Aynaya baktığınızda ne görüyorsunuz? Ben bazen şunu görüyorum: kırklı yaşlarda, orta sıralarda bir adam. Ne çok başarılı, ne çok başarısız. Ne çok özel, ne de tamamen sıradan. Tam ortada bir yerde, askıda kalmış gibi. Ve işte o an geliyor: "Bu mu yani?"

Ekrana bakıyorsunuz. Sizinle aynı yaşta biri, kurduğu şirketin değerlemesini, yazdığı kitabın baskı sayısını anlatıyor. Göğsünüzde o tanıdık sıkışmayı hissediyorsunuz. Geride kaldığınız, potansiyelinizi harcadığınız hissi. Muhtemelen multimilyarder olmayacaksınız. Tarih kitaplarında adınız geçmeyebilir. Viral bir konuşma yapmayabilir, adınıza vakıflar kurulmayabilir.

Neden bu "yetersizlik" hissi omuzlarımıza ağır bir yük gibi biniyor?

Çünkü kendimize yüklediğimiz ezici baskı şu: Büyük olmak, iz bırakmak, tarihe geçmek zorunda olmak. Aidiyet ve anlam kaynaklarımızı yitirdikçe, varlığımızı haklı çıkarmak için kariyerlere, başarılara, sosyal medya metriklerine sarıldık. Hepimiz bir "anlam performansı" sergiliyoruz. Unutulmamak için boğuşuyoruz. Her kararı sanki kâinatın dengesi ona bağlıymış gibi tartıyoruz.

Ama işte burada, ters köşe bir fikir devreye giriyor: Önemsizliğin özgürleştirici gücü.

Belki de büyük olmak zorunda değiliz. Belki de bu yetersizlik hissi, bizi ezen bir yük değil, bizi özgürleştirecek asıl anahtardır.

Şöyle düşünelim: Bu gezegende yaklaşık yüz milyar insan yaşadı ve öldü. Bunlardan kaç tanesinin adını sayabilirsiniz? Beş yüz? Bin? Büyük komutanların, adil sultanların, bilge âlimlerin kaçının ismi bugün eksiksiz hatırlanıyor? Geri kalanı tarihe karıştı ve dünya dönmeye devam etti. Bir noktada herkes unutulacak. Elbette ben de unutulacağım. Bu bir felaket değil, kaçınılmaz bir gidişattır.

Peki, madem unutulacağız, o halde her şey anlamsız mı?

Tam tersi.

Milyarlarca kalp durdu ki sizinki bugün atabilsin. Sayısız nesil, size bu anı miras bırakmak için yaşadı ve toprağa karıştı. Onların hiç bilmediği bir gelecekte, yani sizin bugününüzde nefes alıyorsunuz. Bu muazzam tarihsel zincirin şu anki en son halkasısınız. Bu gerçek karşısında, "ne başardığınızdan" daha önemli bir soru var: Bu kısacık nefes anıyla, bu size emanet edilen mucizeyle ne yapıyorsunuz?

Evren öylesine muazzam ki insan aklı kuşatamaz. Gökyüzündeki yıldızların sayısını bilmiyoruz ama Yaratan biliyor. Ve siz, bu muazzam yaratılışın içinde, O'nun tarafından bilinen, değerli bir parçasısınız. Peki ya dünyadaki en büyük imparatorluğu kursaydınız bile, yolculuğun sonunda herkes gibi bir sükûnet anına sığacağınızı bilseydiniz? Bu kabulleniş bir felaket değil, bir özgürleşmedir.

İşte bu yüzden, "anlamlı olmak zorundayım" hissini bıraktığınızda, paradoksal olarak daha değerli işler yaparsınız. Başarısızlık korkusuyla felç olmazsınız. Dünyanın alkışı için değil, Her Şeyi Gören'in sizi bildiğini bilmenin verdiği iç huzurla hareket edersiniz.

İnsanlara iyilik edebilirsiniz; dünyada anılmak için değil, iyiliğin kendisi değerli olduğu için. Kimse görmeden, kimse bilmeden iyi bir insan olabilirsiniz. Bu akşam pişireceğiniz yemek sofradakiler için anlamlıdır. Bir dostla yaptığınız sohbet o an ikiniz için kıymetlidir. Bir muhtaca uzattığınız el o an onun için dünyadan değerlidir. Beş yüz yıl sonra bunlar dünyada hatırlanmayacak ama bir yerlerde kayıtlı olacak.

İnsanların yanlış seçim yapma korkusuyla nasıl felç olduklarını görüyorum. Hangi iş, hangi şehir, kiminle... Sanki bu kararlar sonsuzluğa kazınacakmış gibi. Oysa bu dünya bir konaklama yeridir. Bir yolcu gibi olduğumuzu unuttuk. Önemli olan bu kısa konaklamayı nasıl değerlendirdiğimizdir.

Sonunda, ne kadar servet biriktirseniz, ne kadar ün kazansanız, öleceksiniz. İlk başta insanlar sizi anacak. Cenazede ağlayacaklar, belki yıllarca anlatacaklar.

Ama yavaş yavaş hayat devam edecek. Bir nesil geçer, başka bir nesil daha ve tamamen unutulursunuz.

Dünya sizi unutacak.

Ama O unutmaz.

Verdiğiniz her sadakayı, ettiğiniz her iyiliği, sakladığınız her niyeti, hepsini biliyor. Ve bir gün O'nun huzurunda duracaksınız.

Dünya ölçeğinde önemsizsiniz. Ben de. Herkes de. Ve bu iyi bir şey. Çünkü dünyada "büyük" olmaya çalışmayı bırakıp, O'nun katında "değerli" olmaya odaklanabiliriz.

Bırakın dünya bizi unutsun.

Bu yeter.