak gücü ve hakimiyetini kabullenmek istemeyenler öleni geri döndürmeye çağırılmaktadır. 86. ayet "madem ki hesaba çekilmeyecekmişsiniz" veya "madem ki ceza görmeyecekmişsiniz" manalarında da anlaşılmıştır (Razî, XXIX, 200-201; İbn Âşûr, XXVII, 345-346; ayrıca bk. Kåf 50/16-17).

Ölüm gerçeğinin ardından gelecek bir gerçek daha var ki o da sûrenin başında belirtildiği şekilde herkesin bu dünyada yaptıklarına göre bir gruplandırmaya tabî tutulup ona uygun muamele göreceğidir.95. ayette geçen "hakku'l-yakîn" tamlaması konusunda değişik açıklamalar yapılmıştır. Esasen aynı manaya gelen bu iki kelimenin pekiştirme amacıyla birbirine izafet yapıldığı anlaşılmaktadır (bk. İbn Atıyye, V, 254-255; Razî, XXIX, 203-204); bu sebeple mealde "gerçeğin ta kendisi" şeklinde karşılanmıştır (ayrıca bk. Âl-i İmran 3/18).

Âhirette insanların üç gruba ayrılmalarıyla ilgili ayrıntılı bilgi verilmesini takiben 74. ayette yapıldığı gibi, burada da (88-95. ayetlerde anılan grupların hatırlatılmasının ardından) Resûlullah'ın şahsında onun yolunu izleyenlerden, inkarcıların tutumu ne olursa olsun, Allah'ı O'na yaraşır biçimde anmaya, O'nu her türlü noksanlıktan tenzih etmeye devam etmeleri istenerek sûre sona ermektedir.

Asr Suresi nasıl tefsir edilir?

İhlas Suresi tefsiri nedir?

Fatiha Suresi nasıl tefsir edilir?

Felak ve Nas sureleri nasıl tefsir edilir?

Kureyş Suresi tefsiri nedir?

Nasr Suresi tefsiri nedir?

Fil Suresi tefsiri nedir?

Alak Suresi tefsiri nedir?

Fatiha Suresi nasıl tefsir edilir?

Kevser Suresinin tefsiri nedir?

Tebbet Suresi tefsiri nedir?

Kafirun Suresi nasıl tefsir edilir?

Tekasür Suresi nasıl tefsir edilir?

Tin Suresi tefsiri nedir?

Maun Suresi nasıl tefsir edilir?

Karia suresi tefsiri nedir?

Adiyat Suresi nasıl tefsir edilir?

Hümeze Suresi nasıl tefsir edilir?

Kalem Suresi tefsiri nedir?

Zilzal Suresi nasıl tefsir edilir?

Beyyine Suresi nasıl tefsir edilir?

Kadir Suresi nasıl tefsir edilir?

Muhabir: Yazar Silinmiş