Yetinmek, daha iyisi olduğu halde onu talep etmemek değildir. Daha iyisi olduğu halde onu görmemek, elinin tersiyle itmek değildir. Elinde olanın ötesindekini alamadığında onunla idare etmeyi bilmek, daha ötesine gidememeyi kaygı olmaktan çıkarmak, böylece olan ile olmayan arasında yumuşak bir denge kurmaktır. Gücü yettiği halde gücünün yettiğine ulaşmayı denememek de en az elinde olanın kıymetini bilmemek kadar kötüdür. Eğer yetinmek var olanın, ulaşılması mümkün görünenin sınırlarını zorlamamak anlamına gelse insanlık başladığı yerde duruyordu. Bizi bugünlere taşıyan bilinç, yetinmeyi bilenlerin değil,  imkanlar ile yeteneklerini birleştirmeyi bilenlerin iradesidir. Ve tam tersine bugünün ezilen çocuklarının suçlusu eline geçen imkanları şu veya bu şekilde kullanmayanlar, kendilerinden sonra gelecekleri de en az kendileri kadar kıymetli görmeyenlerdir. Bazı istisnalar bir tarafa bırakılırsa sefil çocukların suçlusu akılsız babalardır. Yetinmenin sınırlarını sert duvarlar çizer. Oraya, duvara vardığınızda eğer gücünüz onu aşmayı, o engeli kırmaya yetmiyorsa durursunuz. Durursunuz çünkü duvara vuracağınız darbe elinizi kıracaktır. Ancak ve sadece duvar elden güçlüyse yetinmeyi bilmelidir. Bunun dışındaki bütün durumlarda onu aşmanın, onun ötesine geçmenin sınırları zorlanmalı, o sınırların ötesine geçmenin hesapları yapılmalıdır. Ve bu asla hırs değildir, kendini bilmezlik değildir. Yetinmek ile haddi aşmak arasındaki sınırlar bellidir: Gücün yetiyorsa geçmeli, yetmiyorsa kalmalısın. Hepsi bu kadar.

Diyelim bir yolculukta, apansız bir fırtınaya yakalandın ve kendini korumak için bulduğun ilk oyuğa, ilk mağaraya, ilk sığınağa, hatta belki ilk ahıra sığındın. Fırtına yatıştıktan sonra da orada kalmayı düşünmek normal midir? Elbette hayır. Çünkü bir sığınak ancak ve sadece anormal durumların, badirelerin mekanıdır. Çünkü insan sadece kendini korumak için değil aynı zamanda o korunaklı alanın güzelleştirilmesi için de yaşar. Daha güzel bir mekanda yaşama ihtimali varken birilerinin seni mağaraya layık görmesi, orayı kaderine dönüştürmek istemesi iyi niyetle açıklanabilir mi? Hayır, kesinlikle hayır… Halden anlamayanların halini anlamak zorunda değiliz. Kendilerinin bir elleri yağda öteki elleri balda olanların nasihatine kulak vermek zorunda değiliz. Size “olanla yetinmenizi” tavsiye edenlerin gözlerinin içinde dünyanın tamamına tamah ateşi yanıyorsa kıyametin resmi orasıdır ve onları dinleyerek o ateşi daha da azgınlaştırmanın alemi yoktur.

Yetinmeyi meşrulaştıran zorunluluklardır. Zorunluluk ortadan kalktığı an insan kendine daha uygun bir sığınak, daha rahat yaşayabileceği, kendini daha iyi koruyabileceği bir barınak arayışına düşer, düşmelidir. Daha iyisini, hep daha iyisini aramak açgözlülük değildir. İmkan varsa daha uygun koşullarda yaşamayı istemek tam da insan olmanın gereğidir. Eğer birileri size daha iyisi olduğu halde daha kötüsüne alışmanın, daha kötüsüne yapışıp kalmanın insan özüne uygun olduğunu söylüyor ve onunla, daha azıyla yetinmenizi salık veriyorsa gülüp geçin. Hayır deyin, elimde imkan varken daha iyisini elbette talep edeceğim. Daha iyi bir dünya, daha iyi bir memleket, daha iyi bir rejim, daha iyi bir eğitim, daha iyi bir kültür, daha iyi bir toplum, daha iyi bir insan, daha iyi bir hayat… Asıl peşinden koşmamız gereken budur. Aşağıya bakarak yukarıya çıkamayız. Kendimizden daha kötüleri, daha acizleri, daha süflileri, daha tembelleri esas alsak bugün yerin yedi kat dibinde yaşıyor olurduk. İlham verici olan yukarıdır. Bulutların üstünde yaşayanların yeraltı övgülerine nasıl kulak verebiliriz ki?

Vahşet fırtınasına tutulmuş insanlık bugün yolunu kaybetmiş durumda. Sürekli hareket ediyor ve varacağı yeri bilmiyor. Ne gözcüler ne öncüler ne de yolcuların bizzat kendileri de nerede durulacağını, durdukları yerin ne menem bir yer olduğunu bilmiyor. Bu uğurda sayısız felaketten geçiyor, sayısız fırtınaya yakalanıyor, sayısız tipiyle boğuşuyor. Ancak aralarından bazıları, tuzu kuru olanlar, diğerlerine ha bire “yetinmeyi” tavsiye ediyor. Kendileri konaklarda, saraylarda yaşarken ötekilere böylesi azgın bir fırtınada sığındığınız bir oyuk var işte, onun kıymetini bilin diyor. Bize daha aşağıyı layık görenler bizi sevmeyenlerdir. Bize yetinmeyi tavsiye edenler yetinmeyi önce kedileri öğrenmelidir. Bakın, diyorlar onlar, daha yola çıkar çıkmaz yolda kalanlar var. Ayağı kayıp uçurumdan aşağı düşenler var. Hiç sığınak bulamayıp donarak ölenler var. Var, elbette vardır. Gönül ister ki onlar da başlarını sokacakları sıcak bir yuva bulabilsinler ama elimde imkan varken, aklım bana yol gösteriyor, gücüm daha fazlasına yetiyorken ben neden elimdekiyle avunayım ki? Neden daha güzel bir dünyada yaşamak varken, daha karanlığını, daha sığını, daha kötüsünü seçeyim, kendimi ona mahkum edeyim ki? Hayır baylarım, bana yetinmeyi tavsiye etmeyi bırakın. Bana ne kadarının lazım olduğunu zaten biliyorum. Aklım başımdayken başka akılların bana yük olduğunun farkındayım. Sizin yapacağınız şey, önümü açmaktır, potansiyelime uygun imkanlar göstermek ve gerisini bana bırakmaktır. Orada, sığındığım barınakta ne kadar kalacağıma ben karar vermeliyim. Fırtına dindiği halde hala orada yaşamamı isteyenler benim dostum olamazlar. Durduğum yeri görmezden gelenler, betimlemekle yetinip daha iyisi için beni teşvik etmeyenler dostum değildir. Yağmurda, beni kümesinize aldınız diye bir ömür o kümeste yaşamak zorunda değilim. Yetinmenin sınırları ile kümes tellerinin sınırlarını birbirine karıştırmayın…