Her çağda olaylar ve olgular aynı ancak kişiler ve mekânlar değişiyor. Her çağ bir sonraki çağ için karbon kâğıdı vazifesi görüyor. Her şeyin değiştiğinden şikâyet etse de insan değişen hiçbir şey yok aslında. Dünün tekrarı bir bugün yaşarken bugünün tekrarı bir yarına uyanacağımızı bilmek gerekir. Tam olarak bu noktada “İki günü eşit olan zarardadır.” hadisi daha bir anlam kazanıyor.
Bugün için dün bir şey yapmayan insanın yarınlara dair hayal kurmaya çalışması yanılgılarla dolu bir paradokstan başka bir anlam ifade etmiyor. Üst üste gelen çelişkiler bir zaman sonra yumak olmaktan ve çözümsüzlükten kendini kurtaramaz.
İnsan, yalnızca gören değil, aynı zamanda “gösterilen” bir varlık olduğundan beridir kendisi olmak yerine başkası olmayı tercih ediyor. Maalesef ki gösterilen her şey, yargılanmaya açık bir sahneye dönüşüyor.
Adına “Modern” denilen bu çağda yeni bir şeyler yapmaktan ziyade görünür olmanın cazibesine kapılan insan, zamanın anında yaşıyor. “Anda donakalmak” olarak nitelendirilebilecek bu durum için bir de “özçekim” namı diğer “selfie” kavramı üretilerek olduğu gibi kabullenilmek yerine göründüğü gibi olmanın gayretini yük ediyor kendine insan.
Modern çağın arenası olan sosyal medya, alkışın da yuhalamanın da sesinin en gür çıktığı yer haline geldi. Sosyal hayatta bir varlık gösteremeyenler sosyal medyada klavye kahramanı olarak görüyor kendini. İstediği kişiyi istediği gibi yorumlayıp bir kalıba sığdırmaya çalışıyor. Bir de bakmışsın ki bir tıklamayla kahraman, bir yorumla hain olmuşsun. Bir cümleyle göklere çıkarılan, ertesi gün aynı cümleyle yerin dibine batırılmış. Doğrunun ve yanlışın kriterinin alkışla belirlendiği bu çağda insanlar, eylemin doğruluğundan ziyade “like” sayısına bakıyor. İnsanların itibarının “takipçi” sayısına indirgendiği bu zamanda hakikatin varlığı anlamını yitiriyor.
Maalesef ki insanların çoğu kendi düşlerini ve düşüncelerini yaşamak yerine başkalarının düşündüklerini tekrar ediyor. Genel anlamda “hız ve haz çağı” diye nitelendirilen bu çağda işin kolayı bu gibi geliyor insanlara. Ancak kestirme yolların insanı uçuruma götürme riskinin yüksek olduğu hesaba katılmıyor.
Bir yanlış artık sadece bir yanlıştan ibaret değildir; büyür, kopyalanır, çoğalır, trend olur. Küçük bir hatanın dev bir gündem haline gelmesi için artık “paylaş” butonu yeterlidir. Kalabalıklar içerisinde kendi yalnızlığında boğulan insan, “like”ların dünyasında selfie adında mutluluk oyunları oynuyor kendiyle. Alice'in harikalar diyarının modern adı sosyal medya oldu.
Herkes kendi yalnızlığını ve depresif hallerini halının altına süpürerek sanal beğenilerinin sayarak rahatlamaya çalışıyor. Belki de bugün her yargının, her linçin altında gizli bir yalnızlık, duyulma arzusu, beni kurtarın feryadı vardır, kim bilir!
Bir insanın doğrularını görmezden gelerek bir yanlışına takılıp kalmak, aslında kendi içindeki kırıklığa ayna tutmaktır. Çünkü insan, görmek istediğini görür, görmek istemediğine kördür. Bir kuşun ötüşünde bile kusur bulanlar, aslında kendi sessizliklerinden rahatsız olanlardır.
En güzeli takdir ve beğeni için değil inandığın doğrular için yaşamak. Ödülünü insanlardan bekleyenin yarına bırakacak bir mirası kalmamıştır ve vasiyetinin hükmü yoktur. Beğenilmek, başkalarının terazisinde tartılmaktır; oysa vicdanın terazisi insanın kendi içindedir.
Aslında görünmek değil de görünür olmak istiyoruz. “Bak buradayım” diyerek konum etiketiyle kendimize değil bulunduğumuz yere dikkat çekmeye çalışıyoruz. Modern dünyanın görünürlük takıntısı, insanı kendi özünden uzaklaştırıyor. “Herkes bir kurtarıcı bekliyor ama kimse kurtulmak istemiyor” sözündeki çelişki misali herkes görünür olmak isterken, kimse gerçekten “görülmek” istemiyor. Öyle bir zamana erdik ki bir “like” uğruna ne hayatlar batıyor.
Hakikati, kendi vicdanımızda aramadığımız müddetçe hakikat görünür olmayacaktır. Gözün görmesi kolaydır, gönlün kabullenmesi zaman alır. Göze girmek zor gibi görünse de kalbe girebilmek en mükemmelidir. Bir kalpte yerin yoksa binlerce takipçin olsa nice like almış olsan da nafiledir. Vesselam.