"Hayat boş bir rüyaymış." diyordu Zarifoğlu bir şiirinde. O, bu boş rüyadan 7 Haziran 1987'de uyandı ve en gerçek olana, hakikatin kendisine kanatlandı. Ölümlü olan ve bir gün buradan göçüp gideceğini düşünen insan bu dünya yalan da olsa geriye kendinden bir şeyler bırakmak istiyor. Farkında olarak ya da olmayarak… Cahit Zarifoğlu kısa denecek yaşam süreci içerisinde kendinden geriye kocaman bir tereke bıraktı. Edebiyatı yani edebi kendine miras kabul edenler için. Bereketli bir edebiyat vahası… Genç ölenlerdendi Zarifoğlu. Gençliğine bir büyük hayatı sığdırabilmişti.

İsmet Özel Zarifoğlu'nun ölümü dolayısıyla kaleme aldığı bir yazıda O'na saygı ve sevgi beslemesindeki en büyük sebeplerin O'nun riyasızlığı ve halisliği olduğunu belirtiyor. Evet, bizim ülkemizde edebiyatla, sanatla uğraşan camiada çok fazla göremediğimiz iki haslet. Artistliğin, kendini beğenmişliğin, burundan kıl aldırmazlığın mazereti olarak görülen edebiyat dünyasının içten, mütevazı, fedakar adamlarından. Şiirden fildişi kuleler yükseltip oradan kibirle bakmak yerine şiirin duyarlılığıyla Müslüman sorumluğunu birleştirip hayatın içine katılmış, sağlam bir mücadele kozası örmüş. Yalnızca şiirleri yok Zarifoğlu'nun. Romanlar, hikayeler, günlükler, senaryo çalışmaları, çocuk kitapları… Konuşmaktan ziyade düşünmeyi seven bir şairin serencamının iz düşümü satırlar…

Zarifoğlu sadece bir şair ya da yazar değildir. Bir tavrın adamıdır da aynı zamanda. Bu tavır Müslümanlık eksenlidir. Şiiri insanoğlunun düşünsel ve duygusal labirentlerinde yitip gitmez. İslam ümmetinin yaşadığı sıkıntıları, acıları, savaşları bütün diriliğiyle, gerçekliğiyle yansıtır. Zaman ki zor şartlar altında İslam dünyasıyla her zaman canlı bir iletişimin halindedir. Afgan cihadını O'nunla gündeme alırız. Cihadın cennet yüzlü çocuklarına ağlarız. Mücahitlerin muhteşem direnişleri sevindirir bizi. O, ümmetin sıkıntıları, problemleri için üzülen, acı çeken bir mü'mindir aynı zamanda. Şiirinin genel özelliği olan kapalılık ve zorluğunun yanında bu yönü gayet açık ve nettir.

Çocuklar da büyük bir yer kaplar O'nun dünyasında. Çocukluk vazgeçilebilecek bir evre değildir. Nice hikayeler anlattı çocuklara ve çocuk kalabilenlere. Aynı zamanda maceracıdır da. Zamanın kıt imkanlarına rağmen otostopla bütün Avrupa'yı dolaşabilecek kadar çılgın bir yanı da var. Hatta bir yaz mevsimini bir balıkçının yanında teknede yatarak geçirir. Karşımızda tek yönlü motamot bir kişilik yok. Gah şaşırtan gah düşündüren…

"ne çok acı var." diyerek acının varlığına dokundurur bizi. Olmayan bir şeyden bahsetmez. Acı vardır bunu bileceğiz ama acıya teslim olmuşluk haliyle değil. Olabilir acı. "farzet körsün olabilir/elele tut/taş al ve at/kafiri bulur." Müslümansak eğer kafirle mücadele konusunda mazeretimiz yok. Bunu söyler Zarifoğlu.

Cahit Zarifoğlu'nun ahlakı ve dünyaya bakışının düz ne netliği konusunda herkes hemfikir. Şiirinde ise dehşet bir derinlik var. Mavera'nın derinlerinden ve kuytularından gelen bir ses. İnsanı yoran, ürperten, düşündüren… Okundukça kendini açan bir şiir. En çok da içten… O'nun şiiri önce kapatır kendini eğer aynı moda değilseniz. Frekansları yakaladığınız anda O'nun şiiri de sizi yakaladığı anda dünyanızdan derin ırmaklar akmaya başlar. Derin bir mana çağlayanı… Şiir sarıp sarmalar. "seçkin/bir kimse değilim/ismimin baş harfleri acz tutuyor/bağışlamanı dilerim." faniliğimizi, korunaksızlığımızı, hiçliğimizi söylerken burun direklerimizi sızlatır adeta. Yüce irade karşısındaki hiçliğimizi… Sonra "halk aşksızsa sokaklar banka dükkanlarıyla doludur." mısrası yüzümüze çarpar. Aslında gerçeğin, var olanın yüzümüze çarpmasıdır. Şair uyarır bizi, uyandırır. Aşkın mahzeninde demlenen Zarifoğlu şiiri bu mısrayla kapitalizme okkalı bir şaplak yapıştırır.

"düştümse eğer sana bakarken düştüm." diye söylerken bütün düşüşlerimizin bir nazarı olduğunu, bir nazara düştüğümüzü de ilan eder. Dünya da zaten düştüğümüz bir yer değil mi? O yüce nazara seyran ederken!...

Muhabir: Yazar Silinmiş