Evet, dağdan inip silah bırakacaklar diye hop oturup hop kalkan muhterem vatandaşlarımız var. "Aman ha, sakın barış olmasın" diye dizlerini dövenler... Bakırköy'deki, Nişantaşı'ndaki, Kordon’daki Çankaya'daki "hassas" en hakiki vatandaşlarımız.

Çocuklarını özel okullarda okutup, bedelli askerlik için sıraya dizenler... Ama nedense "vatan, millet, Sakarya" diye en çok onlar bağırıyor. Tabii ki bağıracaklar, başkasının çocuğu şehit olsun diye...

Kahvelerini yudumlayıp, dünyayı kurtarırken, Anadolu'nun gariban çocukları dağlarda nöbet tutuyor, şehadete koşuyor. Bizim öz hakiki vatandaşlar, "terörle masaya oturulmaz" diye ahkam kesiyor. E peki nasıl bitecek bu iş? Sonsuza kadar devam mı etsin istiyorsunuz?

İrlanda'da IRA ile anlaşıldı, İspanya'da ETA ile anlaşıldı, dünyanın her yerinde terör sorunu müzakere ile çözüldü. Ama bizim "Beyaz Türklerimiz" bunu bir türlü hazmedemiyor. Çünkü onların derdi barış değil...

"Valla benim oğlan Harvard'da okuyor, gelemez askere" diyenler, "akan kan dursun" denilince en çok tepki gösterenler. Sanki kendi çocukları cephedeymiş gibi... Halbuki en son ne zaman Ağrı’ya gittiklerini bile hatırlamıyorlar.

Şimdi bunlar barış olursa ne yapacak? Nasıl tatmin edecekler o militarist duygularını? Nasıl ahkam kesecekler akşam yemeklerinde? "Terörle mücadele" söylemi biterse, neyle dolduracaklar o boşluğu?

Aslında en çok korktukları şey bu: Barış. Çünkü barış olursa konuşacak konuları kalmayacak. O pahalı restoranlarında, o şık cafelerinde "güvenlik politikası" eleştirmeni rolü yapamayacaklar.

"Efendim, teröristi affetmek olmaz" diyorlar bir de... Sanki kendileri her gece nöbete çıkıyormuş gibi... Son gördükleri tek üniforma, özel güvenliklerinin üniforması.

Ama en komik olanı ne biliyor musunuz? Bu barış karşıtı "elit" kesim, çocuklarını askere göndermemek için kırk takla atarken, barış görüşmelerini eleştirme cüretini kendinde bulabiliyor.

İşte size tipik bir "Beyaz Türk" portresi: Lüks semtinde oturup, uzaktan kumandayla savaş yönetmeye çalışan stratejist... Tabii ki barış istemez, çünkü savaşın bedelini o ödemiyor.

Bir de onların yancıları var. Hani, şu bir işe yaramadıkları halde şu torpil bu ali cengiz oyunu ile aradan sıyrılıp general rütbesi takmış ve fark edilince de ordudan “takavvut” edilen Türk televizyonlarının Vleda Sopalı salon generalleri de barışı istemez. Çünkü, barış gelirse onlar da ekranlardaki ekmeklerinden olacaklar…

Bu türevin aynısı bizim Beyaz Kürt diyebileceğimiz, “heval kanı emen vampir Kürtler”i de unutmayalım.

Netice-i kelam, akan kanın durmasını istemeyenler, kendi çocuklarının kanının akma ihtimali olmayanlardır. Bu kadar basit.

Şimdi bu yazıyı okuyan "Beyaz Türklerimiz" kızacak tabii. Varsın kızsınlar. Onlar kızadursun, biz barışı konuşmaya devam edelim. Çünkü artık yeter. Bu ülkenin evlatları, onların salon sohbetlerine malzeme olsun diye ölmesin.

Ve son olarak, sevgili "beyaz Türklerimize" bir hatırlatma: Barış, sizin sandığınız gibi bir zayıflık değil, tam tersine en büyük güçtür. Ama bunu anlamak için biraz empati gerekiyor. O da sizde yok maalesef...

Not: Bu yazıyı okurken tansiyonu yükselen "beyaz Türklerimiz" için özel hastanelerde yer ayırttık. Merak etmeyin, SGK anlaşmalı...