Riya ve Afetlere Kapılmak Korkusuyla İbadetleri Terketmek

Halktan bir grup, amelle riyakar olacağından korkarak ameli bırakmaktadır. Oysa böyle yapmak yanlış ve şeytana uymaktır. Âfetlerin korkusundan dolayı terkedilen ve terkedilmeyen ameller hakkında hakîkat bizim zikredeceğimizdir: Şöyle ki, ibadet ve taatlar, bizzat kendisinde zevk olmayan, aksine esasında zahmete katlanmak, malî ve bedenî mücahedeler olan, ancak muttakî olduğunda insanların övgüsüne sebep olan ve bundan ötürü zevkli olan namaz, oruç, hac ve gazaya gitmek gibi kısımlarla, bizzat kendisinde zevk olan kısımlara ayrılır. Zevkli olan kısmın çoğu bedenle ilgili olmayan, aksine hilafet, kadılık, idarecilik, zabitlik, namazda imamlık, vaizlik, müderrislik, infak etmek, halkla ilgili bulunduğundan ve içindeki zevkten dolayı afeti pek büyük olan ibadetler gibi halka taallûk eder,

Birinci Kısım

Birinci kısım, başkasıyla ilgilenmeyen ve sadece bedene lazım olan oruç, namaz ve hac gibi bizzat kendisinde zevk olmayan ibadetlerdir. Bu ibadetlerde riyanın tehlikeleri üç tanedir:

Birincisi: Amelden önce olan riyadır. Bu riya, halkın görmesi için başlangıçta insanı o ibadete teşvik eder. Oysa beraberinde dinî bir teşvik bulunmamaktadır. Bu tür bir ameli terketmek gerekir. Çünkü bu amel içinde ibadet olmayan sırf masiyet ve günahtır; zira abid suretine bürünerek halkın kalbinde mevkî istemektir. Eğer insanın riyanın teşvikini nefsinden uzaklaştırmaya ve nefsinden riya teşvikini uzaklaştırmak için 'Sen Allah'tan utanmıyor musun? Allah için ibadet ve amelle cömertlik yapmayıp da kulları için cömertlik yapıyorsun!' demeye gücü yetiyorsa, amel yapmak suretiyle riya düşüncesinin kefaretini nefsine ödetebiliyorsa derhal ibadetle iştigal etsin.

İkincisi: Allah için ibadet yapmasıdır. Fakat ibadetin akdiyle beraber ve başlangıcında riya başgösterirse, bu durumda ibadeti terketmek uygun değildir. Çünkü böyle bir kişi, dinden gelen iteleyici bir kuvvet bulmuştur. Bu bakımdan ibadete başlamalı, riyayı bertaraf etmek hususunda nefsiyle mücadele etmelidir. Daha önce zikrettiğimiz gibi nefse riyayı çirkin göstermek ve riyayı kabul etmekten çekinmek gibi tedavi usûlleriyle ihlası elde etmeye çalışmalıdır.

Üçüncüsü: İhlas üzerine ibadeti yapar. Sonra riya ve riyayı isteyen sebepler başgösterir. Bu bakımdan riyayı bertaraf etmek için mücahede etmesi gerekir. Amel, ihlaslı olsun, arınsın diye, ameli terketmemelidir. Nefsini ameli tamam edinceye kadar zorla ibadete yöneltmelidir. Çünkü şeytan önce amel ve ibadeti terketmeye davet eder. Ona bu hususta uymadığın ve amelle meşgul olduğun takdirde, seni riyaya davet eder. Bu hususta da istediğini kabul etmeyip onu kovduğun zaman sana şöyle demekle yetinir: 'Bu ibadet halis değildir. Sen burada riyakarsın. Zahmetin boşunadır. İçinde ihlas bulunmayan bir ibadetten sana ne fayda gelebilir?'

Bu sözleri, seni ibadeti terketmeye iteleyinceye kadar tekrar edip durur. İbadeti terkettiğin zaman, onun gayesi tahakkuk eder. Riyakar olmasından korkarak ibadeti terkeden bir kimsenin misali, tıpkı şu kölenin misaline benzer: Efendisi kendisine içinde zivarı (karacuk) bulunan bir buğdayı teslim eder ve 'Bu buğdayı güzel bir şekilde ayıkla' der. O ise bu işi temelinden bırakır ve der ki: 'Eğer bu işi yaparsam buğdayın güzel bir şekilde ayıklanmayacağından korkuyorum'. Böylece işi temelinden terkeder. Böyle yapmak amelin aslıyla beraber ihlası terketmek demektir ve manasız bir harekettir.

Halkın 'Bu adam riyakardır' demesinden korkarak ve dolayısıyla günahkar olmalarından endişe ederek ibadeti bırakmak da bu türdendir. Bu tip vesveseler şeytanın hilelerindendir. Çünkü böyle sanan bir kimse, önce müslümanlar için su-i zanda bulunmuş demektir. Oysa müslümanlar için su-i zanda bulunmak hiç de hakkı değildir. Sonra eğer böyle birşey var ise, onların sözü kendisine bir zarar vermediği gibi ibadetinin sevabını da elinden çıkaramaz. Onların riyakar demelerinden korkarak ibadeti terketmek riyanın ta kendisidir; zira eğer halkın övmesinden hoşlanmamış ve zemlerinden korkmamış olsaydı, onların sözleriyle ne ilgisi olabilirdi? Onların 'O riyakardır' veya 'İhlaslıdır' demeleri arasında hiçbir fark olmazdı. Acaba riyakar olduğunun söylenmesinden korkarak ibadeti terketmek ile 'kusurludur, gafildir' denmesinden korkarak güzel ibadet yapmanın arasında ne fark vardır? İbadeti terketmek, bu ikincisinden daha şiddetli ve dehşetlidir. İşte bunların hepsi cahil abidler için şeytanın hileleridir. Sonra ibadeti terketmek suretiyle şeytandan kurtulmayı nasıl ümit edebilir? Zira şeytan hiçbir zaman yakasını bırakmamaktadır. Kendisine der ki: "İşte şimdi halk sana 'ihlaslıdır ve şöhreti istemiyor denilsin diye ibadeti terketmektedir' derler". Böylece seni halktan kaçmaya mecbur eder. Eğer kaçıp da yeraltında bir izbeye sığınsan bu sefer kalbine, halk tarafından zahidliğinin ve halktan kaçmanın ve bundan dolayı kalpten seni tazim etmelerinin bilinmesinin tadını yerleştirir. Öyleyse sen nasıl şeytandan kurtulabilirsin? Şeytandan kurtuluş, ancak kalbine riya afetinin marifetini gerekli kılmanla mümkündür. 'Riya ahirette zarar olduğu gibi, dünyada da riyada fayda yoktur' hakikatini kalbine ihtar etmelisin ki kalbin daima riyadan nefret edip ondan sakınsın. Bununla beraber perva etmeksizin ibadete devam etmelisin! Eğer düşman, tabiatın bozulduğuyla çarpışırsa, bunun sonu gelmez. Bunun için ibadeti terketmek insanı dalalete ve hayırları terketmeye sevkeder!
Bu bakımdan ibadete yönelmek için dinî bir teşvikçi buldukça ibadeti terketme! Riya tehlikesiyle çarpış! Allah'tan utanmayı kalbinden uzaklaştırma! Nefsin Allah'ın övmesi yerine mahlûkların övmesini tercih etmeye seni davet ettiği zaman Allah'tan utan; zira O, kalbine muttalidir. Eğer mahlûkat, kalbine muttali olsaydı ve onlar tarafından övülmeni istediğini bilseydiler muhakkak senden nefret ederlerdi. Eğer rabbinden utanarak nefsine bir ceza olarak fazla ibadet yapmaya gücün yetiyorsa derhal yap!

Eğer şeytan sana 'Sen riyakarsın' dese, onun yalancı ve kandırıcı olduğunu kalbindeki riyaya karşı duyduğun nefretten anla! Kalbinin riyadan tiksinip ondan korkması ve Allah'tan utanmasıyla bil! Eğer kalbinde riyaya karşı bir nefret ve riyadan çekinme olduğuna tesadüf etmezsen, aynı zamanda dinî bir teşvik de yoksa, riya teşviki tek başına varsa, bu takdirde ibadeti terket! Fakat böyle bir durumun olması da gayet uzaktır! Bu bakımdan kim Allah için ibadete başlarsa, elbette onunla beraber sevap kastının esası devam etmelidir.

Soru: Şöhret korkusundan ötürü seleften birçok kimsenin ibadeti terkettikleri nakledilmiştir! Nitekim rivayet ediliyor ki, İbrahim en-Nehaî'nin huzuruna, Kur'an okuduğu bir anda, biri girdi. İbrahim Kur'an'ı derhal kapatıp okumayı terketti ve şöyle dedi: 'Bu adamcağız, bizim her saat Kur'an okuduğumuzu sanmasın!' İbrahim et-Teymî şöyle demiştir: 'Konuşma hoşuna gittiği zaman, sükût et! Sükût etmek hoşuna gittiği zaman konuş!' Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Seleften biri, yolda müslümanlara eziyet veren bir şeyin yanından geçtiği zaman o şeyi alıp yoldan atmaktan onu ancak şöhretten korkması menederdi'. Seleften bazılarına ağlamak galebe çaldığı halde şöhret korkusundan onu derhal gülmeye çevirirdi. Nitekim bu hususta birçok rivayetler varid olmuştur.

Cevap: Sayılmayacak kadar çok insanlardan ibadet ve taatları açıkça yapmaları hakkında varid olan rivayetler, bu rivayetlerle muaraza etmektedir. Hasan Basrî'nin bu konuşmayı va'z ve nasihat tarzında söylemesi, şöhret korkusuna ağlamaktan ve yolda bulunan eziyet verici şeyleri uzaklaştırmaktan daha yakındır. Sonra onu terketmedi.

Kısacası nafile ibadetlerin terki caizdir. Buradaki konuşma en faziletli olan hakkındadır. En faziletlisine ise, ancak kuvvetlilerin gücü yeter, zayıfların değil! Bu bakımdan en faziletlisi ibadetlerini tamamlamak ve ihlası temin hususunda var kuvvetiyle çalışmak ve onu terketmemektir. Ameller ve ibadetlerin erbabları, korkularından ötürü bazen nefislerini, en faziletlinin zıddı ile tedavi etmektedirler. Bu bakımdan en faziletlilerini yapmak daha uygundur.

İbrahim en-Nehaî'nin Kur'an'ı kapatmasına gelince, bu hadiseyi şöyle tevil etmek mümkün. İbrahim en-Nehaî, adam geldiğinde okumayı terketmek zorunda olduğunu bildiği için adam gittikten sonra okumaya yeniden başlamak için okumayı bırakmış olabilir. Bu bakımdan o, kişinin kendisini okurken görmemesinin riyadan daha uzak olduğu düşüncesindedir. Nitekim kendisi onunla meşgul olmak için Kur'an okumayı terk edip bilahare Kur'an okumaya dönmeyi düşünmüştür.

Yoldan geçenlere eziyet veren şeyi uzaklaştırmayı terketmeye gelince, bu şöhret afetini gerektirmesinden ve halkın teveccühünü kazanmaya vesile olmasından ötürü korkulan hareketlerdendir. Yoldan kaldırılan çöpün sevabından daha büyük ibadetlerden kendisini meşgul edeceklerinden korktuğundan dolayı terketmiştir. Bu bakımdan bunu terketmek bundan daha büyük ibadetleri korumak içindir. Sadece riya korkusu için değildir.
İbrahim et-Teymî'nin 'Konuşma hoşuna gittiği zaman hemen sus!' sözüne gelince, mümkündür ki bununla, hikayelerde fesahat göstermek gibi konuşmanın mübah kısımlarını kasdetmiştir; zira böyle bir konuşma kendisini beğenmeyi gerektirir. Böylece mübah olan sükûtun da gerektiği anlaşılır. Çünkü ucub ve benimseme mahzurludur. Bu bakımdan bu, ucubtan korkarak bir mübahtan diğer bir mübaha geçmektir.

Hak ve söylenilmesi gereken konuşmaya gelince; bu, kesinlikle belirtilmemiştir. Buna rağmen konuşmada afet, oldukça büyüktür. O halde ikinci kısma dahil olur.
Bizim konuşmamız, halkla ilgili olmayan, afetleri çok olan ve sadece kulun bedeni ile ilgili olan ibadetler hakkındadır. Sonra Hasan Basrî'nin 'Onlar şöhret korkusundan ötürü eziyet veren şeyleri yoldan uzaklaştırmıyorlardı ve ağlamayı terk ediyorlardı!' sözüne gelince, çoğu zaman mümkündür ki bu söz, en faziletliyi bilmeyen zayıfların ve bu incelikleri idrak etmekten aciz olanların hallerini hikaye etmektir. Hasan Basrî bunu ancak halkı şöhret afetinden korkutmak ve şöhreti talep etmekten uzaklaştırmak maksadıyla söylemiştir.

Muhabir: Yazar Silinmiş