Siyah Beyaz Yıllardı O Yıllar
Siyah beyaz sadece bir renk değildi, bir yaşamdı o devrin mütevazı insanları için. İlk televizyon yayınlarının siyah beyaz renkte olmasından dolayı, o dönem Türkiye’si için kullanılan bir deyim olmuştu bu ifade. Teknolojinin belirli ve sınırlı bir ölçüde olması da bu yılların genel bir gerçeğiydi. Oysa hayat böyle değildi.
İmparatorluk bakiyesi insanlarıyla, Rumlarıyla, Yahudileriyle, Ermenileriyle ve sonradan yurdumuzun farklı coğrafi bölgelerinden buralara göçmüş insanların bir arada yaşadığı oldukça renkli ve de güzel sosyolojik bir karışımdı Çengelköy.
Teknolojinin günümüzdeki vahşi boyutlarına ulaşmadığı, iletişim kanallarının kısıtlı ve sınırlı olduğu o yıllarda insanlar bugünkünden çok daha fazla gider gelirlerdi birbirlerine. İnsanlar yalnız değildi bugünkü gibi, halleşirlerdi birbirleriyle. Sıcacık aile ortamlarında yapılan ve gecelere kadar devam eden hoş sohbetler biz çocuklar için de büyüklerin anlattıklarını dinleyerek ve hayaller kurarak geçerdi.
Boğaziçi’nin şirin ve tenha semti Çengelköy’den çocuk halimle İngiltere’den satın alındığını büyüdüğümde öğrendiğim, içinde şoförden başka bir de biletçinin bulunduğu, Leyland marka basık ve kasvetli kırmızı sarı renkli belediye otobüslerine binerek Üsküdar’a giderdim her pazar. Bu aslında hiç de kolay olmazdı. Zira her Pazar TRT’de Hikmet Şimşek’in sunduğu Pazar Konseri ve ardından da geleneksel hale gelmiş olan kovboy filmleri yayınlanırdı ve o dönemler için bu tek eğlenceyi kaçırmak biraz keyfimi kaçırsa da, babamın teşvikiyle bunu bir görev bilir, yine de Üsküdar’a doğru yola çıkardım.
…
Fotoğraf: Hattat Hasan Çelebi, TRT Haber Arşivi.
Reisü’l Hattâtîn Hasan Çelebi
Fıstıkağacı’ndaki Kuruçeşme Selami Ali Efendi Camii’nde imamlık yapıyordu. Reîsü’l Kurrâ Gönenli Mehmet Efendi’nin talebesi olan hocababam Necati Yıldırım’ın memleketlisi ve eski bir arkadaşıydı. Son devrin yaşayan en büyük hattatı Hamid Aytaç hocanın talebesiydi.
İhtilal olmuş, sokaklarda askerler devriye atıyordu. Şüphelendikleri kişilere kimlik sorgusunda bulunuyorlardı. Hocababamın sıkı sıkıya tenbihiyle hat çalışmalarını yaptığım defteri başka kitap ve defterin içinde bir nevi gizleyerek giderdim hocama.
Öğlen ya da bazen ikindi vakti kılınan namazdan sonra gelmiş olan varsa, diğer hat talebeleriyle birlikte hocamızın cami avlusunun bir köşesinde bulunan evine geçilirdi. Hasan hoca hat derslerini evinde verirdi.
Kırmızı renkli mürekkeple yapılan tashihat sırasında çıkan narin kamış kalemin o hoş cızırtısı ortama ayrı bir mistik hava verirdi.
Masasının üstünde Amerika ve sair dünya ülkelerinden gelen mektuplar bulunurdu. Bunların içinde hat meşkleri vardı. Gerekli düzeltmeler yapıldıktan sonra bunlar postaya verilir ve bu şekilde “uzaktan hat meşki” yapılırdı.
Bazen hocamız, sipariş üzerine yazmış olduğu yazıların (kitabelerin) bir nüshasını (estampajını) bana verir ve bunları Üsküdar Bülbülderesi’ndeki mermer ustası “Yusuf Usta”ya bırak, derdi. Yusuf usta da hattın taşa, mermere nakşındaki maharetiyle tanınırdı.
Mülayim ve hoş tabiatlı bir mizacı vardı hocamızın. Kırmazdı, incitmezdi ama yerine göre tatlı sert sitemleri olurdu, daha iyi çalışılsın diye.
Geleneksel el sanatlarının gözardı edildiği, üvey evlat muamelesi görüldüğü yıllardı. Türk ve İslam kültür medeniyetine dair her türlü faaliyetin kerih görüldüğü siyah renkli zamanlardı hala. Bu dönemlerde özveriyle atılan bu tohumlar daha sonraki yıllarda meyve verdi.
…
Fotoğraf: Ebruzen Mustafa Düzgünman, GZT Arşivi.
Hezarfen Ebruzen Mustafa Düzgünman
Ne kadar da çok şey değişmiş Üsküdar’da, eski mistik havası kalmamış gibi. Velisiyle, delisiyle, güvenilir ve güngörmüş insanlarıyla ne kadar da hoş bir iklimi vardı oysa bir zamanlar. O enerjiyi hissederdiniz farkında bile olmadan ve bu bile insana, ruhuna hoş bir huzur verirdi, rahatlardınız.
Vakti zamanında eski püskü minik dükkanlar vardı Valide-i Cedid Camii’nden Ahmediye istikametine giderken. Mimar Sinan çarşısının karşısındaki bu minik dükkanlardan birisi de “Aktar Hocalar” ismiyle meşhur olan küçük bir baharatçı dükkanıydı.
Bilenler bilirdi burasının sıradan bir baharatçı dükkânı olmadığını. Burası bir ilim irfan mektebiydi. Üsküdar’ın sakinlerinden ve semt komşumuz olan merhum Ahmet Yüksel Özemre’nin de müdavimi olduğu ve müstakil bir kitapta da (Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı) yazdığı gibi, bu küçücük dükkân bir ilim irfan merkeziydi.
Tezgâhın arkasında sohbetler edilirdi, çaylar içilirdi. Üsküdar’ın manevi sakinlerinden ve geleneği olan bir aileydi Düzgünman ailesi. Doğancılar yokuşundaki aile apartmanının giriş katında oturan Mustafa Düzgünman, ebru çalışmalarını evinin bodrum katındaki bu mütevazı mekânda yapardı. Ebru teknesi, boyaları ve fırçalarıyla burası dış dünyadan soyutlanmış ayrı bir alemdi. Sufi geleneğin vermiş olduğu dinginlikle ve manevi olgunlukla sohbeti tatlıydı, gözyaşları samimiydi hocamızın.
Geleneksel ebru sanatının yaşayan en büyük üstadıydı Mustafa Düzgünman. Büyük dayısı hezarfen Necmettin Okyay’dan öğrenmiş olduğu ebrudaki tarz ve tavrı devam ettirdi. Ebrudaki “modernite” çalışmalarına pek sıcak bakmazdı. Geleneğe sıkısıkıya bağlıydı. Yurt dışından bu işi öğrenmek için gelenlerin olduğunu söylerken, kendi ülkesinin bu konuda lakayt davranması O’nu üzerdi o devirlerde.
…
Hayat Bu, Biraz Burada, Hep Oradayız: Asıl Mekanda…
Papatya ebrusuyla iz bırakmış, Aziz Mahmud Hüdayi türbedarlığı yapmış, musikişinas kişiliğiyle de bilinen, şair, mücellit, kadim kültürümüzün ve sanatımızın son temsilcilerinden birisi olan Mustafa Düzgünman üstadımız vakti geldiğinde emaneti Sahib’ine bırakıp, ebedi istirahatgahına çekildi. (09.02.1920-12.09.1990)
Ve hattat Hasan Çelebi hocam, O da vakti gelince emanetini emanetin asıl ve ebedi Sahib’ine teslim edip, istirahatgahına çekildi. (01.12.1937-24.02.2025)
Mekanları cennet olsun, ruhlarına el-Fatiha, meas-Salavat…