Orhan Pamuk, Nurettin Topçu ve başka mesele
Ortaokul ve liseyi Türkiye’nin önde gelen eğitim
kurumlarından Robert
Kolej’de okuyan Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un "Bir ezberdir gidiyor. Altı yıl
lisede edebiyat okudum. Diyelim dünya çapında bir yazarıyım
Türkiye’nin. Okulda öğrendiklerim neye yaradı? Sıfır, sıfır..." dediği
video kaydı, edebiyat eğitiminin yeterliliğiyle ilgili tartışmaları
alevlendirdi. Yazar Orhan Pamuk’un “Lise
edebiyat derslerinin yazarlığıma katkısı sıfır” sözleri üzerine başka
yazarlara da mikrofon uzatıldı. Tartışmaya Selim
İleri, Ahmet Ümit, Doğan Hızlan, Canan Tan, İnci Aral, Buket Uzuner gibi
yazarlar dâhil oldu.
Tartışmaya dâhil olan yazarlar Pamuk’un
sözleri üzerine kendi okul yıllarındaki edebiyat dersleri ve edebiyat
öğretmenleri ile ilgili yorumlarda bulunmuşlar. Ancak burada bence önemli olan
husus şu: Bu sözler Orhan Pamuk’un
şahsi tecrübesini mi yansıtıyor, yoksa eğitim sistemi üzerine bir tartışma yapmamız
için bir davet mi içeriyor?
Eğer Pamuk’un
sözlerini salt şahsi tecrübenin aktarımı olarak görürsek yanılırız. Pamuk’un
sözlerini, “A sizin dersler öyle miydi?
Bak bizde nasıldı, dur anlatayım.”, türünden hatıra paylaşımı fırsatı
olarak da görürsek yanılırız. Bu sözler Pamuk’un
şahsi tecrübesi olarak kendisinin dışındakiler için çok fazla kıymet
atfetmeyebilir. Ne var ki Orhan Pamuk
burada; kitlesel, zorunlu, tek tip eğitim-öğretim düzeneğimizin temel bir
yanına temas ediyor. Bence sözlerini anlamlı kılan da tastamam budur.
1957’de verdiği bir konferansta merhum Nurettin Topçu şöyle diyordu: “On
beş sene mekteplerde okuduktan sonra, kendiliğinden bir hayat değeri ortaya
koyamayan, bir ekonomik davanın veya bir tarihi şahsın tenkidini yapmaktan
korkan, şahsi bir sanat ve din anlayışına sahip olmayan kafasının işleyişi
bakımından “mektebe girdiği gibi çıkan” gençleri hayat sahasında bulduk.”,
demişti. Aynı konuşmayı Topçu; “Mektebe ilim ve fikir dışı çalışmalar
dolduruyoruz. Ders kâbus haline gelmiştir; neşve ile doldurucu bir ziyafet ve
şenlik değil; diploma arzusu ve istikbal endişesiyle çekilmesi mukadder bir
dert, taşınacak bir yük, dolacak bir çile…” sözleriyle sürdürüyordu.
Hem öğrencinin hem öğretmenin zorunlu eğitim sürecinin
okul isimli istasyonunda aynı anda kıstırılmışlıklarından çıkan dersin bir şey
vermekten uzak oluşu Topçu’nun
çarpıcı ifadelerin de böyle resmedilir. Dolayısıyla Orhan Pamuk’un sözlerini doğru bir biçimde yorumlayabilmemiz evvela
doğru bir biçimde anlamayı gerektirir. Orhan
Pamuk Robert Kolej mezunu. Robert
Kolej Türkiye’nin en iyileri arasında sayılan bir eğitim kurumu. Mesele
kurumun ne kadar iyi olması ile ilgili değil. Mesele salt öğretmen ile ilgili
de değil. Evet bir taraftan tüm bunları da içeriyor; ne var ki mesele tüm bir
kitlesel, zorunlu eğitim pratiğinin temel niteliği ile ilgili.
Özetle mesele; başka yerde!
Nurettin Topçu ile Orhan Pamuk’un
sözleri arasında ne fark var?
Görmek isterseniz hiçbir fark yok!
İşte tam burası; Türkiye’nin eğitim meselesinin can
damarıdır.
Görmek isterseniz, dedim. Bizim aktüel sancılarımızdan
birisi işte budur. Bizim kimsenin görmediğini görmek istemek gibi bir derdimiz
yok. Herkesin her gün önünden geçtiği bir şeye alıcı gözle bir daha dönüp
bakmasını talep ediyoruz sadece.
Herkese ve her şeye cömertçe sunulan bakış; sıra eğitim
meselemize gelince özenle esirgeniyor.
Eğitimcilerin çoğu Marx’ın
işçinin emeğine yabancılaşması türünden bir sendromun içinde. Nurettin Topçu 60
sene önce öğretmenin mektep kırtasiyeciliği ile nasıl büro müstahdemi haline
getirildiğini de anlatmıştı. Büro müstahdemine indirgeyen bir ilişki biçimini
reddedemeyen bir öğretmen, derslerine zamanında girip çıkmayı yılın öğretmeni
olmakla karıştıracaktır. Amirlerinin gözde memurudur; ne var ki eğitim için
büyük bir zayiat olacaktır.
Kültür-sanat ile meşgul olan zevat içinde, belki böyle bir
duyarlılık vardır diye çok ümit etmiştim. Bilhassa kitle iletişim araçları ile
müthiş bir medya imkânı doğmuştu. Dünün çeperde duran idealist gençleri bugünün
ekran yüzleri haline gelmişlerdi. İçlerinde kafası çalışan, ağzı laf yapan, eli
kalem tutanlar vardı. Güzel şeyler de yazıyorlardı, zaman zaman bam teline de dokunuyorlardı.
Dergi çıkartıyorlar, TV’de boy gösteriyorlardı. Belli ki finans desteği de
esirgenmiyordu onlardan.
Onlar da iki anekdot anlatıp meddahlıkta karar kıldılar. Belediyelerin
Kültür A.Ş’lerinin vazgeçilmezleri oldular. Ha! Kitlenin keyfi yerinde, yine
maşallah!
Akademide çalışkan 1-2 ismi tenzih edersek orada da
manzara nahoş.
Orhan Pamuk’tan, Nurettin
Topçu’dan nerelere geldik.
Devam edelim buradan…