Ahiret dünyadan sonra gidilecek son ve asıl mekanımızdır. Ebedi alemin adıdır. Ahiret hayatının 12 evresi vardır. Bunlar; Ba's (Diriliş), Havz Haşr ve mahşer, Peygamber Efendimiz'in şefaati, Sema ehlinin yeryüzüne inmesi, Cenab-ı Hakk'ın tecellî etmesi, Hesapsız cennete girecek olanlar, Hesapsız cehenneme girecek olanlar, Amel defterlerinin açılması, Hesap, Mizan, Sırat. Peki Mizan nedir? Ahirette Mizan nasıl olacak? Kuran'ı Kerim Mizan için ne söylüyor? İşte ayrıntılar...
Mîzan, ahirette günah ve sevapların, iyilik ve kötülüklerin ölçüleceği teraziye verilen isimdir. Hesap günü, keyfiyetini ancak Rabbimiz'in bildiği bu teraziler kurulacak ve zerre kadar haksızlık yapılmadan herkesin dünyadaki amelleri mîzan edilecek, yani tartılacaktır.
Bu hakîkat, ayet-i kerîmede şöyle ifade buyrulmaktadır:
"Biz, kıyamet günü için adalet terazilerini kurarız. Kimseye zerre kadar zulmedilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap görücü olarak Biz (herkese) yeteriz." (el-Enbiya, 47)
Cenab-ı Hak, Mîzan'da hasenat kefesi ağır basanların kurtulacağını, günah kefesi ağır gelenlerin ise azaba dûçar olacaklarını şöyle haber vermektedir:
"Asıl hak olan tartı, o günkü tartıdır. Kimin hasenatı ağır basarsa, işte onlar felaha erenlerdir." (el-Aʻraf, 8)
"Kimin de hasenatı hafif gelirse, bunlar da ayetlerimize zulmetmeleri (onları yalanlamaları) sebebiyle kendilerine yazık eden kimselerdir." (el-Aʻraf, 9)[62]
Bu ayet-i kerîmelerde, salih mü'minlerle, ayetleri yalanlayan müşriklerin hallerinden bahsedilmektedir. Kafirler îman etmedikleri için, dünyada bazı iyilikler yapmış olsalar bile, bunların o gün hiçbir kıymeti olmaz. Zira amellere Hak katında değer kazandıran, sahih bir îmandır.
Salih mü'minler ile kafirler arasında kalan günahkar mü'minlerin hali ise, bir ayet-i kerîmede şöyle îzah edilmektedir:
"Diğerleri ise günahlarını îtiraf ettiler, iyi bir ameli diğer kötü bir amelle karıştırdılar. (Tevbe ederlerse) umulur ki Allah onların tevbesini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir." (et-Tevbe, 102)
Tevbe etmeyen veya tevbesi kabul olmayan günahkarları Cenab-ı Hak cezalandırmayı murad ettiğinde, onlara rahmet etmez, dolayısıyla onların Mîzan'da haseneleri hafif gelir ve Cehennem'e atılırlar.
Amellerin tartılmasıyla alakalı olarak Cenab-ı Hak diğer bir ayet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:
"O gün kimin hasenatı ağır basarsa, artık o, hoşnud olacağı bir hayat içindedir." (el-Kāria, 6-7)
"Kimin hasenatı da hafif gelirse, onun varacağı yer Haviye'dir. Nedir o bilir misin? Kızışmış bir ateş!" (el-Kāria, 8-11)
Enes bin Malik -radıyallahu anh- şöyle nakletmektedir:
"Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'den kıyamet günü bana şefaat etmesini istedim:
«‒Ederim!» buyurdular.
Bunun üzerine ben:
«‒Ey Allah'ın Rasûlü! (Peki) Siz'i nerede arayayım?» dedim.
Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-:
«‒Beni ilk olarak Sırat üzerinde ara!» buyurdular.
«‒Sırat üzerinde Siz'i bulamazsam?» dedim.
«‒Mîzan'ın yanında ara!» buyurdular.
«‒Sizi Mîzan'ın yanında da bulamazsam!» dedim.
«‒O zaman beni Havz'ın yanında ara! Mutlaka bu üç yerden birinde olurum.» buyurdular." (Tirmizî, Kıyamet, 9/2433; Ahmed, III, 178)
Demek ki Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Sırat'ta ve Mîzan'ın başında ümmetine şefaatte bulunacak, Havz'ın başında da onlara ikram edecektir.
Şefaat bahsinde de ifade ettiğimiz üzere, şefaat haktır ve Allah'ın izniyle gerçekleşecektir. Lakin şefaat izni, tamamen Cenab-ı Hakk'ın uhdesindedir. O, dilediği kullarına dilediği kadar şefaat izni verecektir. Cenab-ı Hak, kimi kulları için Peygamber Efendimiz'in şefaat etmesine izin vermeyecek veya bir müddet sonra izin verecektir. Yani şefaati yanlış anlamamak ve her şeyin Cenab-ı Hakk'ın elinde olduğunu hiçbir zaman unutmamak îcab eder.
Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- Mîzan'dan bir sahneyi bizlere şöyle haber vermektedir:
"Allah Teala kıyamet günü ümmetimden bir kişiyi herkesin önünde ayırıp aleyhine doksan dokuz defter açar. Her bir defterin boyu, gözün görebildiği mesafe kadardır. Sonra kendisine:
«‒Bunlardan bir şeyi inkar ediyor musun? (Bir îtirazın var mı?) Amelleri kaydeden katip meleklerim sana zulmetmişler mi?» diye sual buyurur.
O kimse (büyük bir mahcûbiyet içerisinde):
«‒Hayır ya Rabbi!» diye cevap verir.
Cenab-ı Hak:
«‒Herhangi bir mazeretin var mı?» buyurur.
O kimse:
«‒Hayır ya Rabbi!» diye cevap verir.
Bunun üzerine Allah Teala:
«‒Evet, senin Biz'im katımızda bir hasenen var. Bugün sana asla zulmedilmeyecek!» buyurur.
Üzerinde:
«Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- O'nun kulu ve Rasûlü'dür.» yazılı bir kağıt parçası çıkarılır.
Allah Teala:
«‒Amellerinin nasıl tartıldığını seyret!» buyurur.
O kişi de (şaşkınlık içerisinde):
«‒Ya Rabbi, bu kadar defterin yanında bir parça kağıdın ne manası var ki?!» der.
Allah Teala:
«‒Bugün asla zulme uğramayacaksın!» buyurur.
O defterler bir kefeye, kağıt parçası da diğer kefeye konur, defterler yukarı kalkar ve kağıt parçası ağır gelir. Zira Allah Teala'nın ism-i şerîfi yanında hiçbir şey ağır gelemez!" (Tirmizî, Îman, 17/2639; İbn-i Mace, Zühd, 35; Ahmed, II, 213; Hakim, I, 46/9)
Bu hadîs-i şerîf, Allah Teala'ya gerçek manada îman etmenin ne kadar kıymetli ve fazîletli olduğunu göstermektedir. Bir de son nefeste söylenen kelime-i şehadetin ehemmiyetini ortaya koymaktadır. Bu sebeple Cenab-ı Hak mü'minlere şöyle emir buyurmuştur:
"Ey îman edenler! Allah'a karşı O'nun azamet-i ilahiyyesine yaraşır şekilde takva sahibi olun ve ancak müslümanlar olarak can verin." (Âl-i İmran, 102)
Yine Mîzan'da insanın yüzünü güldürecek hususlardan biri de, gerçek bir îmanın hal ve davranışlara yansıması demek olan "güzel ahlak"tır.
Nitekim Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Kıyamet günü Mîzan'da en ağır gelen şey, güzel ahlaktır." buyurmuşlardır. (Ahmed, VI, 442, 451; İbn-i Hibban, Sahîh, II, 230)[63]
Mü'minlerin, Amellerin ve Kur'an'ın Şefaati
Peygamber Efendimiz'in "şefaat-i uzma"sı dışında, mü'minlerin birbirlerine şefaatçi olmaları da mevzubahistir. Nitekim bir defasında Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"‒Ümmetimden bir kişinin şefaatiyle Temîm Oğulları Kabîlesi'nden daha çok kişi Cennet'e girecektir." buyurmuşlardı.
Ashab-ı kiram şaşkınlıkla:
"‒Ey Allah'ın Rasûlü! Sizden başka bir kişinin şefaatiyle mi?" diye sordular.
Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-:
"‒Evet, benden başka birinin şefaatiyle!" buyurdular. (Tirmizî, Kıyamet, 12/2438; İbn-i Mace, Zühd, 37; Darimî, Rikāk, 86; Ahmed, III, 469)
Yine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Kıyamet günü insanlar (Cennet ehli) saf saf olur. Cehennem ehlinden biri Cennetliklerden birine varıp:
«–Ey filan! Hatırladın mı, sen su istemiştin de ben sana bir içimlik su vermiştim?» der (ve bu sûretle şefaat ister). O da ona şefaat eder.
Başka biri gelip:
«–Sana abdest suyu verdiğim günü hatırlamıyor musun?» diyerek (şefaat ister.) O da ona şefaat eder.
Bir diğeri:
«–Ey filan! Beni şöyle şöyle bir işe gönderdiğin günü hatırlamıyor musun? Ben de senin için gitmiştim!» der. O da ona şefaat eder." (İbn-i Mace, Edeb, 8)
Bu hadîs-i şerîften almamız gereken ders; Allah'ın kullarına, büyük-küçük ayırt etmeden her türlü hizmette bulunmanın ne kadar mühim olduğudur. Mü'minlerin duasını alabilmek, bu kadar kıymetli bir ahiret sermayesidir.
Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-, kıyamet günü Kur'an-ı Kerîm'in de şefaatçi olarak geleceğini şöyle haber vermişlerdir:
"Kur'an okuyunuz! Çünkü o, kıyamet günü kendisiyle hemhal olan kişilere şefaatçi olarak gelecektir." (Müslim, Müsafirîn, 252)
Yine Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Kur'an'da bir sûre vardır, otuz ayet… O sûre, mağfiret edilinceye kadar bir adama şefaat etti. O; « تَبَارَكَ الَّذ۪ي بِيَدِهِ الْمُلْكُ » Sûresi'dir." (Tirmizî, Fedailü'l-Kur'an (Sevabu'l-Kur'an), 9/2891)
Kur'an-ı Kerîm, dünya ve ahiret hayatının huzur ve saadet baharını yaşatan mûcizevî bir kitaptır. Kur'an istikametinde bir hayat yaşamak, her mü'minin aslî vazifesidir. Aksi halde ahirette Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in şefaat-i uzmasına ve Kur'an-ı Kerîm'in hakkımızda güzel şahitliğine nail olmayı ümid ederken -Allah korusun- onların şikayetine muhatap olmak gibi bir felaketle karşılaşabiliriz. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'in hilafına bir hayat yaşayanlar hakkında Peygamber Efendimiz'in kıyamet günü Cenab-ı Hakk'a şikayette bulunacağı, ayet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir:
"Peygamber der ki: «Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terk ettiler!»" (el-Furkan, 30)
Rivayete göre kıyamet günü Kur'an'ın temessül ederek şu şekilde şikayette bulunacağı bildirilmektedir:
"Her kim Kur'an'ı öğrenir de (mushafı asar) onunla ilgilenmez, ona bakmaz (onunla istikametlenmez) ise, kıyamet günü Kur'an o kişinin yakasına yapışır ve:
«–Ya Rabbi! Bu kulun beni hapsetti. Beni terk edip benden uzak durdu. Benimle amel etmedi. Benimle onun arasında Sen hüküm ver.» der."
Demek ki ahirette bu nevî şikayetlere muhatap olmamak için Kur'an-ı Kerîm'i mahrecine, tecvîdine riayetle bol bol tilavet etmeli, derûnundaki manalara aşina olmalı ve duygu derinliği içinde hayatımıza tatbik etmeye gayret göstermeliyiz.
Kıyamete kadar devam edecek bir mûcize olan Kur'an-ı Kerîm'e muhatap kılınmak, biz mü'minler için büyük bir şeref ve bahtiyarlıktır. Cenab-ı Hak'tan gelen bu ilahî mektuba muhabbetle gönül vermek, hepimiz için bir saadet reçetesidir. Lakin; "Ben Kurʼanʼı seviyorum." demenin kafî olmadığını da bilmeliyiz. Kur'an'ı seviyorsak, onunla ne kadar hemhal oluyoruz? Kur'an ahlakı bize ne kadar sirayet ediyor? Kurʼan hükümleriyle ne kadar amel edebiliyoruz? Yavrularımızı ne kadar Kurʼan kurslarına gönderip onlara Kurʼan kültürünü ve ahlakını kazandırabiliyoruz?..
İşte bu nevî sualleri kendimize sık sık sormalı ve bu husustaki kusurlarımızı gecikmeden telafî etmeye gayret göstermeliyiz.
Zira Hazret-i Ömer -radıyallahu anh-'ın şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
"Biliniz ki Kur'an, sizler için bir sevap ve şeref hazinesidir. Ona tabî olunuz. Onu kendinize uydurmayınız. Kim Kur'an'ı kendisine uydurursa Kur'an o kimseyi tepe üstü düşürür, ta Cehennem'e atıverir. Her kim de Kur'an'a tabî olursa, Kur'an onu Firdevs Cennetleri'ne ulaştırır. Gücünüz yeterse Kur'an'ın sizlere şefaatçi olmasını, hasmınız olmamasını temine çalışınız. Zira Kur'an'ın şefaat ettiği kimse Cennet'e, davacı olduğu kimse de Cehennem'e gider. Biliniz ki bu Kur'an, hidayet menbaı ve ilimlerin en parlağıdır. O, Rahman'dan gelen ve kendisiyle ama gözlerin, sağır kulakların ve kilitli kalplerin açıldığı en son kitaptır…"
Velhasıl, Kur'an-ı Kerîm'in, kıyamet günü bizler için ya şefaatçi ya da -Allah korusun- şikayetçi olacağını hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmamalıyız.





