Zuhruf suresi hidayet rehberimiz Kuranı Kerimin 43. suresidir. Zuhruf suresi 89 ayeti kerimedir. Zuhruf suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. Zuhruf suresinde nimetlerin taksim edilmesindeki hikmetler anlatılmaktadır. Müminler nimetlerle müjdelenmiştir. İşte Zuhruf suresi okunuşu...

Kur'an-ı kerîmin kırk üçüncü sûresi, geliş sırası bakımından Şûra'dan sonra, Duhan'dan önce vahyedilmiştir. Zuhrûf sûresi Mekke'de nazil oldu (indi). Seksen dokuz ayet-i kerîmedir. Otuz beşinci ayet-i kerîmede geçen altın ve mücevher manasına gelen Zuhruf kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûrede insanların rızıklarının farklı takdir edilmesinin ve milletlere ayrılmasının hikmetleri, inkarcıların cezaya çarptırılacağı, mü'minlere çeşitli nîmetler verileceği bildirilmektedir. (Razî, Kurtubî)

ZUHRUF SURESİ TÜRKÇE VE ARAPÇA OKUNUŞU İLE MEALİ

Zuhruf 1 (Mealleri Karşılaştır): Ha mim.
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ حمٓ
Ha Mîm.

Zuhruf 2 (Mealleri Karşılaştır): Vel kitabil mubîni.
وَٱلْكِتَٰبِ ٱلْمُبِينِ
(2-3) Apaçık Kitab'a andolsun ki, iyice anlayasınız diye biz, onu Arapça bir Kur'an yaptık.

Zuhruf 3 (Mealleri Karşılaştır): İnna cealnahu kur'anen arabiyyen leallekum ta'kılûn(ta'kılûne).
إِنَّا جَعَلْنَٰهُ قُرْءَٰنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
(2-3) Apaçık Kitab'a andolsun ki, iyice anlayasınız diye biz, onu Arapça bir Kur'an yaptık.

Zuhruf 4 (Mealleri Karşılaştır): Ve innehu fî ummil kitabi ledeyna le alîyyun hakîm(hakîmun).
وَإِنَّهُۥ فِىٓ أُمِّ ٱلْكِتَٰبِ لَدَيْنَا لَعَلِىٌّ حَكِيمٌ
Şüphesiz o, katımızdaki ana kitapta (Levh-i Mahfuz'da) mevcuttur, çok yücedir, hikmetlerle doludur.

Zuhruf 5 (Mealleri Karşılaştır): E fe nadribu ankumuz zikre safhan en kuntum kavmen musrifîn(musrifîne).
أَفَنَضْرِبُ عَنكُمُ ٱلذِّكْرَ صَفْحًا أَن كُنتُمْ قَوْمًا مُّسْرِفِينَ
Haddi aşan bir topluluk oldunuz, diye vazgeçip Zikir'le (Kur'an'la) sizi uyarmaktan geri mi duralım?

Zuhruf 6 (Mealleri Karşılaştır): Ve kem erselna min nebîyin fîl evvelîn(evvelîne).
وَكَمْ أَرْسَلْنَا مِن نَّبِىٍّ فِى ٱلْأَوَّلِينَ
Halbuki daha önceki toplumlara da nice peygamberler göndermiştik.

Zuhruf 7 (Mealleri Karşılaştır): Ve ma yetîhim min nebîyin illa kanû bihî yestehziûn(yestehziûne).
وَمَا يَأْتِيهِم مِّن نَّبِىٍّ إِلَّا كَانُوا۟ بِهِۦ يَسْتَهْزِءُونَ
(Onlar da) kendilerine gelen her peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.

Zuhruf 8 (Mealleri Karşılaştır): Fe ehlekna eşedde minhum batşen ve meda meselul evvelîn(evvelîne).
فَأَهْلَكْنَآ أَشَدَّ مِنْهُم بَطْشًا وَمَضَىٰ مَثَلُ ٱلْأَوَّلِينَ
Biz, onlardan daha çetinlerini de helak ettik. Öncekilerin örneği geçti!

Zuhruf 9 (Mealleri Karşılaştır): Ve le in seeltehum men halakas semavati vel arda le yekûlunne halakahunnel azîzul alîm(alîmu).
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ ٱلْعَزِيزُ ٱلْعَلِيمُ
Andolsun, onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka, "Onları mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen (Allah) yarattı" diyeceklerdir.

Zuhruf 10 (Mealleri Karşılaştır): Ellezî cealekumul arda mehden ve cealelekum fîha subulen leallekum tehtedûn(tehtedûne).
ٱلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ ٱلْأَرْضَ مَهْدًا وَجَعَلَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا لَّعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
O, yeryüzünü size beşik yapan ve gideceğiniz yere ulaşasınız diye sizin için orada yollar var edendir.

Zuhruf 11 (Mealleri Karşılaştır): Vellezî nezzele mines semai maenbi kader(kaderin), fe enşerna bihî beldetenmeyten, kezalike tuhrecûn(tuhrecûne).
وَٱلَّذِى نَزَّلَ مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءًۢ بِقَدَرٍ فَأَنشَرْنَا بِهِۦ بَلْدَةً مَّيْتًا ۚ كَذَٰلِكَ تُخْرَجُونَ
O, gökten bir ölçüye göre yağmur indirendir. Biz onunla ölü araziyi canlandırdık. İşte siz de, böyle diriltileceksiniz.

Zuhruf 12 (Mealleri Karşılaştır): Vellezî halakal ezvace kullehave ceale lekum minel fulki vel enami ma terkebûn(terkebûne).
وَٱلَّذِى خَلَقَ ٱلْأَزْوَٰجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُم مِّنَ ٱلْفُلْكِ وَٱلْأَنْعَٰمِ مَا تَرْكَبُونَ
(12-14) O, bütün çiftleri yaratan, üzerlerine kurulasınız, sonra da, kurulduğunuzda, Rabbinizin nimetini hatırlayasınız ve "Bunu hizmetimize veren Allah'ın şanı yücedir. Bunlara bizim gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz" diyesiniz diye sizin için bindiğiniz gemileri ve hayvanları yaratandır.

Zuhruf 13 (Mealleri Karşılaştır): Li testevû ala zuhûrihî summe tezkurû ni'mete rabbikum izesteveytum aleyhi, ve tekûlû subhanellezî sehhare lena haza ve ma kunna lehu mukrinîn(mukrinîne).
لِتَسْتَوُۥا۟ عَلَىٰ ظُهُورِهِۦ ثُمَّ تَذْكُرُوا۟ نِعْمَةَ رَبِّكُمْ إِذَا ٱسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا۟ سُبْحَٰنَ ٱلَّذِى سَخَّرَ لَنَا هَٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُۥ مُقْرِنِينَ
(12-14) O, bütün çiftleri yaratan, üzerlerine kurulasınız, sonra da, kurulduğunuzda, Rabbinizin nimetini hatırlayasınız ve "Bunu hizmetimize veren Allah'ın şanı yücedir. Bunlara bizim gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz" diyesiniz diye sizin için bindiğiniz gemileri ve hayvanları yaratandır.

Zuhruf 14 (Mealleri Karşılaştır): Ve inna ila rabbina le munkalibûn(munkalibûne).
وَإِنَّآ إِلَىٰ رَبِّنَا لَمُنقَلِبُونَ
(12-14) O, bütün çiftleri yaratan, üzerlerine kurulasınız, sonra da, kurulduğunuzda, Rabbinizin nimetini hatırlayasınız ve "Bunu hizmetimize veren Allah'ın şanı yücedir. Bunlara bizim gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz" diyesiniz diye sizin için bindiğiniz gemileri ve hayvanları yaratandır.

Zuhruf 15 (Mealleri Karşılaştır): Ve cealû lehu min ibadihî cuz'a(cuz'en), innel insane le kefûrun mubîn(mubînun).
وَجَعَلُوا۟ لَهُۥ مِنْ عِبَادِهِۦ جُزْءًا ۚ إِنَّ ٱلْإِنسَٰنَ لَكَفُورٌ مُّبِينٌ
Böyle iken ("melekler Allah'ın kızlarıdır" demek suretiyle) kullarından bir kısmını O'nun parçası saydılar. Şüphesiz insan apaçık bir nankördür.

Zuhruf 16 (Mealleri Karşılaştır): Emittehaze mimma yahluku benatin ve asfakum bil benîn(benîne).
أَمِ ٱتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَأَصْفَىٰكُم بِٱلْبَنِينَ
Yoksa, Allah, yarattıklarından kendisine kızlar edindi de, oğulları size mi seçip ayırdı?

Zuhruf 17 (Mealleri Karşılaştır): Ve iza buşşire ehaduhum bi ma darabe lir rahmani meselen zalle vechuhu musvedden ve huve kezîm(kezîmun).
وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُم بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمَٰنِ مَثَلًا ظَلَّ وَجْهُهُۥ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ
Onlardan biri, Rahman'a örnek kıldığı (isnad ettiği kız çocuğu) ile müjdelendiği zaman, öfkesinden yüzü simsiyah kesilir.

Zuhruf 18 (Mealleri Karşılaştır): E ve men yuneşşeu fîl hılyeti ve huve fîl hısami gayru mubîn(mubînin).
أَوَمَن يُنَشَّؤُا۟ فِى ٱلْحِلْيَةِ وَهُوَ فِى ٱلْخِصَامِ غَيْرُ مُبِينٍ
Süs içerisinde (narin bir biçimde) yetiştirilen ve tartışmada (delilini erkekler gibi) açıklayamayanı mı Allah'a isnad ediyorlar?

Zuhruf 19 (Mealleri Karşılaştır): Ve cealûl melaiketellezîne hum ibadur rahmani inasa(inasen), e şehidû halkahum, setuktebu şehadetuhum ve yus'elûn(yus'elûne).
وَجَعَلُوا۟ ٱلْمَلَٰٓئِكَةَ ٱلَّذِينَ هُمْ عِبَٰدُ ٱلرَّحْمَٰنِ إِنَٰثًا ۚ أَشَهِدُوا۟ خَلْقَهُمْ ۚ سَتُكْتَبُ شَهَٰدَتُهُمْ وَيُسْـَٔلُونَ
Onlar, Rahman'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onların yaratılışına şahit mi oldular? Onların (yalan) şahitlikleri yazılacak ve sorgulanacaklardır.

Zuhruf 20 (Mealleri Karşılaştır): Ve kalû lev şaer rahmanu ma abednahum, ma lehum bi zalike min ilmin in hum illa yahrusûn(yahrusûne).
وَقَالُوا۟ لَوْ شَآءَ ٱلرَّحْمَٰنُ مَا عَبَدْنَٰهُم ۗ مَّا لَهُم بِذَٰلِكَ مِنْ عِلْمٍ ۖ إِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ
"Eğer Rahman dileseydi, biz onlara kulluk etmezdik" dediler. Bu konuda hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.

Zuhruf 21 (Mealleri Karşılaştır): Em ateynahum kitaben min kablihî fe hum bihî mustemsikûn(mustemsikûne).
أَمْ ءَاتَيْنَٰهُمْ كِتَٰبًا مِّن قَبْلِهِۦ فَهُم بِهِۦ مُسْتَمْسِكُونَ
Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı sarılıyorlar?

Zuhruf 22 (Mealleri Karşılaştır): Bel kalû inna vecedna abaena ala ummetin ve inna ala asarihim muhtedûn(muhtedûne).
بَلْ قَالُوٓا۟ إِنَّا وَجَدْنَآ ءَابَآءَنَا عَلَىٰٓ أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَىٰٓ ءَاثَٰرِهِم مُّهْتَدُونَ
Hayır! Onlar sadece, "Şüphesiz biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz onların izlerinden gitmekteyiz" dediler.

Zuhruf 23 (Mealleri Karşılaştır): Ve kezalike ma erselna min kablike fî karyetin min nezîrin illa kale mutrefûha inna vecedna abaena ala ummetin ve inna ala asarihim muktedûn(muktedûne).
وَكَذَٰلِكَ مَآ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ فِى قَرْيَةٍ مِّن نَّذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَآ إِنَّا وَجَدْنَآ ءَابَآءَنَا عَلَىٰٓ أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَىٰٓ ءَاثَٰرِهِم مُّقْتَدُونَ
İşte böyle, biz senden önce hiçbir memlekete bir uyarıcı göndermedik ki, oranın şımarık zenginleri, "Şüphe yok ki biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de elbette onların izlerinden gitmekteyiz" demiş olmasınlar.

Zuhruf 24 (Mealleri Karşılaştır): Kale e ve lev ci'tukum bi ehda mimma vecedtum aleyhi abaekum, kalû inna bi ma ursıltum bihî kafirûn(kafirûne).
۞ قَٰلَ أَوَلَوْ جِئْتُكُم بِأَهْدَىٰ مِمَّا وَجَدتُّمْ عَلَيْهِ ءَابَآءَكُمْ ۖ قَالُوٓا۟ إِنَّا بِمَآ أُرْسِلْتُم بِهِۦ كَٰفِرُونَ
(Gönderilen uyarıcı,) "Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?" dedi. Onlar, "Biz kesinlikle sizinle gönderilen şeyi inkar ediyoruz" dediler.

Zuhruf 25 (Mealleri Karşılaştır): Fentekamna minhum fanzur keyfe kane akıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
فَٱنتَقَمْنَا مِنْهُمْ ۖ فَٱنظُرْ كَيْفَ كَانَ عَٰقِبَةُ ٱلْمُكَذِّبِينَ
Biz de onlardan intikam aldık. Yalanlayanların sonu, bak nasıl oldu!

Zuhruf 26 (Mealleri Karşılaştır): Ve iz kale ibrahîmu li ebîhi ve kavmihî innenî beraun mimma ta'budûn(ta'budûne).
وَإِذْ قَالَ إِبْرَٰهِيمُ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِۦٓ إِنَّنِى بَرَآءٌ مِّمَّا تَعْبُدُونَ
Hani İbrahim, babasına ve kavmine şöyle demişti: "Şüphesiz ben sizin taptıklarınızdan uzağım."

Zuhruf 27 (Mealleri Karşılaştır): İllellezî fataranî fe innehu se yehdîn(yehdîne).
إِلَّا ٱلَّذِى فَطَرَنِى فَإِنَّهُۥ سَيَهْدِينِ
"Ben ancak O, beni yaratana taparım. Şüphesiz O beni doğru yola iletecektir."

Zuhruf 28 (Mealleri Karşılaştır): Ve cealeha kelimeten bakıyeten fî akıbihî leallehum yerciûn(yerciûne).
وَجَعَلَهَا كَلِمَةًۢ بَاقِيَةً فِى عَقِبِهِۦ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
İbrahim bunu, belki dönerler diye, ardından gelecekler arasında kalıcı bir söz yaptı.

Zuhruf 29 (Mealleri Karşılaştır): Bel metta'tu haulai ve abaehum hatta caehumul hakku ve resûlun mubîn(mubînun).
بَلْ مَتَّعْتُ هَٰٓؤُلَآءِ وَءَابَآءَهُمْ حَتَّىٰ جَآءَهُمُ ٱلْحَقُّ وَرَسُولٌ مُّبِينٌ
Doğrusu onları (Mekke müşriklerini) ve atalarını kendilerine hak olan Kur'an ve onu açıklayan bir peygamber gelinceye kadar (dünya nimetlerinden) yararlandırırım.

Zuhruf 30 (Mealleri Karşılaştır): Ve lemma cae humul hakku kalû haza sihrun ve inna bihî kafirûn(kafirûne).
وَلَمَّا جَآءَهُمُ ٱلْحَقُّ قَالُوا۟ هَٰذَا سِحْرٌ وَإِنَّا بِهِۦ كَٰفِرُونَ
Fakat kendilerine Hak gelince, "Bu bir büyüdür, biz onu kesinlikle inkar ediyoruz" dediler.

Zuhruf 31 (Mealleri Karşılaştır): Ve kalû lev la nuzzile hazel kur'anu ala raculin minel karyeteyni azîm(azîmin).
وَقَالُوا۟ لَوْلَا نُزِّلَ هَٰذَا ٱلْقُرْءَانُ عَلَىٰ رَجُلٍ مِّنَ ٱلْقَرْيَتَيْنِ عَظِيمٍ
"Bu Kur'an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!" dediler.

Zuhruf 32 (Mealleri Karşılaştır): E hum yaksimûne rahmete rabbik(rabbike), nahnu kasemna beynehum maîşetehum fîl hayatid dunyave refa'na ba'dahum fevka ba'dın derecatin li yettehıze ba'duhum ba'dan suhriyya(suhriyyen), ve rahmetu rabbike hayrun mimma yecmaûn(yecmaûne).
أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَتَ رَبِّكَ ۚ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِى ٱلْحَيَوٰةِ ٱلدُّنْيَا ۚ وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَٰتٍ لِّيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا ۗ وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ
Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini kimine, derece derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri (dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır.

Zuhruf 33 (Mealleri Karşılaştır): Ve lev la en yekûnen nasu ummeten vahıdeten le cealna limen yekfuru bir rahmani li buyûtihim sukufen min fıddatin ve mearice aleyha yazherûne.
وَلَوْلَآ أَن يَكُونَ ٱلنَّاسُ أُمَّةً وَٰحِدَةً لَّجَعَلْنَا لِمَن يَكْفُرُ بِٱلرَّحْمَٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِّن فِضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَ
Eğer bütün insanlar (kafirlere verdiğimiz nimetlere bakıp küfürde birleşen) bir tek ümmet olacak olmasalardı, Rahman'ı inkar edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.

Zuhruf 34 (Mealleri Karşılaştır): Ve li buyûtihim ebvaben ve sururen aleyha yettekiûn(yettekiûne).
وَلِبُيُوتِهِمْ أَبْوَٰبًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِـُٔونَ
(34-35) Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar ve altın süslemeler yapardık. Bütün bunlar, sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında ahiret ise, O'na karşı gelmekten sakınanlarındır.

Zuhruf 35 (Mealleri Karşılaştır): Ve zuhrufa(zuhrufen), ve in kullu zalike lemma metaul hayatid dunya, vel ahiretu inde rabbike lil muttekîn(muttekîne).
وَزُخْرُفًا ۚ وَإِن كُلُّ ذَٰلِكَ لَمَّا مَتَٰعُ ٱلْحَيَوٰةِ ٱلدُّنْيَا ۚ وَٱلْءَاخِرَةُ عِندَ رَبِّكَ لِلْمُتَّقِينَ
(34-35) Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar ve altın süslemeler yapardık. Bütün bunlar, sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında ahiret ise, O'na karşı gelmekten sakınanlarındır.

Zuhruf 36 (Mealleri Karşılaştır): Ve men ya'şu an zikrir rahmani nukayyıd lehu şeytanen fe huve lehu karîn(karînun).
وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ ٱلرَّحْمَٰنِ نُقَيِّضْ لَهُۥ شَيْطَٰنًا فَهُوَ لَهُۥ قَرِينٌ
Kim, Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur.

Zuhruf 37 (Mealleri Karşılaştır): Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).
وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ ٱلسَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ
Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar.

Zuhruf 38 (Mealleri Karşılaştır): Hatta iza caena kale ya leyte beynî ve beyneke bu'del meşrikayni fe bi'sel karîn(karînu).
حَتَّىٰٓ إِذَا جَآءَنَا قَالَ يَٰلَيْتَ بَيْنِى وَبَيْنَكَ بُعْدَ ٱلْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ ٱلْقَرِينُ
Sonunda bize geldiğinde, arkadaşına, "Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı! Ne kötü arkadaşmışsın!" der.

Zuhruf 39 (Mealleri Karşılaştır): Ve len yenfeakumul yevme iz zalemtum ennekum fîl azabi muşterikûn(muşterikûne).
وَلَن يَنفَعَكُمُ ٱلْيَوْمَ إِذ ظَّلَمْتُمْ أَنَّكُمْ فِى ٱلْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
Onlara, "(Bu temenniniz) bugün size asla fayda vermez. Çünkü zulmettiniz. Hepiniz azapta ortaksınız" denir.

Zuhruf 40 (Mealleri Karşılaştır): E fe ente tusmius summe ev tehdîl umye ve men kane fî dalalin mubîn(mubînin).
أَفَأَنتَ تُسْمِعُ ٱلصُّمَّ أَوْ تَهْدِى ٱلْعُمْىَ وَمَن كَانَ فِى ضَلَٰلٍ مُّبِينٍ
Sağırlara sen mi duyuracaksın; yahut körleri ve apaçık bir sapıklık içinde olanları sen mi doğru yola ileteceksin?

Zuhruf 41 (Mealleri Karşılaştır): Fe imma nezhebenne bike fe inna minhum muntekımûn(muntekımûne).
فَإِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَإِنَّا مِنْهُم مُّنتَقِمُونَ
Ya biz seni (bu dünyadan) alır götürürüz de, onlardan intikam alırız.

Zuhruf 42 (Mealleri Karşılaştır): Ev nuriyennekellezî vaadnahum fe inna aleyhim muktedirûn(muktedirûne).
أَوْ نُرِيَنَّكَ ٱلَّذِى وَعَدْنَٰهُمْ فَإِنَّا عَلَيْهِم مُّقْتَدِرُونَ
Yahut da, onlara yaptığımız tehdidi sana gösteririz ki, bizim onlara gücümüz yeter.

Zuhruf 43 (Mealleri Karşılaştır): Festemsik billezî ûhıye ileyk(ileyke), inneke ala sıratın mustekîm(mustekîmin).
فَٱسْتَمْسِكْ بِٱلَّذِىٓ أُوحِىَ إِلَيْكَ ۖ إِنَّكَ عَلَىٰ صِرَٰطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin.

Zuhruf 44 (Mealleri Karşılaştır): Ve innehu le zikrun leke ve li kavmik(kavmike), ve sevfe tus'elûn(tus'elûne).
وَإِنَّهُۥ لَذِكْرٌ لَّكَ وَلِقَوْمِكَ ۖ وَسَوْفَ تُسْـَٔلُونَ
Şüphesiz bu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ondan hesaba çekileceksiniz.

Zuhruf 45 (Mealleri Karşılaştır): Ves'el men erselna min kablike min rusulina e cealna min dûnir rahmani aliheten yu'bedûn(yu'bedûne).
وَسْـَٔلْ مَنْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رُّسُلِنَآ أَجَعَلْنَا مِن دُونِ ٱلرَّحْمَٰنِ ءَالِهَةً يُعْبَدُونَ
Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor: Rahman'dan başka kulluk edilecek ilahlar var etmiş miyiz?

Zuhruf 46 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad erselna mûsa bi ayatina ila fir'avne ve melaihî fe kale innî resûlu rabbil alemîn(alemîne).
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ بِـَٔايَٰتِنَآ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَإِي۟هِۦ فَقَالَ إِنِّى رَسُولُ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
Andolsun, biz Mûsa'yı mucizelerimizle Firavun'a ve ileri gelen adamlarına göndermiştik de o, "Şüphesiz ben alemlerin Rabbinin elçisiyim" demişti.

Zuhruf 47 (Mealleri Karşılaştır): Fe lemma caehum bi ayatina izahum minha yadhakûn(yadhakûne).
فَلَمَّا جَآءَهُم بِـَٔايَٰتِنَآ إِذَا هُم مِّنْهَا يَضْحَكُونَ
(Mûsa) mucizelerimizi kendilerine getirince, bir de bakmışsın, o mucizelere gülüyorlar!

Zuhruf 48 (Mealleri Karşılaştır): Ve ma nurîhim min ayetin illa hiye ekberu min uhtiha ve ehaznahum bil azabi leallehum yerciûn(yerciûne).
وَمَا نُرِيهِم مِّنْ ءَايَةٍ إِلَّا هِىَ أَكْبَرُ م #161

Muhabir: Yazar Silinmiş