Nasıl ki surelerin meallerine bakarken iniş sebeplerinin de bilinmesi de gerekiyorsa tefsirini bilmekte hepsinden daha faziletli ve Kur-an'ı anlamak ve anlatmak istediğini öğrenmek açısından o kadar önemlidir. Bu yeni başlayacağımız tefsir bölümünde 114 surenin de yapılan tefsirlerini sizlere sunmaya çalışacağız. Kamer Suresinin tefsiri nedir? İşte mübarek Müslümana yol gösterici Kur-an'daki Kamer Suresinin tefsirini haberimizde okuyabilirsiniz.
Kamer Suresi 1. ayet
Vakit yaklaştı ve ay yarıldı.
İslam alimlerinin çoğunluğuna göre ayın yarıldığını belirten cümle Mekkeliler'in kendisinden bir mûcize istemeleri üzerine Hz. Peygamber'in eliyle işaret edip ayı ikiye bölmesini ve sonra tekrar işaret edip birleştirmesini ifade etmektedir. Bu mûcize İslamî literatürde inşikaku'lkamer veya şakku'l-kamer (ayın yarılması) diye meşhur olmuştur. Bu ayetin yorumunda alimler arasında geniş tartışmalar cereyan etmiş, hatta bu konuda özel risaleler yazılmıştır. Ayın yarılmasıyla ilgili ifadenin Resûlullah döneminde gerçekleşmiş bir olayı anlattığını savunanlar, ayetteki fiilin geçmiş zaman kalıbında olmasını (bunun fiilen vuku bulmuş bir durumu gösterdiğini) ve bu olayı açık biçimde tasvir eden rivayetler bulunmasını delil gösterirler; ayrıca 2. ayetteki açıklamanın da bu anlayışı desteklediğini belirtirler. İslam alimlerinin büyük çoğunluğunca bu görüş benimsenmiştir (rivayetler için bk. Buharî, "Menakıb", 27; "Tefsîr", 54/1; "Menakıbü'l-ensar", 36; Müslim, "Sıfatü'l-münafikîn", 43-48; Tirmizî, "Tefsîr", 54/1-5; Müsned, IV, 82; Taberî, XXVII, 84-86).
Bu ifadenin kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacak kozmik bir değişikliği haber verdiğini savunanlar ise özetle şu delilleri ileri sürerler: a) Geçmiş zaman kalıbındaki bu fiille gelecek zamanın kastedilmesi mümkündür. Nitekim birçok ayette bunun örnekleri mevcuttur; özellikle gelecekteki bir olayın mutlaka gerçekleşeceğini ifade etmek üzere gelecek zaman yerine geçmiş zaman fiilinin kullanımı yaygındır. Tabiîn alimlerinden Hasan-ı Basrî ve Ata b. Ebû Rebah'ın da ayeti bu şekilde yorumladıkları rivayet edilmiştir. b) Ayın ikiye ayrıldığına ilişkin rivayetlerde haberi aktaran bazı sahabîlerin olayın vukuu sırasında küçük yaşta bulunmaları, bazı rivayetlerin güvenilirlik durumunun tartışılması, ayrıca konuyla ilgili hiçbir rivayetin mütevatir haber derecesine ulaşmaması bu olayın geçmişte vuku bulduğu iddiasının kesin bir kanıta dayanmadığını gösterir. c) Enes b. Malik yoluyla gelen rivayetlerde "ayın iki parçaya ayrıldığı" değil, müşriklerin bir mûcize göstermesini istemeleri üzerine Hz. Peygamber'in de, "ayın iki parçaya ayrıldığını gösterdiği" ifade edilmektedir. d) Böyle bir olay herkesin dikkatini çekmesi gerekirken böyle olmamış, dünyanın başka yerlerinde görüldüğü kaydedilmemiş, tarih ve astronomi literatürüne intikal etmemiştir. e) Kur'an-ı Kerîm'de, daha önceki peygamberlerin toplumlarından örnekler verilip kendilerine gösterilen hissî mûcizeleri inkar edenlerin helak edildiklerine dikkat çekilmiş ve müşriklerce Hz. Muhammed'den istenen mûcize taleplerinin bu sebeple yerine getirilmediği belirtilmiştir (İsra 17/59, 90-93). Bazı ayetlerde de Mekke müşriklerinin inkarcılıktaki ısrarları tasvir edilirken peygamber kendilerine harikulade şeyler gösterse de yine inanmayacakları ifade edilmiştir (En'am 6/111; Ra'd 13/31; Müddessir 74/52-54).
"Ay yarıldı" ifadesinin, "Kıyamete yakın bir zamanda yarılacak" şeklinde yorumlanması karşı görüş sahiplerince eleştirilmiş ve yukarıda belirtilen gerekçeler özetle şöyle çürütülmeye çalışılmıştır: Kur'an'ın haber verdiği bir husus en güçlü delille sabit olmuş demektir, dolayısıyla başka bir mütevatir haber aramaya ihtiyaç yoktur. Hz. Peygamber'le müşrikler arasında meydan okuma konusu olan şey Kur'an'ın bir benzerini getirip getirememeleridir. Onlar bunda başarılı olamamışlardır ve Kur'an kıyamete kadar başka mûcizeye tutunmaya gerek bırakmayacak bir mûcize olarak durmaktadır. Bu olay bir meydan okuma konusu olmadığı için alimler onu tevatür düzeyine çıkacak biçimde nakletmemişlerdir. Öte yandan, bu mûcize önceden bütün insanlığa duyurulmuş olmayıp o esnada görenler görmüş ve Resûlullah'ın çevresinde bulunanlar buna tanıklık etmişlerdir. Şu halde bu olayın tarih ve astronomi kitaplarına geçmeyişi, ufukların bölgeden bölgeye farklı olması, bazı yerlerde ayın bulutlarla kaplı bulunması, gece vakti çoğu insanların meskenlerinde bulunmaları ve herkesin gözlemle meşgul olmaması, genelde insanların bunu ay tutulması olarak düşünmeleri yahut o devirde yaygın telakkilerin etkisiyle bunu büyücü, cin veya şeytanlara atfetmeleri gibi sebeplerle açıklanabilir. Bu olayın gelecekte vuku bulacağı şeklinde yorum yapmak uzak ihtimale dayalı bir te'vil olup herkesin kabul etmesini sağlama uğruna böyle bir yola girmeye gerek yoktur. Esasen bunu kabul etmeyecek olan rasyonalist ve pozitivist kişi, olayın geçmişte meydana geldiğini reddettiği gibi ileride meydana geleceğini de reddeder; kabul eden için ise te'vile ihtiyaç yoktur. Müşriklerin mûcize taleplerinin reddiyle ilgili ayetler onların inkarcılıktaki taassuplarını tasvir etmektedir. Buharî'nin naklettiği rivayette açıklandığı üzere Kur'an'da geçen beş olay bu dünyada gerçekleşmiştir (bilgi için bk. Razî, XXIX, 28; İsmail Fennî, s. 336-337; Elmalılı, VII, 4623-4624, 4636-4637; İlyas Çelebi, İtikadî Açıdan Uzak ve Yakın Gelecekle İlgili Haberler, s.152-181; a.mlf., "İnşikåku'l-kamer", DİA, XXII, 343-345; beş olay için bk. Duhan 44/10-16).
"Ay yarıldı" diye tercüme edilen cümleye, "Ayın yarılması, ay doğduğu sırada karanlığın yarılması anlamına gelir, çünkü Araplar bir konunun açıklık kazanması durumunda kamer (ay) kelimesine dayalı deyimler kullanırlar; şu halde burada da artık durumun açıklık kazandığı anlatılmaktadır" tarzında mecazi anlamlar verenler olmuşsa da müfessir Ebû Hayyan gibi alimler bunları mesnetsiz bulup eleştirmişlerdir (Elmalılı, VII, 4625-4626).
Son dönem müelliflerinden Ömer Rıza Doğrul'a göre konuya ilişkin rivayetler sağlamdır ve Hz. Peygamber devrinde bu olayın meydana geldiğine itiraz edilmemelidir, mahiyetini de bir çeşit ay tutulması olarak düşünmek mümkündür; fakat bu tabii olayın asıl mahiyeti ne olursa olsun onun ifade ettiği şu mana çok derindi: Kamer Arap müşriklerinin timsali sayılırdı. Resûl-i Ekrem'in bu semavî hadiseye işaret eden ve kamerin bölündüğünü gösteren parmakları Arap şirk cephesinin yarıldığını ve yokluğa mahkûm olduğunu gösteriyordu (Tanrı Buyruğu, s. 595). Muhammed Esed'e göre de konuya ilişkin rivayetlerin sübjektif gerçekliğinden kuşkulanmak için bir sebep yoktur; gerçekte meydana gelen şeyin ise, alışılmamış optik bir yanılsamaya yol açan, yine aynı ölçüde alışılmamış bir tür kısmî ay tutulması olması muhtemeldir. Fakat olayın mahiyeti ne olursa olsun ayetin ona değil, gelecekteki bir olaya, yani "son saat" (kıyamet) yaklaşırken meydana geleceklere ilişkin olduğu kesin gibidir. Şu var ki yazarın "Ragıb, 'inşakka'l-kamer' (ay yarıldı) ifadesinin, kıyamet gününden önce vuku bulacak kozmik felaketi –dünyanın sonu olarak bildiğimiz vakıayı– gösterdiği şeklinde yorumlanmasını haklı görmüştür" (III, 1087) ifadesi gerçeğe uymamaktadır. Zira Ragıb el-İsfahanî belirtilen yerde, bu görüşü bir değerlendirme yapmaksızın, "Şöyle de denmiştir ..." ifadesiyle nakletmektedir (el-Müfredat, "şkk" maddesi).
Elmalılı ayetin, ayın hem Resûlullah döneminde yarıldığına hem de kıyamet yaklaştığında büsbütün yarılıp kıyametin kopacağına delalet ettiğini savunur. Onun izahına göre ilk dönem alimlerinden Hasan-ı Basrî ve Ata b. Ebû Rebah'a atfedilen ayın kıyamet vaktinde yarılacağı yorumu yanlış anlaşılmış, onların geçmişte böyle bir olayın meydana geldiğini inkar ettikleri var sayılmıştır. Halbuki onların verdiği mana–zannedildiği gibi– "yarıldı" fiilinin geniş zaman olarak düşünülmesi tarzında mecaz yoluyla te'vil değil, geçmiş zamandaki yarılmanın gelecekteki yarılmaya bir delaleti ve aynı zamanda "Vakit yaklaştı" cümlesinin bir mazmunudur. Bu şöyle demek oluyor: Ayın yarılması vuku bulmuş bir olaydır; geçmişte meydana gelen bu yarılma, ayın ve onun gibi gök cisimlerinin dahi yarılıp parçalanabileceğini, bu suretle alemdeki her şey hakkında peygamberin haber verdiği kıyametin akla yakın olduğunu göstermiştir. Bu sebeple müşriklere Hz. Peygamber'in zaferinin de uzak değil yaklaşmakta olduğu ihtar edilmiş olmaktadır (VII, 4627-4628; İbn Âşûr da bu mûcizeyle, yeryüzünün düzenini yakından ilgilendiren bir gök cismi olan ayın düzenindeki bozulmaya bir örnek gösterilip bu alemin de sonlu olduğu üzerinde düşünme imkanı verildiği yorumunu yapar, XXVII, 168-169). Elmalılı, İsmail Fenni Ertuğrul'dan naklettiği ve takdirle karşıladığı şu ifadelerle kendi kanaatini de özetlemiş olmaktadır: Âlimlerin ve müfessirlerin büyük çoğunluğu, ashab-ı kiramın rivayetlerine ve 2. ayetin açık delaletine de dayanarak Resûlullah döneminde bir mûcize olarak ayın yarılması olayının meydana geldiğini kabul etmişlerdir. Biz artık bunun gerçekten vuku bulmuş olduğunu kabul ve tasdik hususunda asla tereddüt etmeyiz ve "Bunun nasıl meydana geldiğini ancak Allah ve resulü bilir" deriz (VII, 5636; son dönem müfessirlerinden Şevkanî'nin değerlendirmesi de bu yöndedir, bk. V, 138-139).
Bu konuda kapsamlı ve özlü bir inceleme gerçekleştirmiş olan İlyas Çelebi, Gazzalî, Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve Şah Veliyyullah ed-Dehlevî gibi sûfîlerin, ayın gerçekten yarılmış olmayıp bakanların gözüne yarılmış gibi göründüğü kanaatinde olduklarını kaydetmekte, "Görüldüğü üzere mutasavvife inşikak-ı kamer mûcizesini akla yaklaştırmak ve kabulünü kolaylaştırmak için farklı bir yoruma başvurmuştur. Kanaatimizce bunun yerine Hasan-ı Basrî ve Ata b. Ebû Rebah'a nisbet edilen, onun kıyamete yakın yarılacağı görüşünü savunsalardı, hem kabulünü daha kolaylaştırmış hem de Elmalılı'nın dile getirdiği itirazlara muhatap olmamış olurlardı" diyerek bu yaklaşımı eleştirmektedir (a.g.e., s. 165, 176-177; a.g.m., XXII, 344). Fakat yazarın son asırda kaleme alınmış iki esere dayanarak Gazzalî ve Şah Veliyyullah ed-Dehlevî'ye nisbet ettiği bu görüşün onların kendi ifadeleriyle bağdaşmadığı görülmektedir. Şöyle ki, yazarın kendisinin de belirttiği üzere Gazzalî hem İhyau ulûmi'd-dîn hem el-Mustasfa isimli eserlerinde "inşikak-ı kameri Hz. Peygamber devrinde meydana gelmiş bir mûcize olarak" takdim etmektedir. Hatta böyle bir olayın niçin sınırlı sayıdaki rivayetlerde yer aldığını izah ederken, bu durumun normal karşılanması gerektiğini ispat için birçok aklî delile yer vermektedir (bk. el-Mustasfa, I, 142-143). Şah Veliyyullah'ın bu konudaki bir ifadesi ise şöyledir: "Ayın yarılmasına gelince, bize göre bu bir mûcize olmayıp Allah Teala'nın Kamer sûresinin ilk ayetinde buyurduğu üzere kıyamet alametlerindendir; fakat bu, Hz. Peygamber'in meydana gelmeden önce onun olacağını haber vermiş olması açısından bir mûcizedir" (et-Tefhîmatü'l-ilahiyye, s.65); Kåsımî'nin aynı sayfanın 4 nolu dipnotunda, müellifin Te'vîlü'lehadîs isimli eserinden kısmen aktardığı bir ifadesi de Elmalılı'nın yukarıdaki izahına paralel görünmektedir. Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin görüşüyle ilgili bazı izahlar için bk. Elmalılı, VII, 4632-4636; İsmail Fenni, a.g.e., s. 334-336; İlyas Çelebi, a.g.e., s. 176-177).
Kanaatimize göre İlyas Çelebi'nin şu ifadesi konuya ışık tutacak bir unsur içermektedir: "Görüldüğü üzere kelamcılar bir mûcize olması dolayısı ile inşikak-ı kamerin mümkün olup olmadığını tartışmadan kabul etmekle beraber bunun vaki olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluğun kanaati onun vaki olduğu yönündedir" (a.g.e., s.175). Burada söz konusu edilen bir "mûcize" olduğuna göre bunun aklî bir izaha ihtiyacı yoktur; zaten İslam alimleri de mümkün olup olmadığını tartışmamışlardır. Vukuu meselesine gelince, mûcizenin bilgi kaynağı Kur'an ise, ona bizzat şahit olmayanların meydana gelmiş olduğunu kabul etmeleri için başka delillerle ispat edilmesi gerekmez. Nitekim bir mümin, Salih peygambere mûcizevî özellikler taşıyan bir deve verilip kavminin bununla sınandığı veya Mûsa peygamberin eline, koynundan çıkarıp gösterdiğinde bakanları şaşırtan mûcizevî bir parlaklık özelliği verildiği konularında, bunların gerçekten olup olmadığını araştırma ihtiyacı duymaz. Ancak inşikak-ı kamer konusundaki ayetin ifadesi diğer örneklerdekine nazaran ihtimalli gibi durduğu ve konuya ilişkin haberlerin mütevatirliği tartışmalı olduğu için bunun yalnızca bir ihtimalini, kesin bir iman konusu olarak ele almamak gerekir. Esasen konuya ilişkin haberler üzerinde tartışma açılmasının sebebi de –haşa– Kur'an-ı Kerîm'e, onun mütevatirliğine itimatsızlık değil, anlatımın farklı yorumlamaya açık durmasıdır.
Kamer Suresi 2.17. ayet
Onlar bir mûcize görseler hemen yüz çevirip, "Bu öteden beri bilinen bir sihir!" derler.
Hep yalan saydılar ve kişisel arzularına uydular; oysa her iş yerli yerindedir.
Andolsun ki onlara tuttukları yoldan vazgeçirecek nice haberler geldi;
Eksiksiz bir hikmet! Ama uyarılar fayda vermiyor.
Öyleyse sen de onlardan yüz çevir. Çağrıcının görülmedik bilinmedik bir şeye çağırdığı günde;
Gözlerini korku bürümüş halde kabirlerinden çıkıp etrafa yayılmış çekirgeler gibi o çağrıcıya doğru koşarlar. İnkarcılar, "Bu, gerçekten zor bir gün!" derler.
Bunlardan önce Nûh'un kavmi de (peygamberlerini) yalancılıkla itham etmişti. O kulumuzu yalancı saydılar, "Delinin biri!" dediler ve o görevinden alıkondu.
Bunun üzerine Nûh, "Artık yenik düştüm; yardımını esirgeme!" diye rabbine yalvardı.
Hemen göğün kapılarını bardaktan boşanırcasına inen bir yağmura açtık.
Yerden de sular fışkırttık; derken sular önceden belirlenmiş bir iş için birleşti.
Onu tahtalar ve mıhlarla yapılmış gemide taşıdık.
Gözetim ve korumamız altında akıp gidiyordu, kendisine inanılmamış olan o kulumuza bir mükafat olmak üzere.
Andolsun, bunu bir ibret levhası olarak bıraktık; ibret alacak yok mu?
Azabım ve uyarılarım nasılmış görün!
Andolsun ki Kur'an'ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu?
Bizzat Hz. Peygamber'le muhatap olmalarına ve kendilerine ikna edici pek çok kanıt gösterilmesine rağmen inkarcılıkta direnen Mekke müşriklerinin gösterdiği bağnazlığı tasvir eden bu ayetlerden çıkan mesaj şu olmaktadır: Peygamberin veya dini tebliğ edenlerin, kişisel arzularına tutsak olduğu ve akıl nimetini değerlendiremediği için bunca kanıt ve uyarıya aldırış etmeyen insanları doğru yola zorla sokmak gibi bir yükümlülükleri yoktur; ama duyuru ve öğüt verme çabasını da sürdürmek gerekir. İşte bu sûrede, inkarcılıkta darbımesel olacak kadar ileri gitmiş bazı toplumlardan örnekler verilip bu uyarılara devam edilecektir. Sözlükte "delil, kanıt, işaret" gibi manalara gelen 2. ayet metninde geçen ayet kelimesi Kur'an'da "mûcize" anlamında da kullanılmaktadır. Önceki ayetin tefsirinde geçtiği üzere, orada ayın yarılması mûcizesinden bahsedildiği kanaatini taşıyanlar bu kelimeyi daha çok mûcize manasıyla açıklamışlardır. "Sihir"i niteleyen ve "öteden beri bilinen" diye çevirdiğimiz müstemir kelimesi "gelip geçici; güçlü, kalıcı ve devamlı" manalarına da gelir (Zemahşerî, IV, 44; Şevkanî, V, 139-140). 3. ayetin "oysa her iş yerli yerindedir" şeklinde çevrilen kısmı daha çok şu manalarla açıklanmıştır: Evrenin yaratılışı ve hayat olayı anlamsız olmayıp bütün varlık ve olayların bir hedefi, bir gayesi vardır. Her şey Allah'ın ilminde bir takdire bağlanmış olup kararlaşmış bir sonuca doğru gitmektedir; her şeyin bir dünyada görünen bir de ahirette ortaya çıkacak gerçek yüzü vardır. Böylece Hz. Peygamber'in görevinin yüceliği ve inkarcıların kişisel arzularına bağlanıp kalmalarının süflîliği, vakti gelince belli olacaktır. Resûlullah'ın yaptığı tebliğ işi, sandıkları gibi gelip geçici bir şey değildir (Zemahşerî, IV, 44; Razî, XXIX, 31). Ayrıca mûcizeler sihir değil vuku bulmuş gerçek olaylardır. 5. ayetin "Eksiksiz bir hikmet!" diye çevrilen kısmında hikmet kelimesi, bu bağlamda hikmet içeren söz yani Kur'an olarak açıklanmıştır. Gramer açısından bu ifadeyi önceki ayete bağlayıp, "Eksiksiz bir hikmet olan uyarı ve haberlerle Kur'an geldi" şeklinde veya ayrı bir cümle olarak düşünüp, "Kur'an eşsiz bir hikmettir, onda hiçbir eksiklik ve kusur bulunmaz" tarzında anlamak da mümkündür (Taberî, XXVII, 89; Şevkanî, V, 140. Hikmet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/269; Nahl 16/125). Yaygın yoruma göre 6. ayette geçen ve "çağrıcı" diye çevrilen daî kelimesiyle İsrafil (a.s.) kastedilmiştir. Bazı müfessirlere göre çağıran Cebrail veya bu iş için görevlendirilmiş başka bir melek de olabilir. Burada doğrudan doğruya Cenab-ı Allah'ın mahşerde toplanma buyruğuna işaret edildiği, dolayısıyla bu kelimeyle kendi zatının kastedilmiş olabileceği yorumu da yapılmıştır (Razî, XXIX, 33; Elmalılı, VII, 4641).Bu ayetin "görülmedik bilinmedik bir şey" diye çevrilen kısmıyla mahşer gününün kastedildiği açıktır; bu nitelemeyle o günün bu dünyadaki algılamalara göre tasavvur edilemeyeceğine veya ürküntü ve dehşet veren manzaralarla dolu olacağına işaret edilmiş olmalıdır. Âyetteki nükür kelimesiyle ilgili bir yoruma göre ise bu kısım "dünyadayken inkar ettikleri gün" anlamı taşımaktadır (Zemahşerî, IV, 44; Razî, XXIX, 33).
Peygamberlerin yalancılıkla itham edilip türlü eziyetlere maruz bırakıldıkları konusunda Hz. Nûh'un hayatı önemli bir örnek teşkil etmektedir ve Kur'an onun verdiği mücadeleyi oldukça ayrıntılı biçimde değişik vesilelerle gözler önüne sermiştir (Hz. Nûh ve tûfan hakkında bk. Yûnus 10/71-73; Hûd 11/25-49; Nûh 71/1-28). 12. ayetin son kısmında Nûh kavminin tûfan ile helak edileceği yönündeki ilahî takdire veya gökten inen sularla yerden fışkıranların birbirine denk olduğuna değinildiği yorumları yapılmıştır. Sonuncu yoruma göre bu kısmı, "Böylece sular önceden belirlenmiş ölçüye göre birleşti" şeklinde çevirmek mümkündür (Şevkanî, V, 142; Elmalılı, VII, 4641). 13. ayette gemi kavramı kullanılmadan niteliklerine değinilmiştir; başka ayetlerde bu anlama gelen fülk kelimesi geçmektedir. Burada gemiyi anlatmak üzere hangi maddelerden imal edildiği bilgisinin verilmesinde, Nûh'a hazır bir gemi gönderilmiş olmayıp onun tarafından yapıldığına, daha önce bu işi bilmediği halde ilahî vahiy ile bunun kendisine öğretilmiş olduğuna işaret vardır (İbn Âşûr, XXVII, 184). "Mıhlar" diye çevrilen düsür kelimesinin tekili olan disar, "eğser, geminin tahtalarını birbirine bağlayan rabıta, kenet, perçin veya halat" anlamlarına da gelir (Elmalılı, VII, 4641).
17. ayette geçen ve "Andolsun ki Kur'an'ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu?" diye çevrilen ifade 22, 32, 40. ayetlerde de aynen yer almakta, böylece Kur'an'ın üzerinde düşünülüp öğüt alınacak bir kitap olduğu, onun bu aydınlatıcı özelliğini önceki kavimlere dair verdiği örneklerle daha da canlı duruma getirdiği halde muhataplarınca gösterilen duyarsızlığa vurgu yapılıp bu tutum kınanmaktadır (Zemahşerî, IV, 46). Bu ayetteki "düşünecek" diye çevrilen müddekir kelimesini "ibret alan, öğüt alan, ders çıkaran" şeklinde de tercüme etmek mümkündür. "Düşünecek yok mu?" cümlesi, "Hayırlı olanı isteyen var mı ki yardım edilsin!" manasıyla da açıklanmıştır (Taberî, XXVII, 96-97). Öte yandan buradaki "kolaylaştırma" anlamına gelen lafızdan hareketle Kur'an'ın kendine özgü ifade özellikleri, anlaşılma ve ezberlenmesinin kolay oluşu gibi hususlar üzerinde durulmuştur (mesela bk. İbn Âşûr, XXVII, 187-190).
Kamer Suresi 18.40. ayet
Âd kavmi de (peygamberlerini) yalancılıkla itham etti. Azabım ve uyarılarım nasılmış bir bakın!
Onların üzerine bitmek bilmeyen o kara günde şiddetli bir kasırga gönderdik.
İnsanları sökülmüş hurma kütükleri gibi çekip alıyordu.
Azabım ve uyarılarım nasılmış bir bakın!
Andolsun ki Kur'an'ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu?
Semûd kavmi de uyarıları ciddiye almadılar.
Dediler ki: "İçimizden tek başına bir beşere mi uyacağız? O takdirde doğru yoldan sapmış olur, yanarız.
İlahî mesaj içimizden ona mı gönderilmiş? Hayır o, yalancının, küstahın biri!"
Yarın onlar asıl yalancı, küstah kimmiş görecekler!
(Allah Salih peygambere şöyle buyurdu:) "Şüphesiz biz dişi deveyi onları sınamak için göndermiş bulunuyoruz. Şimdi sen onların ne yapacağını izle ve sabret.
Bir de onlara, suyun aralarında paylaşımlı olacağını bildir. Her hissenin sahibi (suyun) başına gelsin."
Derken ilgili adamlarını çağırdılar; o da (deveye) saldırıp hunharca öldürdü.
Azabım ve uyarılarım nasılmış bir bakın!
Üzerlerine tek bir ses yolladık da hayvan ağılındaki (çiğnenip ufalanmış) kuru çalılar gibi oluverdiler.
Andolsun ki Kur'an'ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu?
Lût kavmi de uyarıları ciddiye almadı.
Biz de üzerlerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Ancak Lût ailesi hariç tutuldu; onları katımızdan bir lutuf olarak seher vakti kurtardık. Şükredenleri işte böyle ödüllendiririz.
Aslında Lût, kendilerini bizim amansız yakalayışımıza karşı uyarmıştı; ama onlar bu uyarıları şüpheyle karşıladılar.
Üstelik onun misafirleriyle ilgili çirkin bir talepte bulundular. Biz de gözlerini silme kör ediverdik; tadın bakalım azabımı ve uyardığım sonuçları!
Ve nihayet bir sabah erkenden kalıcı bir azap onları yakalayıverdi.
Tadın bakalım azabımı ve uyardığım sonuçları!
Andolsun ki Kur'an'ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu?
Âd, Hûd peygamberin gönderildiği kavmin adıdır; çok tanrıcı inanca taassupla bağlanma ve tevhid inancına yapılan çağrıya karşı zorba bir tavır sergileme konusunda Kur'an'ın değişik yerlerinde kötü bir örnek olarak anılır (bilgi için bk. A'raf 7/65-72; Hûd 11/50-60). 20. ayette şiddetli rüzgarın sürüklediği insanlardan söz edilirken onların, "sökülmüş hurma kütükleri"ne benzetilmesi Âd kavmi mensuplarının iri yapılı ve uzun kimseler olması ve kafalarının kopup gövdelerinin kütük gibi yuvarlanıp gitmesiyle açıklanmıştır (Taberî, XXVII, 99; Zemahşerî, IV, 46).
Semûd, Salih peygamberin gönderildiği kavmin adıdır; Allah Teala onları sınamak üzere mûcizevî özellik taşıyan bir dişi deve göndermiş, mevcut sudan dönüşümlü yararlanmaları yönünde bir kural koymuş, böylece onlar bir sınamaya tabi tutulmuş, peygamberin Allah'tan getirdiği buyruk ve yasaklara saygılı olduklarını davranışlarıyla ortaya koymaları için kendilerine bir fırsat tanınmıştı. Fakat onlar inançsızlıklarını açığa vuran bir davranış sergilediler ve zarar vermemeleri emredilen deveyi hunharca öldürdüler (bilgi için bk. A'raf 7/73-79, Hûd 11/61-68; Şuara 26/141-159). 23. ayette (aynı şekilde 33. ayette) "uyarılar" diye çevrilen kelimeyi "uyarıcı açıklama ve öğütler" veya "uyarıcı peygamberler" manasında anlamak mümkündür. 31. ayetin "hayvan ağılındaki kuru çalılar gibi" diye çevrilen kısmı, bu tamlamayı oluşturan kelimelerin değişik anlamları bulunduğu için, "ağılı çeviren çubukların döküntüleri; yanmış kemikler; köhnemiş duvardan dökülen topraklar gibi" manalarla da açıklanmıştır (Taberî, XXVII, 103-104).
Kur'an, Lût kavmini ahlaksızlığa boğulmuş, özellikle cinsel sapıklıklarıyla tanınmış ve bu yüzden ağır bir cezaya çarptırılmış toplum örneği olarak muhtelif vesilelerle zikreder (bilgi için bk. A'raf 7/80-84; Hûd 11/77-83; Hicr 15/57-77).
Kamer Suresi 41.50. ayet
Şüphesiz Firavun'un halkına da uyarılar gelmişti.
Ama onlar bütün delillerimizi yalan saydılar, biz de onları üstün ve güçlü olana yaraşır biçimde kıskıvrak yakaladık.
Şimdi söyleyin bakalım (ey putperestler), sizin inkarcılarınız şu anılanlardan daha mı iyi; yoksa sizin için kitaplarda bir kurtuluş hükmü mü var?
Yoksa onlar "Biz yenilmez bir topluluğuz" mu diyorlar?
Yakında o topluluk da yenilecek ve arkalarını dönüp kaçacaklar.
Ama asıl vadeleri kıyamet günüdür ve kıyamet günü şüphesiz daha dehşetli ve daha acıdır.
Şu bir gerçek ki günaha batmış olanlar, doğru yoldan sapmış ve kendilerini yakmışlardır.
O gün yüzüstü ateşe sürüklenirler: "Tadın bakalım cehennemin dokunuşunu!"
Şüphesiz biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.
Ve bizim buyruğumuz tektir, göz açıp kapayıncaya kadar olup biter.
Firavun'a bazı deliller, mûcizeler gösterilerek yapılan inanç çağrısı ve bunun etrafında gelişen olaylar, tarih boyunca süregelen tevhid mücadelesinin en belirgin ve ibret verici örneklerinden olup Kur'an'da buna sık sık değinilir.
Vahiy ile bildirilenleri inkar etme tavrını inatla sürdüren toplumlardan örnekler verildikten sonra bu ayetlerde, inkarcılıkta öncekilere benzeyen Kur'an muhataplarına çarpıcı sorular yöneltilmektedir: Siz onlardan daha mı iyisiniz? Sizin sorumluluktan istisna edildiğinize dair ilahî kitaplarda özel bir hüküm veya elinizde bir belge mi var? Ya da çok güçlü ve dayanışma içinde olduğunuzu, dolayısıyla asla yenilmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz? Ardından verilen ilahî cevap da şunu ortaya koymaktadır: İman esasına değil dünyevî çıkar anlayışına dayalı olan bu birlik ve güç çok sürmeyecektir; onların asıl cezaları ahirette karşılarına çıkacaktır ve oradaki ceza buradakine göre çok daha şiddetlidir. 45. ayet daha çok müslümanların Bedir Savaşı'nda kazandıkları zaferle izah edilmiş olmakla beraber (Taberî, XXVII, 108-109), 43-44. ayetlerdeki hitap Hz. Muhammed'in peygamberliğini izleyen bütün dönemlerde yaşayanlara yani Kur'an'ın her devirdeki muhataplarına yöneliktir. Dolayısıyla aynı sonuç, yani inkarcılık temeline dayalı güçlerin, birliklerin bozulmaya mahkûm olduğu ve ayrıca bu tür dayanışma grubu mensuplarını ahirette daha ağır bir cezanın beklediği gerçeği bütün dönemler için geçerlidir. Elmalılı'nın belirttiği gibi, 44. ayetteki ifadede, zaman ilerledikçe toplumsal örgütlenme imkanlarının ve medeniyet vasıtalarının artacağına, dolayısıyla bu tür şımarık kesimlerin bu imkanlara daha fazla güvenip böbürleneceklerine işaret bulunduğu söylenebilirse de (VII, 4653), bu durum, doğru inanç ve erdemli yaşayışın, bütün batıl inançları, ahlak bozukluklarını, haksız ve zalim uygulamaları mutlaka yeneceği gerçeğini değiştirmez; sûrenin ana tezi de budur.
Her şeyin Allah Teala tarafından bir ölçüye veya takdire göre yaratılmış olması, "her şeyin hikmetin gereklerine uygun biçimde, sağlam, belli bir düzen ve denge içinde" yahut "Allah'ın ezelî ilminde malûm ve kayıtlı olan şekle göre" manalarıyla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 48-49). Bu ifade, devamında yer alan "buyruğunun tek ve göz açıp kapayıncaya kadar olup bitmesi" ifadesiyle birlikte değerlendirilerek burada Cenab-ı Allah'ın iradesini belirleyecek veya etkileyecek hiçbir güç bulunmadığı gibi, O'nun için zaman, mekan vb. faktörlerin söz konusu olmadığına ve kudretine sınır düşünülemeyeceğine vurgu yapıldığı söylenebilir.
Kamer Suresi 51.55. ayet
Andolsun biz sizin nice benzerlerinizi helak ettik. Düşünecek yok mu?
Yaptıkları her şey defterlerde kayıtlıdır.
Büyük küçük hepsi satır satır yazılmıştır.
Takva sahipleri cennetlerde ve ırmak kenarlarındadır.
Doğruluğun hakim olduğu bir ortamda, gücüne sınır olmayan bir hükümdarın huzurundadırlar.
Nice nesiller vadelerini tamamlayıp bu dünyayı terkedip gitmişlerdir; ama bu hayatın sona ermesi yaptıklarının da silinip gittiği, olanların olmamış gibi kabul edileceği anlamına gelmez. Küçük büyük her eylem tek tek kayda geçirilmiştir, belgeler halinde korunmaktadır. Âyette somut bir anlatım içinde hatırlatılan bu gerçeğe iman eden bir kimsenin artık bile bile sicilini kirletici bir iş yapması akıl karı değildir; fakat rasyonel düşünme anlamıyla akıl bütün davranışları disipline etmeye yetmemekte, bunun yanında aklı doğru kullanıp sonuçlar çıkardıktan sonra buna uygun davranma iradesini ortaya koymak, bu gerçeklerle ters düşen kişisel istek ve arzulara gem vurmak gerekmektedir. 17, 22, 32, 40. ayetlerde geçen "Düşünecek yok mu?" tarzındaki ilahî çağrıya, bu defa 51. ayette hemen herkesin kolayca kavrayabileceği bir gerçeğe, daha önce nice nesillerin helak edilmiş olduğuna dikkat çekildikten sonra bir kez daha yer verilmektedir.
İlk ayetteki neher kelimesine "bol ışık" manası da verilmiştir (Zemahşerî, IV, 49). Buna göre ayetin meali şöyle olur: "Takva sahipleri cennetlerde nur içinde olacaklardır." 55. ayetin "doğruluğun hakim olduğu bir ortamda" diye çevrilen kısmı "hoşnut olunacak, güzel bir yerde, dost meclisinde; boş sözler konuşulmayan, günah işlenmeyen, hak ve hakikat meclisinde" manalarıyla da açıklanmıştır (Taberî, XXVII, 113; Zemahşerî, IV, 49; İbn Atıyye, 222). Aynı ayetin "gücüne sınır olmayan bir hükümdar" diye çevrilen kısmında geçen "melîk" ve "muktedir" kelimelerinin nekre (belirsiz) olmasında, insan havsalasının Allah Teala'nın hükümranlık ve gücünün mahiyetini kavrayamayacağına işaret bulunduğu yorumu yapılmıştır (Zemahşerî, IV, 49; Elmalılı, VII, 4656).
İLGİLİ HABERLER
>>YASİN SURESİ
>>NAZAR DUASI
>>FETİH SURESİ
>>MERYEM SURESİ
>>VAKIA SURESİ
>>İSMİ AZAM DUASI
>>TAHA SURESİ
>>LEV ENZELNA
>>HAŞR SURESİ
>>FELAK NAS SURELERİ





