Armagedon, dinî metinlerde "kıyamet savaşı" olarak tanımlanan, insanlığın sonunu getireceğine inanılan büyük bir çatışmadır. Bu kavram, üç semavi dinin (İslamiyet, Hristiyanlık, Yahudilik) kutsal metinlerinde farklı şekillerde ele alınır:
Hristiyanlıkta: İncil'in Vahiy bölümünde, "Megiddo Dağı" (İbranice: Har Megiddo) eteklerinde gerçekleşeceği belirtilir. Evanjelik Hristiyanlar, bu savaşın Hz. İsa'nın yeniden dünyaya gelişiyle sonuçlanacağına inanır.
İslamiyet’te: "Melhame-i Kübra" olarak adlandırılır ve Amik Ovası'nda (Hatay) Müslümanlar ile "küfür ordusu" arasında yaşanacağına inanılır. Hadislerde, bu savaşın Hz. Mehdi'nin zuhuru ve Deccal'in ortaya çıkışıyla bağlantılı olduğu vurgulanır.
Yahudilikte: Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşası ve Mesih'in gelişiyle ilişkilendirilir. İsrail'in "vaat edilmiş topraklar" iddiası (Nil'den Fırat'a kadar) bu inancın temelini oluşturur.
jeopolitik bir stratejiye dayanan İsrail'in, kuruluşundan bu yana izlediği genişleme politikası, bu tür dinî referanslarla desteklenmektedir.
1948'de kurulan İsrail, BM kararlarına rağmen sınırlarını 40 kat genişletti. Golan Tepeleri'nin ilhakı, Kudüs'ün "ebedi başkent" ilan edilmesi, Batı Şeria'daki yerleşimler, Gazze’deki soykırım ve HTŞ’nin danışıklığı ile Suriye topraklarının İsrail’e peşkeş çekilmesi bu politikayı somutlaştırmaktadır.
Küresel Dünya’da Dinî Motivasyon siyasi hedeflerin temelini oluşturur. Örneğin, İsrailli yetkililer, bu hedefler uğruna "vuramayacağımız yer yok" ifadeleriyle bölgesel hakimiyet iddialarını açıkça dile getirir.
Gazze'de yaşanmakta olan tarihin en büyük trajedisi, Filistinlilere yönelik tehcir planları (örneğin, Gazze halkının Mısır veya farklı bölgelere gönderilmesi teklifleri) ve Suriye-Lübnan sınırındaki işgal ve saldırılar, ABD’nin yaşanan bu trajediye kayıtsız ve şartsız desteği İsrail'in bölgede varlığını, askerî gücünü pekiştirmeyi amaçlamaktadır.
Bilinen şu ki ABD'nin İsrail'i koşulsuz desteklemesinin ardında, Evanjelik Hristiyanların Armagedon inancı yatar:
Evanjeliklere göre, İsrail'in güçlenmesi Hz. İsa'nın dönüşünü hızlandıracak ve Armagedon sürecini tetikleyecektir. Bu nedenle, Trump yönetimi Kudüs'ün başkent ilan edilmesi veya Gazze'nin "uluslararasılaştırılması" gibi adımlarla Büyük Ortadoğu Projesi adı altında Büyük İsrail projesini ilmek ilmek uygulamaya sokmaktadır.
ABD'nin Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) kararlarını tanımaması ve İsrail'e silah desteği, bu projenin ve bu ittifakın somut yansımalarıdır.
Bugün itibarıyla Trump’ın son açıklamaları ve Orta Doğu'da yaşanan gelişmeler, Armagedon tartışmalarını yeniden alevlendirmiştir:
Suriye İç Savaşı ve İran'ın zayıflaması Esad rejiminin devrilmesi ve HTŞ'nin Şam'ı kontrolü, İran'ın bölgedeki etkisini azaltmıştır. Bu durum, İsrail'in Lübnan Hizbullah'ı ile doğrudan çatışma riskini düşürmüş, Suriye'nin askeri altyapısının tahribatı ise İsrail’e orta ve uzun vadeli hesaplarını sahada uygulama şansı doğurmuştur. Bu durum Türkiye’yi de etkileyecek olan bölgesel uzun vadeli istikrarsızlığın yolunu açmıştır.
Türkiye'nin HTŞ ile ilişkileri ve İmralı görüşmeleri, bölgedeki dengeler üzerinde etki yaratır mı? Zaman gösterecek. Ancak Türkiye'nin HTŞ üzerindeki etkisinin sınırlı olması (bölgede oyun kuruculuğun ABD üzerinden İsrail’de olması) ayrı bir konu.
Armageddon senaryoları, bölgedeki kan dökülmesini meşrulaştırmamalıdır. İslam İş birliği Teşkilatı, Arap Birliği'nin pasifliği ve bölge ülkelerinin üç maymunu oynamaları Filistin halkını savunmasız bırakmakta. Ancak, diplomasiye dayalı çözümler (örneğin, Erbakan'ın "İsrail'in Güney Amerika'ya taşınması" önerisi) hâlâ geçerliliğini korumalıdır.
Sonuç olarak, Armagedon söylemleri siyasi manipülasyon aracına dönüşmeden, insani krizlerin çözümüne odaklanılmalıdır. Tarihin en kanlı çatışmalarına sahne olan Orta Doğu'da barış, ancak adalet ve uluslararası hukukun üstünlüğüyle mümkün olabilir.