0

Bir ses duymuştu, ama bu sesin ne sesi olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Fırlamıştı yatağından kabus görmüş gibi. Ardından annesi de uyandı. "korkma kızım, bir şey yoktur" deyip sarıldı korkudan dona kalan kızı Dilan'a.

Dört kardeştiler. Dilan, Betül ve Fırat'ın ablası, Şeyhmus'un kardeşiydi. Babası Cemal, hamallık yaparak geçindiriyordu ailesini. Ayşe annesi, ömrünü çocuklarına adayan bir ev hanımıydı. Bingöl'den göçüp gelmişlerdi Diyarbakır'a. Sur'da derme çatma bir gecekondu kiralamışlardı.

Dilan'ın bir amcası Hakkari'de askerlik yaparken şehit düşmüştü. Babası Cemal, kardeşi Adil'i hiç unutamamıştı. Çocuklarına sürekli amcalarını anlatır, onlara büyüyünce doktor olmalarını öğütlerdi. Adil, rivayete göre Yüksekova'da soğuk bir Kasım gecesi, birlikteki diğer askerlerle beraber operasyona çıkar. PKK'lılar pusu kurmuştur. Ansızın dört bir yandan mermi yağar. Askerlerin hiçbiri yerinden kıpırdayamaz. Saatler süren çatışmanın ardından bilanço çok ağırdır. 18 asker şehit düşmüştür, 3 asker yaralı. Yaralılardan birisi Adil'dir. Takviye birlikler gelir. Adil, kasıklarına giren 2 mermi nedeniyle kan kaybetmektedir. Arkadaşları kanı durdurmaya çalışır ama durduramazlar. Diğer iki askerle birlikte hastaneye yetiştirmeye çalışırlar Adil'i. Fakat artık her şey için çok geçtir. Adil, arkadaşlarına tebessüm ederken yummuştur gözlerini…

Cemal, hemen her akşam bu yürek burkan hikayeyi anlatırmış çocuklarına. En çok da Dilan'a. "Dilan kızım, sen büyük ol, doktor ol kızım, tamam mı" deyip okşarmış hep kızının saçlarını usulca…

Dilan, o akşam yorgun hissediyordu kendini. Yamalı okul önlüğünü çıkaracak derman bulamıyordu. Annesi yer sofrasını çoktan hazırlamış, salçalı ekmekleri siniye dizmişti. Dilan'ın hayatındaki en lezzetli yemekti salçalı ekmek. Önlüğünü bile çıkarmadan oturdu sofraya. Dalgın gözlerle yemeğini yedikten sonra odasına çekildi. Sur'da hiçbir çocuğun kendisine ait odası yoktur oysa. Sur'un çocukları "iyelik eki" kullanmaz hiç. Kendilerine ait hiçbir şeyleri yoktur çünkü. "Oyuncağım, odam, bisikletim" diyen bir çocukla karşılaşamazsınız Sur'un hiçbir dar sokağında. Bu yüzden hiçbir çocuk, annesi ya da babasından söz ederken "annem" ya da "babam" demez.

Dilan'ın "odam" dediği oda, Betül, Fırat ve Şeyhmus'un da odasıdır aslında. Dilan, sınıf arkadaşı Serap'tan öğrenmiştir "odam" demeyi. Eşofmanını giyip uzanır yer yatağına. Dün geceki ses kulağındadır, unutmamıştır. O sesi düşünürken uyuyakalır. Annesi odaya girip yer yatağında peş peşe dizilerek uyuyakalan çocuklarının üzerini örter, tek battaniyenin yettiğince.

Birden tek el silah sesi duyulur. Dilan, fırlamıştır yine yatağından. Ardından otomatik silah sesleri duyulur. Bütün kardeşleri fırlamıştır yataktan. Babası Cemal, bütün çocukların yere yatmasını söyler.

Çatışma başlamıştır Sur'da, saatlerce süren…

Sabahın ilk ışıklarıyla sesler durulur. Dilan o gece hiç uyuyamamıştır. Yatağından kalkıp pencereden bakar, korka korka. Elini uzatsa değecek kadar yakın olan karşı gecekonduya isabet eden mermilerin açtığı onlarca deliği görür. Delik deşik olmuştur hemen karşısındaki gecekondu. "Babaaa" diye çığlık atınca, koşarak kızını kucağına alıp pencereyi kapatır babası, "bir daha benden izinsiz bu pencereyi açma" tembihiyle.

Dilan için zor günler başlamıştır. Yoksullukla baş ederken, hayata tutunmanın acısı yerini "korkuyla yaşamaya" bırakmıştır artık. O gün sınıfta hiç parmak kaldırmaz. Sınıfın en çalışkan öğrencisi Dilan'ın bu hali öğretmenin dikkatini çeker. "Dilan, neyin var yavrum" diye sorsa da Dilan, "hastayım" deyip geçiştirir öğretmenini.

Derslerin bittiğini müjdeleyen zil çalmıştır. Öğrenciler tüm haylazlıklarıyla okuldan çıkarken, Dilan'ın başı önüne eğiktir. Dalgın dalgın terk eder okulu. O gün salçalı ekmek bile yemeden direk yatağa gidip uyur.

Sabah olmuştur. Her zamanki gibi ilk uyanan Dilan'dır evde. Annesine yardım eder, yer sofrasını hazırlar. Mutfağa gittiğinde sokaktan bağrışma sesleri duyar. Tam dış kapılarının sağ çaprazında, üzerinde uzun namlulu silahlar olan gençler yerleri kazmaktadır. Dilan, ürkekçe pencereden onlara bakar, neler olduğunu anlamadan. Birden babasının tembihi gelir aklına, kapatır hızlıca pencereyi. Kahvaltıların vazgeçilmezi üç beş zeytin, bir lokma ekmek, bir bardak çayla doyurur karnını ve çıkar evden.

Düşüncelidir. Dışarda gördüğü manzara onu çok etkilemiştir. Tebeşirlerle çizgiler çizip oyunlar oynadığı "dünyası" yoktur artık. Silahlı gençler, kazmıştır Dilan ve arkadaşlarının oyun alanını.

Okul yolunda ağlamaya başlar, hıçkıra hıçkıra. Tek bir oyuncağı bile olmayan bir çocuğun sokak çizgilerinde bulduğu o masum hayatı çalmışlardır. Dilan, her zamankinden daha mutsuzdur. İlk ders Matematik sınavı vardır. Dilan, herkesten önce parmak kaldırarak çözdüğü soruları, yazılı kağıdında cevaplayamaz. Kafasını toparlayamaz. Bomboş kağıdı uzatır öğretmenine. Öğretmeni, Dilan'ın mahallesindeki çatışmalardan ve kazılan çukurlardan haberdar olduğunu belli etmeden alır sınav kağıdını. Öğrencisindeki bu olumsuz değişim derinden yaralamaktadır Bilal öğretmeni. Dilan en iyi öğrencisidir, bir de en yoksul… Ama bir o kadar çalışkan, disiplinli ve başarılı. Dilan'ın hayatında aldığı ilk hediye, Bilal öğretmenin ona aldığı "çiçekli elbise"dir. O elbiseyi, kardeşi Betül de giysin diye çok dikkatli ve titiz kullanmaktadır Dilan aylardan beri…

Son dersin ortalarıdır. Bilal öğretmen, Fen Bilgisi dersini anlatmaktadır. Birden büyük bir patlama sesi gelir. Ortalık toz duman olur. Çocuklardan bazıları yere yatar, bazıları kan ter içinde sağa sola kaçışmaya başlar. Dilan olduğu yerde kalakalır. Diğer çocuklar dehşet içinde…

Korkunç bir patlama olmuştur Dilan'ın oturduğu sokakta.

Evi yakın olan öğrenciler koşarak evlerine gitmiş, evi uzak olan çocuklarsa okulun güvenli odasında korumaya alınmıştır. Derken okul müdürü gelir odaya, "çocuklar şimdilik tehlike geçti, hiçbir yerde oyalanmadan, herkes hızlıca evine gitsin" der.

Dilan, hızlıca çıkar okuldan. İçine bir sızı düşmüştür. Kalbi bedeninden fırlayacakmış gibi atmaktadır. Biraz yürüdükten sonra, az ötede, yerde, kırmızı, lastik bir ayakkabı olduğunu fark eder.

Ayakkabı, ilerde bir gün elbisesini giysin diye hediye edeceği kız kardeşi Betül'ün ayakkabısıdır.

Dilan, ayakkabıya yaklaştıkça kalbi daha hızlı atmaya başlar. Eğilip alır ayakkabıyı yerden.

Betül'ün ayakkabısıdır elindeki.

Dilan, dibindeki delikten tanır elindeki lastik ayakkabıyı.

"Betül" diye bağırır…

Koşmaya başlar.

Az ötede, parçalanmış bir çocuk bedeni vardır. Dilan'ın koştuğu istikamet de orasıdır.

Baran 6 yaşındadır, abisi Şeyhmus 12 yaşındadır. Dilan 8, evin en küçüğü Betül ise henüz 4 yaşındadır.

Betül'ün en büyük eğlencesi sokakta ablasının seksek oynadığı çizgiler üzerinde yürümektir. Bir de taş topraktan oyuncak ev, bebek yapmak…

O gün Betül, evlerinde su olmadığı için mahalle çeşmesine su getirmeye giden annesinin yokluğunu fırsat bilerek sokağa çıkmıştır, ablasının seksek çizgilerinde oynamak üzere. Sur'un yoksul çocuklarının oyun bahçesi olan o sokakların "ölüm çukurları" haline getirildiğini bilmeden, belki de hiçbir zaman öğrenemeden çıkmıştır dışarı Betül.

Kapıdan dışarı adım attığı an hiç şaşmazdı pusulası. Betül, evlerinin sağ çaprazındaki çizgilerin yerini gözü kapalı gidecek kadar iyi bilirdi. Orası onun, arkadaşlarının ve ablası Dilan'ın tek nefes borusu, tek oyun parkı, tek AVM'si, Burger King'i, yegane Luna Parkı'ydı.

Tıpkı Sur'un diğer fukara çocukları gibi…

Yoksul çocukların her şeyidir kapılarının önü, sokakları, Diyarbakır diliyle küçeleri…

Paylaşmayı, sokak taşlarından yaptıkları oyuncak evleri, bebekleri paylaşarak, bölüşmeyi, ellerindeki yavan ekmekleri birbirleriyle bölüşerek öğrenir Sur'un çocukları.

Ama Sur'un çocukları, yıldızları en iyi tanıyan çocuklardır!

En büyük hayalleri onlar kurarlar, yazın kavurucu sıcağında dama serilen yer yataklarında uzanıp gökyüzündeki o muhteşem yıldızları temaşa ederken.

Rivayet odur ki; Betül, sağ çaprazdaki seksek çizgilere doğru ilerlerken, karşı komşunun kendisinden büyük olan 7 yaşındaki kızı Aslı'nın ağlama sesini duyar. Aslı, seksek çizgilerinde hayat bulan Sur çocuklarının yaşam alanlarına açılan bir çukura girmiş, çıkmaya çalışmaktadır. Betül, Aslı'ya doğru gider, yanaşır, minik ellerini uzatır, ama ayağı kayar ve o da Aslı gibi çukura düşer. Çukurun diğer tarafında el yapımı bomba düzeneği vardır. Betül Aslı'ya orayı işaret eder. Birlikte el ele tutuşup o tarafa yönelirler. El yapımı bomba düzeneklerinin üzerine basıp dışarı çıkmayı planlamışlardır. Aslı, kendisinden küçük olduğu için Betül'ü kucağına alıp bomba düzeneğinin üzerine koyarak önce onu, sonra kendini kurtarabileceğini düşünür.

Yere çömelir, Betül'ü kucağına alır, kaldırır…

Betül… O melek yüzlü, kıvır kıvır saçları olan, zeytin gözlü, dünyalar tatlısı Betül…

Kırmızı, dibi delik, lastik ayakkabılarıyla bomba düzeneğine bastığı an…

O an, Sur'un çocuklarına ölüm saçan o bomba(lar) infilak eder.

İnsanlığımız ve vicdanımız patlar!

Betül ve Aslı'nın bedeni paramparça olur.

İnsanlığımız ve vicdanımız paramparça olur!

Ayşe anne, sesi duymuş, elindeki su bidonunu fırlatmış, Betül diye haykıra haykıra koşmaya başlamıştır. Baba Cemal, yan mahallede kurulan pazarda yük taşımak için sırtına bağladığı sepeti çıkarıp yere fırlatarak patlamanın olduğu yere doğru, kan ter içinde...

Dilan, elinde canından çok sevdiği kardeşi Betül'ün kırmızı lastik ayakkabısıyla koşar adım eve doğru gelmektedir.

Allah'ım bu ne büyük acı!

Dilan, köşeyi dönmüş, kendi sokaklarının başına gelmiştir. Yerde kardeşinin kopmuş kolunu ve üzerinde Bilal öğretmenin hediye ettiği parçalanmış elbiseyi görür.

Yere yığılır. Aklı gider…

Annesi Ayşe, yavrusu Betül'ün dağılmış et parçalarını eteğine toplamaya çalışır…

Söylenene göre o gün, gökyüzü kıpkırmızı kesilmiştir.

Ayşe annenin ağıtları, Diyarbakır Surlarının dört bir yanında yankılanmıştır.

O gece Sur'da hiç kimse uyumamış, bütün ilçe hıçkıra hıçkıra gözyaşı dökmüştür.

Ve anlatılanlara göre…

Dilan, Betül'ün kopan kolunu kucağına alıp babasına doğru koşmuştur. Baba, babaaa diye bağıra bağıra, haykıra haykıra koşmuştur.

Babası, Dilan'ın kendisine doğru koştuğunu görünce kucaklamak için yere çömelir. Betül'ün başına gelenlerden habersiz…

Dilan yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır…

Babasının kucağına atlar, kucağında kardeşinin kolunu kucaklayarak.

Cemal, sarıldıktan sonra fark eder, kızının kucağındaki kızının kopan kolunu.

Dilan, o an tarihin, zamanın, mekanın ve vicdanın bir daha asla unutamayacağı acı sözü söyler:

"Baba, Adil amca kan kaybından öldü, ama korkma, Betül benim kucağımda, ben şimdi doktor olup onu kurtaracağım"

@bayramzilan