Bir zamanlar evler, rahmetin ve huzurun mekânıydı. Sofralarda bereket, sohbetlerde hikmet vardı. Baba eve geldiğinde sevinç, anne konuştuğunda sükûnet doğardı. Çocuklar, anne babalarının dizinin dibinde büyür, dua sesleri yankılanırdı.

Şimdi o evlerde aynı çatı altında, ama birbirinden uzak kalpler yaşıyor. Herkes kendi ekranında, kendi dünyasında… Göz göze bakışların yerini “ekran ışığı”, muhabbetin yerini “bildirim sesi” aldı.

Telefon, bir zamanlar iletişimdi; bugün ayrılığın adı oldu. Rabbimiz buyuruyor:

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun.” (Tahrim, 6)

Peki biz, ailemizi hangi ateşten koruyoruz artık?

Ekranların ışığına, ilgisizliğin soğukluğuna karşı ne kadar gayret gösteriyoruz?

Anne çocuğuna değil telefona bakıyor, baba evladının sesini değil haberlere düşen gürültüyü dinliyor. Aynı evdeyiz ama ayrı dünyalarda yaşıyoruz. Telefon yakınlaştırmadı bizi, uzaklaştırdı. Eşi eşten etti, muhabbeti bitirdi, sessizliği hâkim kıldı.

Gençler, dersinden koptu; çocuklar, anne babasının sevgisinden uzaklaştı. Artık örnek aldıkları, Resûlullah’ın ahlakı değil; ekranlardaki yapay kahramanlar. Zihinler bilgiyle doluyor ama gönüller boşalıyor.

Resûlullah (s.a.v.) buyuruyor:

“Kişinin ailesine harcadığı, Allah rızası için yaptığı harcamadan daha faziletli bir sadaka yoktur.” (Müslim)

Oysa biz artık ailemize vakit harcamıyoruz. Parayı, ilgiyi ve sevgiyi ekranlara yatırıyoruz.

Telefon suçlu değil, ama biz kalplerimizi esir ettik ona. Ekranlara esir olup, evlerimizi ihmal ettik. Rabbimizin emanetini, yani ailemizi, teknolojinin rüzgârına bıraktık.

Belki de yeniden dönmemiz gereken şey çok basit:

Bir selam, bir bakış, bir muhabbet, bir dua…

Çünkü ne kadar bağlantıda olursak olalım, iman ateşi sönmüşse, kalpler çoktan çevrim dışı demektir.