Gölcük savcısı, "olum bak git" diyen çöpçü için üç buçuk yıl ceza istemiş. Bir iddiaya göre de suç aleti olarak çöp süpürgesine el konulmuş. Olmaz demeyin, oluyor böyle şeyler. Devlet refleksini göstermesi açısından çarpıcı bir örnek. Peki nasıl oluyor da Türkiye'de herkesin sempatisini kazanan, adına fanlar kurulan, tişörtler bastırılan çöpçüye bu ceza istenebiliyor. "Hukuk işte" cevabıyla geçiştirebiliriz. Fakat işin içinde biraz da içselleştirilmiş yapısal bir mesele var.

Sorun sadece bu alanla ilgili değil. Basın danışmanlığı konusundan hareketle irdelersek sorun oldukça geniş kapsamlı.

Dikkatinizi çekiyordur "kurumsal iletişim sorumlusu" istihdam etmek, dışa açılma, tanıtım ve stratejik hamlelerde bulunabilmenin ön şartı olarak öne çıkmaya başladı. Bir önceki yazımda buna değindim. Özel şirketler tam yetkili CEO'lar aracılığıyla bu sorunu çözmüş görünüyor. Yeni konsepte ve değişime ayak uydurabilecek ekiplerle, ihtiyaç trendini iyi takip edebilme yeteneklerini de diri tutuyorlar. Piyasa analizi, yatırım alanlarının belirlenme noktasında etkin. Yine de bütün şirketler için aynı şeyi söylemek mümkün değil.

Kurumsallaşma ve profesyonelleşmeyle birlikte, iş tanımına saygı ve katlanabilirlik basın danışmanının verimliliğini belirliyor. Bu yüzden kurumsal iletişim sorumlusu veya basın danışmanı bazı şirketlerde çok başarılı olurken bazılarındaysa evrak taşıyıcı muamelesi görerek pasifize ediliyor. Yapabildiği şey sekretaryanın ötesine geçemiyor. Basın danışmanının yetkisine ve kendi alanındaki birikimine saygı duyulan şirketler ise piyasada fark yaratabiliyorlar. Bu farkın ne derecede büyük olduğunu etrafındaki kurumlara bakarak ayırt edebilir herkes.

İşin bir de kamu kurumları boyutu var. Son yıllarda basın danışmanlığı ismi bu kurumlar için de cezbedici oldu. Aynı isim altında daha fazla personel istihdam edileceğine dair yükselen bir trend var. İlginç bir şekilde talep de var. Peki bu isimlerin çalıştıkları kurumlarda verimlilik derecesi özel piyasayla kıyaslanabilir mi? Bu soruya cevap verebilmek için kamu kurumlarının profesyonelleşme mantığını ve Türkiye'deki devlet geleneğini, bu gelenek altında bürokrasinin yukarıdan aşağı şekillenen hiyerarşik yapısının iyi analiz edilmesi gerekir. Bu yüzden Özel Şirketler ile Kamu kurumlarını bu alanda kıyaslamak elbette zor. Türkiye gibi kamu eleştirisinin gelenekselleştiği, aynı ölçüde, kamunun da hata yapmakta oldukça yetenekli olduğu (Buna şimdilerde gaf deniyor) bir ülkede bu kıyaslamayı yapmak abartı sayılabilir.

Askerlerin şehit olduğu bir günde Afyon Valiliği sitesine konulan fotoğraflar için iletişim kazası derken işin bu kısmını da hatırlamak gerekiyor. İletişim sorumlusu olsaydı bu fotoğraflar siteye konmazdı demek, ya da öyle olabileceğini farz edebilmek, bu düşünceden hareketle bütün valiliklere iletişim sorumlusu atansın diye düşünmek, Türkiye'deki kamu yapısını bilenler için, biraz ütopyacı yaklaşım olur. Ütopyalardan kaçmayalım ama bunun da böyle olduğunu bilelim. Bu örnek diğer kamu kurumları için de büyük ölçüde geçerlidir. Kamuda esas olan görevdir. İşini yaparsın, yerine oturursun.

Aksi taktirde "olum bak git" diyen çöpçüye, savcının 3.5 yıl ceza istemi nasıl açıklanabilir. El cevap: Açıklanamaz.

Muhabir: Yazar Silinmiş