İsrail'in "Büyük İsrail Projesi" ve Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki "Büyük Orta Doğu Projesi (BOP)", 20 ve 21 yüzyılda bölgenin siyasi haritasını yeniden şekillendirmeye yönelik iki önemli yaklaşım olarak öne çıkmaktadır. Her ne kadar bu iki proje farklı aktörlerce geliştirilen ayrı planlar olsa da, aralarında örtüşen stratejik hedefler ve ortak çıkarlar dikkat çekmektedir.
"Büyük İsrail Projesi" (Eretz Yisrael HaShlema), İsrail’in sınırlarını Tevrat’ta geçen vadedilmiş topraklar çerçevesinde genişletme fikrine dayanan ideolojik ve siyasal bir yaklaşımdır. Bu proje kapsamında İsrail'in, Nil Nehri’nden Fırat Nehri’ne kadar uzanan geniş bir coğrafyada hâkimiyet kurması hedeflenmektedir. Bu topraklar arasında bugünkü Filistin, Ürdün, Lübnan, Suriye’nin güneyi, Irak’ın batısı, Suudi Arabistan’ın kuzeybatısı, Türkiye’de Dicle Fırat arasında kalan topraklar ve Mısır’ın kuzeydoğusu yer alır.
Bu ideoloji, özellikle Siyonist hareketin bazı radikal unsurları tarafından desteklenmiş ve bazı İsrailli politikacılar tarafından zaman zaman ima edilmiştir. Yıllardır İsrail ve İngiltere’de siyasi ve stratejik haritalarda bu tasvirlere yer verilmektedir.
Büyük Orta Doğu Projesi (Greater Middle East Initiative)’e gelince, 2004 yılında ABD Başkanı George W. Bush tarafından ilan edilen ve 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından şekillenen yeni Amerikan dış politikası çerçevesinde geliştirilen bir projedir. Temel amacı, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki ülkelerde “demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa ekonomisi” gibi Batılı değerlerin yaygınlaştırılması olarak sunulmuştur. Ancak birçok akademisyen ve politikacı, projenin arkasında esas olarak enerji kaynaklarının kontrolü, İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve Amerikan hegemonyasının sürdürülmesi gibi jeostratejik hedeflerin yattığı bilinmektedir.
Proje kapsamında Irak’ın işgali, Libya’da rejim değişikliği, Suriye iç savaşı ve Arap Baharı gibi gelişmelerin yaşanması, BOP’un pratikte rejim değişiklikleri ve sınır revizyonları ile sonuçlanan bir süreci tetiklediğini göstermektedir.
Her ne kadar Büyük İsrail Projesi dinî ve ideolojik bir temel taşısa da, bölgedeki mevcut siyasal gelişmelerle iç içe geçmiştir. BOP ise daha çok siyasi ve stratejik hedeflerden ziyade, İsrail’in güvenliği projede kilit bir yer tutmaktadır.
Her iki proje de mevcut ulus-devlet yapılarını sorgulayan ve etnik-mezhepsel temelde yeni devletçiklerin oluşumuna zemin hazırlayan bir perspektif taşır.
BOP’un temel hedeflerinden biri, çevresindeki tehdit unsurlarının zayıflatılması yoluyla İsrail’in uzun vadeli güvenliğini sağlamaktır. Irak, Suriye ve Libya gibi İsrail’e düşman olabilecek güçlü Arap devletlerinin zayıflatılması bu bağlamda değerlendirilir.
Parçalanmış Arap dünyası: Büyük İsrail Projesi'nin uygulanabilirliği, Arap dünyasının parçalanmışlığını gerekli kılar. BOP’un tetiklediği iç savaşlar ve bölgesel çatışmalar bu duruma hizmet etmiştir.
Bu bağlamda, İsrail’in güvenliği adına Orta Doğu’nun istikrarsızlaştırılması, etnik ve mezhepsel bölünmeler, İsrail’in ABD patentli devlet terörizmi ile bölgeyi ateş çemberine dönüştürmesi, mülteci krizlerine ve bölgesel savaşlara neden olmaktadır.
Büyük İsrail Projesi, ideolojik temelleri olan bölgesel bir hedefi temsil ederken; BOP, küresel stratejiler doğrultusunda şekillenen daha geniş kapsamlı bir projedir.
Bu paralel iki proje kapsamında 13 Haziran 2025’te İsrail, İran’ın Natanz, Fordow gibi nükleer merkezleri ve askerî altyapısına yönelik devletler hukukuna aykırı saldırı ve savaş ilanı ile İran’ın yeraltı zenginleştirme tesisleri ve balistik füze sistemleri hedef alındı.
İran, savunma hakkını kullanarak İsrail’e yönelik balistik füze ve dron salvosu başlattı.
ABD başkanı Trump’ın kayıtsız şartsız İsrail’e desteği İsrail’in daha da acımasız ve kontrolsüzce savaşı tırmandırması, bölgeyi geri dönülmez genel bir savaşa götüreceği gibi siyasi ve ekonomik küresel bir kaos yaratacaktır.
Bunu gören Rusya, Çin, Türkiye ve AB dahil birçok ülke, tırmanmanın kontrol altına alınması, global etkileri olacak olan bir savaş endişesi ile çağrı yaptılar.
İsrail’in dünyayı ve evrensel hukuku tanımayan tavrı ve terörize siyaseti ve ABD’nin şahsında Trump’ın kararsız tavrı, İsrail’in hukuksuz saldırılarını tırmandırırken. İran’ın ABD üslerini hedef alma potansiyeli, bölgeyi “genel çatışma” noktasına taşıyabilir.
Zira Lübnan'daki Hizbullah, Yemen’deki Husi gruplar ya da Irak’taki milisler aktifleşebilir; Suriye gibi vekil savaş alanları tekrar patlayabilir.
Bu çatışma ile Orta Doğu’da küresel ölçekte yoğun bir jeopolitik fırtına halinde stratejik noktalar vurulurken, sivil kayıplar ve altyapı tahribatı da yaşanıyor. ABD’nin bölgedeki pozisyonu, uluslararası hukuk normları ve bölgesel aktörler; hepsi bu sürecin yönünü belirlerken şu gerçek bilinmelidir ki; Orta Doğu’nun barış ve istikrarı, ancak dış müdahalelerden arındırılmış, halkların ve demokratik evrensel hukukun iradesine dayanan bir siyasal yapılanmayla mümkün olacaktır.