0
Bu hafta Ortadoğu gündemi, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın İran'a yaptığı ziyarete odaklanmıştı. Ziyaret öncesi, Türkiye ve İran arasında sert sözler savruldu. Erdoğan'ın "İran, bölgeyi adeta kendine domine etmenin gayreti içerisindedir, böyle bir çalışmanın içerisindedir. Buna müsaade edilebilir mi?'' sözleri aslında bir manifesto niteliğinde olup bir anlamda İran'a fiilen de 'Dur' denilecekti. İranlı muhafazakar milletvekilleri Erdoğan'ın ziyaretinin iptal edilmesi için Ruhani'ye mektup göndermişti. Erdoğan, İran'a daha gelmeden İran gazeteleri Erdoğan'ın 'Ortadoğu'nun Don Kişot'u şeklinde alaycı bir şekilde ziyaret, karikatürüze edilmişti. Lakin Erdoğan-Ruhani görüşmesi ekonomi temelli antlaşmalardan ötürü beklenen aksine yumuşak geçti.İran, geçen hafta Batı ülkeleriP5+1 grubu (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya) ülkeleriyle nükleer enerji konusunda "çerçeve anlaşması'' imzalamıştı. ABD ve AB başta olmak üzere birçok ülkenin ambargosuna maruz kalan İran, sahip olduğu petrol ve doğalgaz kaynaklarını ekonomik potansiyele dönüştüremiyordu. Bu antlaşma ile yılda 150 milyar dolarlık gelirden mahrum kalmayacak. Böylelikle Ortadoğu'da manevra kabiliyeti (Ekonomik-Siyasi-Askeri) daha yüksek bir ülke konumuna gelecekti.
ABD ile İran yakınlaşması Hasan Ruhani'nin Cumhurbaşkanı olmasıyla başlasa da Arap Baharı sürecine kadar dayanmaktaydı. 2. Dünya savaşında sonra sömürgelerini bir süreliğine ABD'ye bırakan İngilizler, Ortadoğu'da Sünni yönetimleri kendisine müttefik seçmiş, İran devriminden sonra Şiiliği kendisine tehdit gördü. Lakin, özellikle Arap Baharı'ndan sonra bu yaklaşım terse döndü. ABD, Sünniliği Şiilliğe göre rakip gördüğü gibi yeni bir paradigma oluşturdu. ABD, bu paradigma değişiminde el altından Ortadoğu'da İran'a alan açtı. İran'ın artan ekonomik ivmesine paralel daha çok Şii yayılmacı politikasına da destek verdi. Öyle ki Tahran'ın bölgede ele geçirdiği 4 başkenti engelle(ye)medi. Yemen'de son yaşananlara dikkat edersek, önce Hadi'yi destekledi. Sonra 'anti-amerikancılık yapıyor' diye ayaklanan Husileri el altından destekledi. Bir yandan Sünni Koalisyon ülkelerine destek verirken, bir yandan da Husilere ve İran'a alan açıyor. Bu bağlamda Husilerin, koalisyon uçaklarının bombalamalarına rağmen ilerlemesini Husilerin savaşçı ruhuyla açıklayamayız. İran'ın yayılmacı politikasına dolaylı olarak destek veren ABD, başta Suud Arabistan olmak üzere İsrail, Türkiye ve Müslüman Kardeşleri karşısına aldı.
Tahran yönetimi, ABD'nin bu politikasını fırsata çevirme niyetinde. Birinci hedef ekonomik anlamada rahatlama. İkincisi Şii yayılmacılığı ile Sunni Blok'a alternatif olmak. Üçüncüsü yeni enerji koridorları açmak. Hali hazırda İran, 35 Trilyon metro küp enerji kaynağına sahip. Bu enerji kaynağını bir şekilde satmak zorunda. Şuan da bu enerji arzını Türkiye üzerinden yapabileceği bir ülke de görünmüyor. Erdoğan'ın bu değerlendirmeler ışığında yaptığı Tahran ziyareti, olumlu olarak değerlendirilmektedir.
Türkiye Irak, Suriye ve Yemen konularında İran'la sürtüşse de ekonomik alanda işbirliği yaparak pragmatik davranmaktadır. ABD-İran yakınlaşmasını da konjonktürel bir etkileşim olarak değerlendiriyor. Çünkü Türkiye, İran'ın uluslararası piyasalar arasında geçiş noktası olacak. Ulaşım, enerji ve ticari ilişkilerde de en karlı çıkacak olan ülkenin Türkiye olduğunu söyleyebiliriz.Türkiye, İran ile ABD arasındaki Muta Nikahını da görüyor. Öyle ki Tahran'a ziyaretinden hemen önce Suudi Arabistan Veliaht Vekili ve İçişleri Bakanı Prens Muhammet Bin Naif Bin Abdülaziz'i Ankara'da ağırlamasıbir yandan Suudlarla dapozisyon aldığının bir göstergesi. Riyad yönetimi, Yemen'e operasyon yapmadan önce ABD'ye haber vermediği gibi geçen hafta Suud Veliaht Prensi'nin Londra'da Cameron'la yaptığı görüşme de Suudların, ABD yerine İngiltere ile çözüm arayacağı olarak yorumlandı.
Nihayetinde İran'ınBatı ülkeleriyle yaptığıtarihi anlaşma, elini güçlendirmiş olsa da İran'ın ümmetçi politika yerine mezhepçi bir siyaset izlemesi, İslam dünyasını karşısına alması demektir. İran, Batı ile sorunlarında baş başa kalmayı tercih ederken bir anlamda bölge ülkelerine de mesaj verdi.Yani içsel huzuru elde ederek, materyalist kazançların peşinden gitmiş, bilge ve/veya ilkeli olmanın mücadelesini vermemiştir. Ancak şunu unutmamakta yarar var.Pragmatizm yararcılık diye bilinir. Deneycilik, işlevselcilik gibi kavramlarla tanımlanır. Pragmatizm insanı biyolojik ve sosyal bir varlık olarak görür, ruhsal bir varlık olarak kabul etmez. Değerler ve ahlaki ilkeler ise, görecelidir. İşte bu yaklaşım tarihin affetmeyeceği ilkesellikten uzak yaklaşımlardır. Bölgesel sorunlara tarafsız bir politika yürüten Türkiye, uygulamış olduğu stratejinin semeresini orta ve uzun vadede alacaktır.