Tarih doğru analiz edildiğinde, zamanımızdaki ilginç BENZERLİKLERİN hemen göze çarpmaması imkansızdır. Belki de Merhum Akif'in, "Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi" dizelerinin hala SICAKLIĞINI KORUMASI ondan sebep. Zira Osmanlı'nın son döneminden itibaren, Batının bize hep rota belirlemek istenmesi bunun en tipik örneği sayılabilir. Söz konusu durumun harita çizmeler, etnik kimlikleri kullanmalar, ekonomik tehditler, baskılar, entrikalar ve kendini satılığa çıkaranlar şeklinde tezahürü ise inkar edilemeyecek hususlar. Fakat DEVLET AKLININ dünden bugüne STRATEJİK bir anlayışı var ki, sağlam temeller üzerine bina edildiği muhakkak. Nasıl mı? Kısaca anlatalım…
1699-1856 yıllarında "toprak kaybetmemenin" esas alındığını, birçok kaynaktan okumuşsunuzdur. Yine bir dönem kendi haline kalan Osmanlı'nın, 1908-1914 aralığında ise "toprak bütünlüğü güvencesi ve büyük güçler karşısında varlığını sürdürebilme" olarak DIŞ POLİTİKAYI düzenlediği malumunuz. Yani dış siyaset; tehlikenin boyutuna, şartlara ve güçlerin rekabetine göre, yeri geldiğinde farklı devletlerle yakınlaşacak düzeyde DEĞİŞKENLİK gösterebiliyordu. Cumhuriyet ilan edildiğinde de, resim çok fazla değişmedi aslında. Türkiye'nin hızlı bir batılılaşma eğilimi içerisine girilmesi, ulusal kimliğini yok saymasına asla engel olmadı. Bununla beraber Dış ilişkilerde, bir gücü diğerine önceleyerek denge gözetiliyor, hatta Akdeniz ve Orta Doğu'ya yönelik tehditlerin doğması üzerine, çevre ülkelerle bile PAKT'lar kurulabiliyordu. Öyle ki Sadabat Pakt'nın İngiltere, Bağdat Paktı'nın da ABD tarafından yok edilmesine rağmen, bazı devirlerde Sovyetlerle sağlanan diyalog en dikkat çekici olanıydı.
Anlayacağınız koşulların bizi Batıya zorladığı en kritik dönemlerde dahi Asya, Ortadoğu ve Arap coğrafyasına YÜZÜMÜZÜ HİÇ ÇEVİRMEDİĞİMİZİ söylemek mümkün. Ama sonrasında konjonktürel gerçeklerin, NATO ve AB süreciyle bizi bambaşka bir eşiğe sürüklenmesinden de kurtulamadık. Akabinde ise "Komünizm tehlikesiyle" Rusya ile aramıza örülen MÜMBİT DUVARLARIN, sağ-sol, aşırı etnisite ve uç ideolojilerle bu Milletin arasına örüldüğünü gördük. Lakin hiçbir dem ne sözde müttefikimiz ABD, ne de o demokrat AB yanımızda ŞARTSIZ yer almadı. Ne var ki bazen yaptıkları yardımlar da, Türkiye'nin çıkarlarından çok onların işine yarayan bir zeminde ilerledi.
Hasılı 3. DÜNYA SAVAŞININ yaşandığı şu günlerde, benzer tarihi bir serencama şahitlik ettiğimiz kesinlikle yadsınamaz. Zira her şey S-400 ve F-35'ler de düğümleniyor sanılsa da, BAĞIMSIZLIĞINI savunan Türkiye'nin İpek yolu, D.Akdeniz, Afrika, Suriye, İran… vd. hususlarda safını seçmeye zorlandığı net. Keza AYNI ANDA dışarıdan ve içeriden yürütülen saldırıların, bahsettiğimiz kavganın bir uzantısı olduğunu iddia etmemiz de bu nedenledir. Yoksa hesaplaşmaların tam merkezinde olan Türkiye'yi, KENDİ DERDİNDE boğarak dış gelişmelerden soyutlamayı arzuladıkları sizce de gayet açık değil mi?
Özetle çatışan İki bloğun, Türkiye'nin YÖNÜNÜ TAYİN ETMEK için kıyasıya mücadele verdiği tartışılmaz bir vakıa. Hangi tercihi yaparsak yapalım, bir diğerinin hedefi olacağımız ise ihtimal dahilinde. O cihetle son üç yüzyıldır "denge politikası" güderek ustaca gemisini yürüten Devletimizin, şimdide yeni bir denge inşa etmesi kaçınılmaz bir hal almıştır. Bu minvalde Ankara'nın; Çin, Rusya, ABD ve Avrupa diplomasisi nasıl önemliyse, Türkiye-Özbekistan-Pakistan Ortak Tatbikatında verilen mesajlar ile Ruhani'nin İmran Han'ı ziyaretinde; "Türkiye-İran-Pakistan ilişkilerinin gelişmesini istiyoruz" açıklamaları bir o kadar kıymetlidir.
Unutmayın! TÜRKİYE; Devlet geleneği, tarihi bağları ve birikimi ile bölgedeki en güçlü Ülke konumundadır. Hal böyleyken dengeler nasıl kurulursa kurulsun, Milli ve Manevi değerlerimizden ödün vermediğimiz müddetçe, yeni düzene adınızı yazdıracağımızdan kimsenin şüphesi olmasın. BÜTÜNLÜĞÜMÜZE KAST EDEN tüm hadiselerin altında yatan temel gerçek te bu değil mi zaten… Yani her şey Türkiye'nin geleceğinden ibaret… Bilmem anlatabildim mi?
Vesselam…