Ergun Babahan'ın Fenerbahçe'nin yenilmesinden sonra akıl tutulması ürünü olan "Kupa Amerika'ya girsin" lafı üzerin çok şey söylendi. O hengame içerisinde boşluğa laflar savurmaktansa, sükûnetin hakim olduğu hallerde konuşmanın daha faydalıolacağına inandığım için sustum.
Ergun Babahan ile Sabah gazetesinde çalıştım. Bu yüzden bizim mahallenin kompleksli medya kompradorları, çakma grup başkanlarından daha iyi tanırım. Çalıştım dediğim, şükürler olsun benim yöneticim olmadı. Zaten olamazdı da. Çünkü onun o snob, o beyaz yakalı takıntısı, o Beyaz Türk Kompleksi ile bir saat bile bir arada duramazdım.
Ergun, Sabahta yöneticilik yapmış ve yayın kurulu üyesi olup da kendi altında çalışanlara selam vermeyen tek adamdı. Patronumuz Turgay Ciner Bey (Simavi ailesinin boşluğunu Sayın Ciner'in doldurduğuna inanıyorum. Günümüz medya patronunun çok çok ötesinde bir insan. Şahsiyet yoksunu ve bazı çakma Medya Grup Başkanlarımız onun tevazusundan örnek çıkarmaları için aslında Sayın Ciner ile alakalı başlı başına bir yazı yazmak gerek) bile asansör kuyruğunda beklerken, Ergun'a garaj tarafından bir asansör tahsis edilirdi.
Ergun, Sabah'ın en "beyaz"ıydı. Muhabirlere, merdivenlere, oraya buraya bulaşmış kir parçaları misali bakardı. Sayın Dinç Bilgin döneminde Sabah'ta, 28 Şubat'ın müminlerinin önde geleni idi.
Devran değişti, Ak Parti iktidara geldi, derhal rotayı kırıp dönemin Başbakan'ı Sayın Abdullah Gül Beyefendi'nin himayelerine girmeye çalıştı. Ve sonunda başardı da.
Hatta bu dönemde bile İslam dünyasının en önemli iki şahsiyeti (Mevlana ve Şems) ile alakalı yayın toplantılarında yaptığı galiz küfürler, hala Balmumcu'daki binanın duvarlarında yankılanıyor. Bu konuda en iyi bilgileri verecek olan Ahmet Tezcan Bey'dir.
Ergun, iki kere işveren tarafından işinden uzaklaşmak zorunda bırakılınca derhal telefonlara sarılıp, Sayın Gül'ü devreye soktuğunu Sabah'ın Balmumcu'daki binasında bilmeyen yok.
Ve defteri Sabah'ta dürüldüğünde veda yazısında, "Artık bu yaşam stilinden uzaklaşacağız" mealinde bir cümle sarf etmişti. İşte bu cümle Babahan'ı ve kimliğini en çıplak haliyle ortaya koyuyor.
Babahan ve Bembeyez Türklerin derdi ne Kemalizm, ne askeri rejim ne de demokrasidir. Onların tek derdi, yaşam stillerini, tarzlarını kaybetme korkusudur. Tıpkı apoletliler gibi, rütbeleri, pardon yaşam şekilleri ellerinden alınınca dişleri sökülmüş vahşi hayvanın uysallaşması gibi melul melul dolaşırlar.
Babahan ve türevleri, mide ve bağırsak faaliyetlerinin cürufunda mavi boncuk varmış gibi, bizim mahallenin medya yöneticileri tarafından el bebek gül bebek mahallenin baş köşesinde oturtuluyorlar. Bunların müktesebatları, çapları, ağırlıkları, gustoları, derinlikleri nedir diye soran yok maalesef yöneticilerimiz arasında.
Zaten yönetici koltuğunda oturan bazı eşahs, piyasa koşullarının geçerli olduğu bir ortamda, en tepesinde oldukları kurumlarda en alt kademede iş bulabileceklerine ihtimal dahi vermiyorum.
28 Şubat soruşturması ile başta Ertuğrul Özkök ve muadillerinin kirli çamaşırları ortaya çıkınca, Babahan'ın da kirlilerinin büyük bir dağı oluşturduğu ortaya çıktı. Kendisi ise nedamet getirip ne kadar demokrat ve özgürlükçü olduğunu ifade etmeye çalıştı.
Fenerbahçe'ye yönelik operasyonda Fethullah Hocaefendi'nin muhiblerinin parmağı olduğu ileri sürülünce, Hizmet tarafından, özellikle Hizmetin medya organları ve medya vakıfları tarafından el üstünde tutulanlar bir anda zehirlerini kusmaya başladılar. Her gün bir avuç ilaç alarak yaşama tutunmaya çalışan vatan sürgünü Hocaefendi'ye yönelik çatal dillerini çıkararak, o pak şahsiyete çemkirmeye çalıştılar.
Bu da ikinci kapak olsun oralardaki karar verici kardeşlerimize.
Ergun Babahan da Fenerbahçe fanatikliğinin yardımı ile ortaya çıkan bilinçaltı ile yenilginin faturasını direkt Hocaefendi'ye çıkararak kendi sirkatini serd eden bir cümle sarfetti.
Babahan, daha sonra Hizmet'in sırtından siftinme ve Sayın Cumhurbaşkanı'nın himayelerinden mahrum olacağını anlayınca, kobra yılanı gibi kıvranmaya başladı. Ve maalesef twitter'daki baz hizmet ehli arkadaşlar da, bunun kıvırmalarını yine hayra yormaya çalıştılar. Hocaefendi'nin Ergun'u affetmesini, onun yılanlığını devam ettirmesine bir fetva bir cevaz olarak değerlendirmeye çalıştılar.
O kardeşlerimiz Fethullah Gülen Hocaefendi'yi eğer anlasalardı Ergun'un, çirkin sözlerini tevil etmeye çalışmazlardı. Hocaefendi'den hesapta yıllardır derslerini alan kardeşlerimiz, bu insanın hiç bir dünyalık davası olmadığını bilmeleri lazımdı. Zaten O'nu öylesine güzel yapan hasletlerinden biri de merhametidir.
Çokdüzeysiz olan o tweet ve Ergun'un özrü, onun gerçek kimliğini gizleyemez. Çünkü daha iki hafta önce 28 Şubat'ın evrak-ı metrukeleri ortaya çıkınca özür dilemiş ve demokratlaştığını beyan etmişti.
Alın size demokratlığını. Tırışkadan bir spor faaliyeti olan futbol hadisesinde bile nefret ve kinle beslenen gerçek kelimeleri bir anda ortaya çıkıveriyor.
Mezar taşlarına kurban olduğum atalarımız ne güzel söylemişler, "Katranı kaynatsan olur mu şeker/ Cinsine tükürdüğüm cinsine çeker."
Bu arada bizim ahırın danalarından öküz oluyormuş. Vallaha.





