Suriye sahasında uzun süredir devam eden belirsizlik, 10 Mart tarihinde varılan mutabakatla birlikte yeni bir kırılma noktasına girmiştir. Geçiş sürecine dair umutlar, bu mutabakatın sahada uygulanıp uygulanmayacağı sorusu etrafında şekillenmektedir. Ancak gelinen aşamada, özellikle SDG’nin tutumu, sürecin samimiyetine dair ciddi soru işaretlerini beraberinde getirmektedir. Zira anlaşmanın üzerinden zaman geçmesine rağmen, sahada somut ve bağlayıcı adımların atılmadığı görülmektedir.
10 Mart mutabakatı, yalnızca siyasi bir niyet beyanı değil; belirli takvimlere bağlanmış, uygulanması gereken yükümlülükler içeren bir çerçevedir. Taraflara tanınan sürenin Aralık ayı sonunda dolacak olması, süreci daha da kritik hale getirmektedir. Buna rağmen SDG’nin uygulamaya yönelik adımları geciktirmesi, süreci zamana yayma stratejisi izlediğini göstermektedir. Bu durum yalnızca idari veya güvenlik gerekçeleriyle açıklanamayacak kadar nettir.
Mevcut tablo, SDG’nin bölgesel ve küresel dengeleri kendi lehine kullanmaya çalıştığını ortaya koymaktadır. Özellikle büyük güçler arasındaki gerilimlerin artması, SDG açısından manevra alanı yaratmaktadır. ABD’nin bölgedeki askeri varlığını sürdürmesi, İran–İsrail hattındaki tırmanış ve Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle dikkatinin dağılmış olması, bu süreci kolaylaştıran unsurlar arasındadır. Ancak bu strateji, kısa vadede avantaj sağlasa da uzun vadede sürdürülebilir değildir.
Bu gecikme, aynı zamanda Şam yönetimini de zor bir pozisyona itmektedir. Halkın önemli bir kesimi, devletin ülke genelinde egemenliğini tesis etmesini ve silahlı yapılar karşısında net bir tutum almasını beklemektedir. Mutabakatın uygulanmaması durumunda, hükümetin sessizliği toplumsal tepkiyi artırabilecek bir unsur haline gelebilir.
Öte yandan SDG’nin tutumu, ABD ile yürütülen örtülü temaslara ilişkin şüpheleri de güçlendirmektedir. Washington’un SDG’yi bölgesel bir araç olarak kullanmaya devam ettiği yönündeki algı, başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinde rahatsızlık yaratmaktadır. Bu durum, ABD’yi bölgesel dengeler açısından daha tartışmalı bir konuma sürüklemektedir.
En tehlikeli senaryo ise sürecin uzamasıyla birlikte kuzeydoğu Suriye’de etnik ve toplumsal gerilimlerin artmasıdır. Arap ve Kürt toplulukları arasında yaşanabilecek güvensizlik, yerel çatışmalara zemin hazırlayabilir. Böyle bir gelişme, Suriye’nin uzun süredir mücadele ettiği istikrarsızlığı daha da derinleştirecektir.
Sonuç olarak, 10 Mart mutabakatı yalnızca teknik bir anlaşma değil; Suriye’nin geleceğine dair siyasi iradenin sınandığı kritik bir eşiktir. SDG’nin bu süreçte atacağı adımlar, hem kendi meşruiyetini hem de bölgesel dengeleri doğrudan etkileyecektir. Aynı şekilde Şam yönetiminin tavrı, devlet otoritesinin yeniden tesis edilip edilemeyeceğini belirleyecektir. Aksi halde bu belirsizlik, Suriye’yi yeni bir istikrarsızlık dönemine sürükleme riski taşımaktadır.