Müslümanların sayısının az, güç ve kuvvetlerinin zayıf olduğu devirlerde bu sınıf, müşriklerin etkisiz hale getirilmesinde, yeni müslüman olmuş zayıf inançlı kişilerin imanının sağlamlaştırılmasında ve bazı müşriklerin İslamiyet'i kabul etmesinde bir vasıta olarak kullanılmış ve bu metodun uygulanması ile büyük faydalar sağlanmıştır.
Tarihi
Müellefe-i Kulûb; Rasûlüllah (a.s.) , Mekke'nin fethinden sonra müslüman olmuş olan Kureyş ileri gelenlerine ganimetten paylarına düşenden ayrı olarak, Beytü'l-mal hissesinden de bol mikdarda bağışda bulundu. Bunlar uzun yıllar, Rasûlüllah (a.s.)'a düşmanlık hareketinin öncülüğünü yapmışlar, Mekke'nin fethinden sonra çaresiz müslüman olmuşlardı. Ancak gönülleri İslam'a ısınmamıştı. Bunca yıl İslam düşmanlığı yaptıktan sonra, bir anda bütün kalbiyle Müslümanlığı benimseyivermek kolay bir iş değildi. Kur'an-ı Kerîm, bu gibilere:
"el-müellefetü kulûbühüm" adını vermekte, gönüllerinin kazanılması, İslam'a ısındırılması için bunlara zekat verilebileceğini bildirmektedir.
اِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكينِ وَالْعَامِلينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِى الرِّقَابِ وَالْغَارِمينَ وَفى سَبيلِ اللّهِ وَابْنِ السَّبيلِ فَريضَةً مِنَ اللّهِ وَاللّهُ عَليمٌ حَكيمٌ
"Sadakalar, ancak fakirlere, miskinlere, onun üzerine memur olanlara, kalpleri telif edilmiş bulunanlara, azad edilecek kölelere, borçlulara, Allah yolunda cihada atılanlara ve yolculara Allah tarafından bir fariza olarak (mahsustur) ve Allah Teala Alîmdir, Hakîmdir."[119]
Rasûlüllah (a.s.) bunları İslam'a ısındırmak istedi. Çünkü bunlar nüfûzlu ve itibarlı kimselerdi, halk üzerindeki tesirleri büyüktü. Samîmî müslüman oldukları takdirde, kendilerinden faydalı hizmetler beklenebilirdi.
"Müellefe-i Kulûb" denilen bu kimselerin sayısı, 30 kadardı. Rasûlüllah (a.s.) bunların bir kısmına 100'er deve ile münasip miktar gümüş verdi. Ebû Süfyan ile oğlu Muaviye, Ebû Cehil'in oğlu İkrime, Amr oğlu Süheyl, Ümeyye oğlu Safvan, Ebû Talha oğlu Şeybe bunlardandır. Diğer kısmına ise, durumlarına göre 50'şer veya 40'ar deve, uygun mikdarda gümüş verildi.[120]
Müellefe-i kulûb'a yapılan bu bağışlar, imanı zayıf olanları İslam'a ısındırmak, henüz iman etmemiş olanların, gerçek müslüman olmalarını sağlamak içindi.[121]
Ancak, Rasûlüllah (a.s.)'ın bu yüksek düşüncesini ensardan bazı gençler kavrayamamıştı. Kendi aralarında:
- Cenab-ı Hak, Rasûlüne hayır ihsan buyursun, artık kendi kavmine kavuştu. Henüz kılıçlarımızdan Kureyş kanı damlarken, bizi bırakıp bütün ganimeti onlara verdi.[122]
Savaş gibi zor işler olunca biz çağrılıyoruz, ganimete ise başkaları...[123] gibi sözlerle yakışıksız dedi-kodular yaptılar. Hatta münafıklardan biri:
- Bu taksimde Allah rızası gözetilmedi, demişti.[124]
Rasûlüllah (a.s.) bu tür dedi-koduları duyunca son derece üzüldü. Hemen Ensar'ın toplanmalarını emretti. Allah'a hamd ve senadan sonra:
- Ey Ensar Cemati! Siz yolunu şaşırmış müşriklerdiniz. Allah size benimle doğru yolu göstermedi mi? Siz tefrikaya düşmüş, birbirinize düşman olmuştunuz. Allah, benim hicretimle sizi kaynaştırmadı mı? Siz fakir idiniz. Cena-ı Hakk, benim aranıza gelmemle sizi refaha kavuşturmadı mı? Rasûlüllah (a.s.) sordukça ensar:
- Bütün minnet, Allah ve Rasûlüne, bütün minnet Allah ve Rasûlüne, diye cevap verdiler.[125] Rasûlüllah (a.s.) devamla:
- Ey Ensar! Siz isteseydiniz, şöyle de cevap verebilirdiniz: "Seni kavmin yalanlamıştı. Bize hicret ettin, biz seni tasdik ettik. Seni kavmin terk etmişti, biz sana yardım ettik. Seni kavmin kovmuştu, biz seni bağrımıza bastık. Sen yoksuldun, biz seni malımıza ortak ettik... Böyle söyleseydiniz, doğru söylemiş olurdunuz, ben de sizi tasdik ederdim.[126]
Ey Ensar! Bu ne sözdür ki tarafınızdan söylenmiş, bana kadar ulaşmıştır? buyurdu. Ensarın ileri gelenleri:
- Ey Allah'ın Rasûlü, bizim büyüklerimizden hiç biri, sizi üzecek hiçbir söz söylememiştir. Yalnız bazı gençlerimiz, bu sözleri söylemişlerdir, dediler. Bunun üzerine Rasûlüllah (a.s.):
- Kureyşten bazı kimselere dünyalık verdim, bunlar küfür ve şirk zamanına yakın olduklarından, böylece kalblerini İslam'a ısındırmak istedim. Ey Ensar! Herkes aldığı mallarla, koyun ve develerle evlerine dönerken, siz de Peygamberinizle dönmeğe razı olmaz mısınız? Allah'a yemin ederim ki, Sizin Peygamberle Medine'ye dönmeniz, onların ganimet mallarıyla evlerine gitmesinden çok daha hayırlıdır, buyurdu. Ensar yaşlı gözlerle:
- Razıyız ya Rasûlallah, biz yalnız Seninle dönmek isteriz, diye heyacanla bağrıştılar.[127] Rasûlüllah (a.s.) devamla:
- Eğer hicret fazileti olmasaydı, ben ensardan bir fert olmak isterdim. Bütün insanlar açık bir vadiye, ensar ise dar bir dağ yoluna girse, ben ensar'ın yolunu seçer, onlarla beraber giderdim. Ey Ensar! Siz benden sonra, hakkınızın çiğneneceği günler de göreceksiniz. Sabrediniz ki, Kevser havzı başında bana kavuşasınız, buyurdu.[128]
Hukuki Durumu
Müslüman olmayanlara zekat verilmesinin nedenleri iki grupta toplanabilir. Birincisi; kalplerinin ısındırılması ile müslümanlığı kabul etmeleri umulan kimselerdir. Mesela, Safvan b. Ümeyye bunlardandır. Kendisi şöyle der: "Huneyn muharebesinde Hz. Peygamber (a.s), bana ganimet mallarından bir pay verdi. Halbuki o benim en sevmediğim kimse idi. Bana vermeye devam etti; sonunda insanlar içinde en sevdiğim kimse oldu."[129]
İkincisi; Müslümanlara eziyette bulunup kötülüklerinden korkulduğu için kendilerine zekat verildiği taktirde, Müslümanlara yapılacak eziyetlerin önlenmesi umulan ve bu sayede diğer gayri Müslimlere karşı Müslümanların kuvvet bakımından yararlanacakları kimselerdi. İbn Abbas bu grup insanlar hakkında şöyle bir hadis rivayet eder: "Bazan bir kavim Hz. Peygamber (a.s)'e gelir; eğer Hz. Muhammed (a.s) onlara bir şey verirse İslamiyet'i överler ve "bu din gerçekten iyi bir dindir" derlerdi. Ve eğer vermeyip boş çevirirse İslam dinini kötülerlerdi. Süfyan b. Harb, Uyeyne b. Hısın ve el-Ekra' b. Habis bunlardandı."[130]
Ancak Hanefi ve Şafiilere göre, ne kalblerini İslam'a ısındırmak ve ne de başka bir sebeple ehl-i küfre zekat verilemez. Onlara İslam'ın ilk dönemlerinde zekat verilmesi Müslümanların sayısının azlığı, onların sayısının ise çokluğu yüzündendir. Allah daha sonra İslam'ı ve Müslümanları aziz kılmış, onları kafirlerin kalplerini ısındırmaktan müstağni kılmıştır. Hz. Peygamber'den sonra dört raşid halife de onlara zekat vermemiş ve Hz. Ömer şöyle demiştir: "Biz İslam adına bir şey vermeyiz. İslam güçlenmiştir. Dileyen mü'min, dileyen de kafir olur".
Mü'minlerden müellefe-i kulûptan sayılarak zekat verilme sebepleri:
a) Yeni müslüman olup kalplerindeki iman henüz tam yerleşmemiş olan zayıf imanlı kişileri müslümanlığa ısındırmak.
b) Müslüman olmuş kabile büyüklerinden bazılarına, müslüman olmayan arkadaşlarının veya kabile üyelerinin İslamiyet'e rağbet etmelerini sağlamak.
c) Yahudi veya Hristiyan iken Müslümanlığı kabul eden kimseleri İslam'da sebat ettirmek ve inançlarını sağlamlaştırmak.
d) Düşman sınırlarında, tehlikeli cephelerde ve yerlerde olan Müslümanların, düşmanın hücûmu anında kendilerini müdafaa edebilmesi için.
e) Müslümanlar içinde zekat vermek istemeyen bazı kişilerden mücadelesiz, savaşsız zekat toplayabilmek için, onların aralarında, nüfûz ve söz sahibi kişilerden yararlanılırdı. İşte bu şekildeki nüfûzlu Müslümanlardan faydalanmayı devam ettirmek için müellefe-i kulûb fonundan zekat verilmiştir.
Müellefe-i kulûbun bir uygulama olarak Hz. Peygamber (a.s)'ın devrinde ve Hz. Ebubekir (r.a)'ın hilafetinin ilk dönemlerinde devam ettiği bilinmektedir. Hz. Ömer (r.a), Hz. Ebubekir (r.a)'ın hilafeti zamanında İslamiyet'in ve Müslümanların kuvvetlendiği gerekçesi ile, artık bu sınıfa zekat vermeye ihtiyaç kalmadığını belirterek bu sınıfa zekat verilmesine karşı çıkmıştır. Hz. Ömer (r.a)'in bu hareketi, Hz. Ebubekir (r.a) ve diğer sahabeler tarafından da tasdik edilmiştir. Hz. Ömer (r.a)'ın bu müdahalesi ile bu sınıf, zamanımıza dek yürürlükten kalkmıştır.
İslam alimleri içinde müellefe-i kulûbun ebediyyen yürürlükten kalktığı görüşünü savunanların yanında, bu sınıfın her devirde geçerli olduğunu müdafaa edenler de vardır.
Özetle müellefe-i kulûb sınıfı, İslam'ın mücadele metodunun malî güçlerle de takviye edilebileceğini gösterir. Bu yol, İslam inancının güçlenmesinde ve yayılmasında önemli bir metoddur. Düşmanı para ile yumuşatmak, etkisiz hale getirmek ve millet için zararlı bir unsur olma ihtimali bulunan kimseleri, iman dairesi içinde sağlam bir şekilde oturtmak için onlara zekattan bir hisse ayrılmış ve bir fon açılmıştır. Düşman sırlarını elde edebilmek için ajan ve casuslar yetiştirmek, İslam'a karşı yönelen tehlikeleri etkisiz hale getirebilmek ve düşman basın ve iletişim araçlarını, İslam'ın lehine çevirme yolunda gerekli harcamalarda bulunmak da bu fona dahildir.[131]





