[email protected]

"Hayat Güzeldir" 1997 yılında beyazperdeye yansıyan bir başyapıtın ismi. Hatırlarsanız film; 2. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde İtalya'da yaşayan bir Yahudi kitapçının, Guido'nun hikayesini anlatıyordu bizlere. Her şey yolunda giderken, toplama kamplarının ortaya çıkmasıyla Guido'nun ve ailesinin hayatları cehenneme döner ve kahramanımızın aklına harika bir fikir gelir. Guido kamplardan ailesini uzak tutmak için yaptığı türlü numaraların hepsini oğluna bir oyun gibi anlatır. Oyunun sonunda eğer başarılı olursalar büyük ödülü almaya hak kazanacaklardır. Büyük ödül ise kocaman bir tanktır.
Bir sahnede; çocuğu olan-biteni anlamasın diye, Guido'nun kamptaki kuralları anlatan Nazi askerine Almanca bilmemesine rağmen tercümanlık yapmasını ve bütün bir vahşet kampını oyun gibi anlatışını kim unutabilir? Sonrası tabii ki bolca duygusallık, Yahudi propagandası ve Amerikan kahramanlığı olan filmin başrolündeki Roberto Benigni o yılın "en iyi erkek oyuncu oscarı" ödülünü bileğinin hakkıyla almış, ödül için ismi söylendiğinde sevinçle zıplayıp koltuklar üzerinde attığı koşar adımlarla sahneye çıkmıştı. "Hayat güzeldir" ne olursa olsun yaşama isteğinin parolasıydı.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde unutulmaz "kara leke günleri" vardır. 6-7 Eylül, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül gibi… 19 Aralık 2000 günü de öncesi ve sonrasında çıkan olaylarla bu tarihlerden biri olmayı tüm rezilliğiyle hak ediyor. "Hayata dönüş" operasyonundan bahsediyorum. Kıbrıs harekatı sonrasında en geniş çaplı asker katılımıyla düzenlenen ve medyanın ayakta alkışladığı, 32 kişinin ölümü, 241 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan o kara günden bahsediyorum.
Olayların öncesi, o dönemlerde cezaevlerinde yeni uygulanan oda sistemiyle beraber mahkûmlara fiziksel ve psikolojik şiddet uygulanmasına verilen tepkilere dayanıyor. 1997'de Diyarbakır'daki kanlı cezaevi baskını sonucu 10 kişi ölmüştü. 1999'da ise yine 10 kişinin hayatını kaybettiği Ankara'daki Ulucanlar Cezaevi operasyonunda jandarmanın lav ve otomatik silahlar kullandığı tespit edilmişti.
İşte bu olaylarla tırmanan gerilim F tipi cezaevlerine karşı protestoları beraberinde getirmişti. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cezaevlerindeki protestoları medya ile ortaklaşa müthiş bir propagandayla halka sunmaları sonucu toplumsal muhalefet sönmüş ve gözler cezaevindeki protestocu "teröristlere" çevrilmişti. Onların da susturulması gerekiyordu. Ve öyle de oldu.
Devlet ve mahkûmlar arasında göstermelik bir masaya oturma tiyatrosu perdelendi. Arabulucu olarak orada bulunan samimi, iyiniyetli insanlar kendilerinin de ifade ettikleri gibi kullanıldılar ve operasyon başlatıldı. "O gün bilirkişinin bile bilmediği İsrail yapımı kimyasal silahlar kullanıldı" diyor kaynaklardan birisi. Nitekim "hayata dönüş" operasyonunun sembolü; ambulans arkasında açılmış kapıdan dışarı bakan, üstü battaniye ile örtülü, yüzü ve saçları yanmış ve yanığı kremlenmiş bir kadının resmidir.
Operasyonda ölen iki askerden birinin çatışmayla şehit olduğu açıklamasını yapan Adalet Bakanı Türk sonraları adli tıptan gelen raporla yalanlanmıştı. Cezaevinde bahsedilen uzun namlulu silahlardan hiçbirine rastlanmamıştı ve ölen askerin vücudunda yüksek derecede kimyasal maddeden oluşan yanık izi bulunmaktaydı. Ölüm sebebi "yüksek kimyasal enerjili bir silahtı". Diğer asker ise mahkûmların değil askerlerin silahlarından çıkan kurşunlarla hayatını kaybetmişti.
Bayrampaşa Cezaevindeki C-1 koğuşundaki kadınların güvenlik görevlilerin kullandığı göz yaşartıcı, sinir ve gaz bombalarının çıkardığı yangında diri diri yanarak hayatlarını kaybettiği sonraları ortaya çıktı. Ölenlerin yüzleri tanınmaz haldeydi. Kurşunla ölmeyenler, kimyasallarla yakılmış, geriye hala yaşayan birileri kaldıysa; gaz maskeli komandolar tarafından F tipi cezaevlerine sevk edilmişti.
Operasyona katılan asker artık o noktaya gelindikten sonra sadece ve sadece öldürmeye kodlanmıştır. Bunu kabul edemesem de anlayabiliyorum. Ancak ertesi gün çıkan gazetelerin manşetleri çok daha acı vericidir. Birkaç gazete dışında tüm yazılı basın, yangınların içeride bulunan "örgüt" elemanları tarafından çıkarıldığını ve askerlere ilk onların ateş ettiğini iddia etmişlerdi. Mahkûmların hepsi kendi arkadaşları tarafından yakılmış ve şanlı askerimiz Hürriyet'in ifade ettiği gibi "önceden yapması gerekeni şimdi yapmış ve cezaevlerine girmiştir".
Star ve Sabah gazeteleri mahkumların askere karşı olan vahşetini (!?) günlerce sayfalarında analiz etmişlerdi. En büyük bomba ise operasyon sonrası Milliyet'in manşetiydi, "Hayat güzeldir". 1997lerde yaşamanın sembolü olan "hayat güzeldir" sloganı şimdi yanan yüzleri, kurşun sıkılan bedenleri, tanınmaz haldeki cesetleri özetliyordu bizlere. Kendi cezaevlerini yıkan devlet bir de bu olayların üstüne mağdur mahkûmlardan "devlet mallarına zarar verildi" gerekçesiyle tazminat istemiştir. Durum budur. 11 sene öncesine buradan bakılınca; gerçekten halimize ne kadar şükretsek az diye düşünmemek elde değil. Gerçekten de hayat güzeldir. Ancak yanmamış yüzlerle ve kararmamış bedenlerle…

Muhabir: Yazar Silinmiş