Birisi karşına dikilip, “Sen bu dünyaya ne için geldin?” diye sorsa, ne cevap verirdin? İlk anda şaşırır, belki bir süre sessizliğe gömülürdün. Nefesin daralır, zihnin karmaşık soruların girdabına düşerdi. İnsan bu soruyla karşılaştığında bir anlık afallamanın ardından kendine dönüp bakarak: “Sahi, ben neden buradayım?” demekten kendini alamazdı. Bu soru, hayatın anlamını arayan herkesin zihnini kurcalayan, derin bir sorgulamayı tetikler.
Hayat, bir okyanus gibidir. Fırtınalarla dolu, dalgalarıyla seni sınar. Kimi zaman kıyıya vurur, kimi zaman seni derinlere çeker. Diyelim ki dünyanın en güçlü takımına karşı maça çıkıyorsun. Sonuç baştan belli: Yenileceksin. Peki, ne yaparsın? Sahaya hiç çıkmaz mısın, yoksa çıkıp yenilgiyi kabullenerek oynar mısın? Ya da başka bir yol seçer misin? Belki de sahaya çıkar, var gücünle mücadele eder, yenilginin sonunda arkana dönüp, “Elimden gelenin en iyisini yaptım,” demek istersin. İşte asıl mesele budur: Mücadelenin hakkını vermek. Hayat da bir futbol maçı gibidir. Sonu bellidir; ölüm kaçınılmazdır. Ancak bu sonu bilmek, yaşama isteğini elinden almalı mı? Nefes almak bile bazen zordur; ama nefes almaktan vazgeçer misin? Hayat, zorluklara rağmen yürüdüğün bir yol, attığın her adımla anlam kazanan bir serüvendir. İnsan, yolun sonunda vardığı yerden ziyade, o yolda nasıl yürüdüğüyle hatırlanır. Mevlana Celaleddin-i Rumi'ye atfedilen “Her şey, bir tohumun toprağa düşmesiyle başlar; sen yolda ol yeter, menzile varmak Allah'a kalmış.” sözü durumu özetler niteliktedir.
Yaşam, bir ağacın kök salışı gibi toprak ne kadar sert olursa olsun, kökler inatla yolunu bulur. Bazen çatlaklardan, bazen en derin kayalardan geçer. İşte insanın gayreti de bu köklerin azminden farksızdır. Anlamsız bir yaşam, kuru bir nefes alıp vermekten ibarettir. Eğer ortaya bir şey koyamıyorsan, kendi mücadeleni veremiyorsan, sahada olmanın ne kıymeti var? Bir öğretmen düşün; sadece maaşını hesaplıyor, öğrencilerinin kalplerine dokunmayı, geleceğe yön vermeyi unutmuş. Ya da bir doktor; iyileştirdiği hastaların hayatına kattığı güzellikleri göremiyor, yaptığı işi bir rutin olarak görüyorsa, bu mesleklerin anlamı kalır mı? İnsan, yaptığı işte bir ruh, bir gayret bırakmalıdır. Her birimizin hayatta bir amacı, bir anlamı var. Yanından geçerken yüzünü buruşturduğun çöpçü bile, aslında hayatımızı güzelleştiriyor. Eğer bunu göremiyorsak, kendi sahamızda top çevirmekten başka bir şey yapmıyoruzdur.
Mesele sonuca ulaşmak değil, sahada var gücünle oynamaktır, hangi işi yapıyorsan onu layıkıyla yerine getirebilmiş olmaktır. Biz zaferden değil seferden sorumluyuz. Bu sefer de mücadele ruhu içinde olmayı gerektirir. Nelson Mandela’nın da dediği gibi, “Hayattaki en büyük zafer hiçbir zaman düşmemekte değil, her düştüğünde ayağa kalkmakta yatar.” Bu mücadele, insanı insan yapan ve bu dünyada olmasını anlamlı kılan bir eylemdir.
Bu anlamda da insanın sürekli hareket halinde olmalıdır. “Yaşam, bisiklete binmek gibidir. Dengeni korumak için sürekli ilerlemen gerekir.” diyen Albert Einstein, hayatın dinamik doğasını özetler. Hayat bir beste gibidir; her notasında kendini bulursun, her melodisinde kaybolursun. Mücadele halinden yoksun hak edilmemiş bir galibiyetten ziyade, tüm çabana rağmen alınmış bir mağlubiyet daha onurludur.
İnsanlar arasında farklar olabilir, ancak bu senin eksik olduğun anlamına gelmez. Herkes, kendi terazisinde tartılır. “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm Suresi, 39. Ayet) ayetinden de anlaşılacağı üzere önemli olan, kimin daha iyi olduğu değil, kişinin bu sınırlı zamanda ortaya koyduğun gayret, emek ve bıraktığın izdir. Baki kalan şu kubbede hoş bir seda bırakmak değil midir aslolan? Bir mumun diğer mumu tutuşturması, ışığından bir şey eksiltmez. Bıraktığımız izler, başkalarının yolunu aydınlatabilir. İnsanlar, karanlık bir geceyi aydınlatan yıldızlar misali birbirlerinden farklı olsalar da bir araya geldikleri zaman gökyüzünü bir şölen alanına çevirirler. Biz de kendi ışığımızla, şu kısa hayatta bir şeyleri güzelleştirebiliriz.
Şimdi sorsanız bana “Sen bu dünyaya ne için geldin?” diye, ölmek için derim. Ama ölmeden önce de bana tanınan doksan dakikalık sürede rakibimin kim olduğuna bakmadan seferin gayretinde zaferin umuduyla ruhumun huzura ermesi muradıyla yaşamın hakkını vermek için buradayım. Ya sen?