Bir çocuğun elinde kalem, noktaları birleştirirkenki o masum ısrar düşünceden çok keşfin ta kendisi. Başlangıçta kurallara sadık: “A”dan “B”ye düz çizgiler, titizlikle takip edilen yollar. Sonra aniden sınırlar bir oyun alanına dönüşüyor. Kâğıttaki fil veya zürafa, “canavar” olup çıkıveriyor. Bu çocukça isyan, insanın hakikatle olan ilişkisinin bir yansıması. Nedenler bazen mantığın izinde yürür, bazen hayalin kanatlarında uçar. Peki bir düşünceyi “doğru” ya da “yanlış” kılan nedir?

Nedenler hakikatin temelidir, ancak her temel sağlam değildir. Bir iddiayı desteklerken onu taşıyan zemini inşa ederler. Tıpkı bir köprünün ayakları gibi: Sağlam olmazsa en parlak fikirler bile çöker. Örneğin, “Siirtliler tefecidir” demek, tanıdığınız birkaç kişiyi işaret etmekle gerçek olmaz. Oysa çalışma saatlerinin düşüşüne dair istatistikler, köprünün ayaklarını betonlaştırır. İyi bir neden, iddiayla organik bir bağ kurar; duyguların sis perdesini değil, somut gerçekliğin ipuçlarını sunar. Karbon salınımını azaltmayı savunurken, “Öleceğiz!” diye haykırmak yerine, “Hava kirliliği çocuklarda astımı artırıyor” demek hakikatin dilidir. Çünkü birincisi korkuya, ikincisi akla seslenir.

Fakat nedenlerin gücü sadece mantıkla sınırlı değil. Düşünsel bir özen gerektirir, tıpkı yapboz parçalarını birleştirirkenki sabır gibi. Deniz fenerinin kırmızı-beyaz şeritlerini tamamlamak için parçaları rastgele değil, resme odaklanarak birleştirirsiniz. İyi bir argüman da böyle işler: Parçalar arasında görünmez ipler örer, “Niye?” sorusuna cevap verir. Matematikte işlemleri göstermek çözümün güvenilirliğini nasıl artırırsa, nedenler de düşüncelerin şeffaflığını sağlar. Bu, entelektüel bir açıklıktır. Sadece doğru olduğunu iddia etmekle kalmaz, “İşte nasıl” diyerek kapıyı aralar.

Ancak her kapı hakikate çıkmaz. Geleneğin tozlu raflarından devşirilen nedenler bazen bir tuzaktır. “Böyle geldik, böyle gideriz” sözü, tarihin derinliklerinde kaybolmuş bir mazerettir. Otoriteye sığınmak da benzer bir çıkmaz: Beyaz önlük veya akademik unvan, sözün doğruluğunu garanti etmez. Otorite, dayandığı nedenler kadar değerlidir. Daha sinsisi ise eksik bilginin karanlığında filizlenen mantıklardır. “Hawaii’ye gitmemek için bir nedenim yok, öyleyse gitmeliyim” gibi... Bilinmeyen nedenler, bilinmeyenin gölgesinde saklanır.

Belki de makul olmak, hakikatin labirentinde bir kâşif gibi yürümektir. Noktaları birleştirirken resmin bütününe bakmak yetmez; parçaların arasına saklanmış şiiri de görmek gerekir. Tıpkı çocuğun kâğıttaki canavarında olduğu gibi: Kuralları bilir, ama kuralların altını oymanın yaratıcılığını da keşfeder. Hakikat bazen bir deniz feneri kadar dik durur, bazen de rüzgârla dans eden bir yaprak gibi savrulur.

Peki ya sizce? Bir fili canavara dönüştüren kalem, aynı dokunuşla bir gölgeyi ışığa çeviremez mi? Tarih, yanlış bilinen gerçeklerle doludur. Mesela, Orta Çağ’da “dünya düzdür” diyenlerin çoğu aslında onu yuvarlak biliyordu. Yüzyıllar sonra bile karanlık sanılan bir dönem, aydınlık izler taşır.

İşte asıl mesele, hakikati ararken cesaretle sormak. Nedenlerin izini sürerken, “Acaba?” diye fısıldamak. Çünkü her canavar, dönüşmeyi bekleyen bir hakikat olabilir. Tıpkı volkanik küllerin altından filizlenen zambaklar gibi…