0
Son iki aydır Türkiye, psikolojik olarak savaşa hazırlanıyor. Hazırlanıyor derken bu hazırlığı yapan Türkiye'nin kendisi değil şüphesiz. Dış mihraklar, onların içerdeki uzantıları Türkiye'yi Suriye'ye sokmak istiyor.
Önümüze konulan senaryo ise "milli" soslu bir aldatmacadan ibaret.
Deniliyor ki:
"binlerce kilometre öteden gelip Suriye'ye giriyorlar, en uzun sınırlara sahip olan Türkiye neden girmesin."
"Suriye'de bir dizayn var, Türkiye seyirci mi kalsın"
"Türkiye güçsüz bir ülke mi, herkes gelip Suriye'ye giriyor da Türkiye mi girmesin"
Elbette Türkiye seyirci kalmasın, elbette kendisine karşı yapılan dizayna müdahale etsin, elbette aleyhine gelişen tüm gelişmelere karşı proaktif bir perspektif sunsun.
Ama Suriye'ye "fiilen" girerek değil.
Farkında mısınız bilmiyorum, ama son zamanlarda dolaşıma sokulan argümanlar tam olarak ters psikoloji ile Türkiye kamuoyunu savaşa sürüklemek üzerine kurulu.
Dolaşımdaki en tesirli argüman ise şu: "Ankara'nın göbeğinde, sırf biz Suriye'ye girmeyelim diye bomba patlatıyorlar, biz kendi iç gündemimize hapsolalım, Suriye'de olan bitene karışmayalım diye yapıyorlar her şeyi"
Hayır.!
Tam tersi…
Ankara'daki bomba, tam da biz böyle söyleyelim, Suriye'ye girelim diye patlatıldı.
Büyük resmi ve oynanan oyunu çok net görmek, reel politiğe, cari gündeme, aktüel ve popüler gelişmelere hapsolmamak gerekiyor.
Dünya üzerinde üç güç var.
Her üç "güç" de tek başına değil, "birleşerek" güç haline gelmiş.
1-Amerika
Devletlerin birleşmesi ile oluşan bir güç. Kendisini ve kendisi gibi olanları koruyor. Ahmet'i Mehmet'i değil, Geogre'u, Michael'i himayesine alıyor. Geri kalanlarla ilgilenmiyor, dışlıyor, sömürüyor.
2-Avrupa Birliği
Devletlerin birleşmesi ile oluşan bir güç. Özellikleri Amerika ile aynı. Sınırları içerisinde bulunanları, sınırları dışında olanlara karşı koruyor. Geri kalanlarla ilgilenmiyor, dışlıyor, sömürüyor.
3-Rusya (yayılmacılığı)
Rusya, Sovyetlerin dağılması ile kaybettiği "nüfus alanını" yayılmacı ve saldırgan bir politika ile geri kazanmak istiyor. Bkz: Suriye, Ukranya
Mezkur güçler, bazen çıkar çatışması yaşıyor. Ancak bu çatışma sadece "paylaşım" çatışmasından müteşekkil. Hem fikir oldukları, ittifak yaptıkları husus ise Müslümanların topraklarını, petrollerini, yer altı ve yerüstü kaynaklarını, finans kaynaklarını ve bütün zenginliklerini kullanmak, sömürmek, iğdiş etmek.
Arap Baharı'ndaki "uyanışı" bu yüzden durdurdular. Kendilerinin güdümünde olan "kukla" yöneticilerin, diktatörlerin devrilmesine müsaade etmediler. Yönetimin halka geçmesini istemediler.
Mursi'yi devirip yerine Sisi'yi bu yüzden getirdiler.
Bu yüzden Suriye'deler.
Erdoğan ve Barzani'ye bu yüzden saldırıyorlar.
PYD, PKK, DHKP-C, Paralel Yapı, IŞİD gibi terör örgütlerini bu yüzden kolluyorlar.
Bu terör örgütlerinin tamamı her üç güç tarafından kullanılıyor.
Amerika, AB ve Rusya, PYD, PKK, DHKP-C, Paralel Yapı ve IŞİD'i Ortadoğu'da "mikser" olarak kullanıyor.
Ak Parti iktidarı ve Barzani yönetimi Müslüman coğrafyada dominonun devrilmeyen iki taşı olarak duruyor. Eş zamanlı olarak hem Barzani'ye hem de Erdoğan'a saldırıyorlar. Erdoğan'a "seni başkan yaptırmayacağız" diyenler kimlerse, Barzani'ye "seni başkan yaptırmayacağız" diyenler onlardır.
100 yıl sonra anlamını yitiren, iflas eden Sykes Picot'un 2.sürümünü kuruyorlar. Kürt Petrollerini doğrudan Akdeniz'e, PYD mağrifetiyle indirmek istiyorlar. Bu yüzden Azez'e saldırıyorlar. Rusyası da, IŞİD'i de, Amerikası da PYD'nin önünü açıyor.
Hiç kimse Esed'in gitmesini istemiyor. Çünkü Esed giderse yerine gelecek olanlar İslamcılar, Müslümanlar olabilir. Dolaysıyla İsrail'in güvenliği tehlikeye girer. Esed'den sonra gelecek yöneticinin "kukla" olması kesinleşene kadar Esed'i göndermeyecekler.
MİT Başkanı Hakan Fidan'ı ifadeye çağırdılar, olmadı. 17-25 Aralık'ı denediler, olmadı. Gezi'yi denediler, olmadı. 6-8 Ekim'i denediler, olmadı. Çözüm Süreci'ni bozdular,olmadı. 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerini denediler, olmadı.
Ne yaptılarsa Ak Parti iktidarını ve Tayyip Erdoğan'ı deviremediler.
Ama artık Amerika, AB ve Rusya üçlüsünün gördüğü bir gerçek var: Halk desteğini bitmeden Ak Parti iktidarı yıkılmayacak.
Bu nedenle Türkiye'yi Suriye'ye fiilen sokmak istiyorlar. Türkiye'nin fiilen savaşa girmesi demek, kara birliklerinin Suriye'ye girmesi demek. AB'nin, Amerika'nın ve Rusya'nın bugüne kadar defalarca yapmaya çalışıp da yapamadığını yapması demek.
Türkiye savaşa girerse, iktidarı "yönetemeyecek" hale getirecekler.
Bu süreç 3.Dünya savaşına kadar gidebilir.
Peki, Türkiye ne yapmalı?
Her şeyden evvel aklıselimi elden bırakmamak, maceraperest olmamak gerekiyor.
Duygularla, milliyetçi naralarla gaza gelmemek gerekiyor.
Eğer kalıcı olarak resmin büyüğünü görerek hareket edeceksek, öncelikle bu üç güç karşısında "birleşerek" 4.güç ve denge olmak durumundayız.
4.güç olarak dünya sahnesinde yer almadığımız sürece, "Suriyeler", "çukurlar" hiç bitmeyecek.
Kan ve gözyaşı bu coğrafyanın makûs kaderi olmaya devam edecek.
Yer altı ve yerüstü zenginliklerimiz, insanlarımız, insanlığımız ve bütün potansiyellerimiz "başkalarının" emrine amade olacak.
Bu coğrafyada 4.güç ancak Türkiye'nin öncülüğünde, aktörlüğünde kurulabilir.
Türkiye, Barzani, Arabistan ve Katar'ı da yanına alarak "Asya Birliği" ya da "İslam Birliği" adı altında bir birlik kurulmalı. Daha sonra üye sayısını genişletmeli. Bu birliğin normları, kriterleri ve ordusu olmalı.
Bu birlik öncelikle kendi halkı için çalışmalı.
Artık, Batı neden sessiz, Batı neden müdahale etmiyor saçmalığını bir kenara bırakalım.
Her olayda "dış güçler" demeyi bir kenara bırakalım.
Biz ne yapıyoruz? Ona bakalım.
Biz kendimizi düzeltmedikçe, başkası bizi düzeltmeyecek.
"Hans" gelip kurtarmayacak bizi.
Türkiye, 4.birleşik gücü oluşturana kadar, Suriye'de başka formüllerle, başka araçlarla, başka enstrümanlarla var olmalı.
Ama "fiilen" değil…