Ülkemizin dünyadan farklı olarak ortaya koyduğu birkaç yaklaşım, aslında birbirini destekliyor.

Dış politikada Batılı güçlerin her dediğine “tamam” diyerek baş sallayan Türkiye’nin, bu güçleri “Biz sizinle denk statüdeyiz.” noktasına getirmesi diplomatik zeminde epey bir iş yapıldığını gösteriyor.

Trump gibi birine bile gözdağı verilmesi, Fransa’nın 100 yıldır hüküm sürdüğü bölgeden çıkarılması, Afrika ve Avrasya’da dengelerin bir tarafında yer alınması hatta taa Latin Amerika’da Venezuela’ya bile müdahil olunması öyle kolay yapılacak işler değil.

Türkiye’nin 90’lardan bu yana kırmaya çalıştığı kabuğu çatlatması ancak 20 sene sürdü.

Bu zamana kadar “Suyuna Gitme Politikası” Türk Dış Politikasının adeta bir özetiydi.

Tamam, dışarıda hem diplomatik hem de askeri bağlamda kabuğundan çıkan bir Türkiye var, peki ekonomide de durum böyle mi?

Maalesef hayır!..

Türkiye’nin, Türkiye’den büyük olduğunu söylemek bir hakkın teslimi olurken bu gerçeklikten gayrı politika kurmak ise büyük zafiyete neden oluyor.

Suriye ve Libya’daki askeri operasyonların yanında Doğu Akdeniz’de sıcak çatışma noktasındaki hazır kıta hali için Balkanlar’dan neredeyse vazgeçilmiş olması ve Avrupa ile ilişkilerin Batılı siyasetçilerin kaypaklıklarına sıkıştırılması Türkiye’nin hedeflerine ve doğal büyüme alanına ulaşmasına engel oluyor.

Gümrük Birliği anlaşmasının yenilenmemesi, sıcak ilişkiler kurulabilecek İslam coğrafyası ve Türk devletleriyle gümrük birlikleri üzerinden pazarlar oluşturulamaması bu ülkelerin geleceğini de zora sokuyor.

ABD’nin Çin’e karşı son dönem desteklediği Hindistan bile Çin’in başını çektiği Asya Pasifik Ticaret Anlaşmasında (RCEP) yer alarak geleceği kurmak noktasında yıllarca süren tartışmaları bitirip masaya oturup adımlarını atabiliyor.

ABD’nin Kanada ve AB ile ortaya koyduğu ticari iş birliği ve Güney Amerika’yı kimselere ellettirmemesi, Çin korkusuna rağmen geleceğini her halükarda garantiye aldığı gösteriyor.

Rusya, Avrasya Ekonomik Birliği ile SSCB dönemindeki kontrol alanını ekonomik olarak etkisi altında tutarak bu furyanın hiç de gerisinde kalmıyor.

Afrika Birliği bile şimdiden bir ekonomik ortaklığı konuşurken Türkiye’nin tarihi bağları olan devletlerle bu ekonomik birlikteliği kuramamış olması hatta bırakın kurmayı daha bunu konuşamıyor bile olması gerçekten farkında olunmayan büyük bir eksikliği işaret ediyor.

D8 bu anlamda zamanında başlatılan ama eksik kalınan bir çaba iken neden daha ileri götürülecek adım hayata geçirilmesin ki!...

Ülkemizin etkinliğini G20’den G10’a çıkarma noktasında gereken askeri ve siyasi adımları attığını hatta sessizce teknik anlamda da bu adımları ileri götürdüğünü görüyorum ama ortak ticari pazarlar oluşturma konusunda istediğimiz noktada değiliz.

Avrupa Birliği’nin "bir nevi" içinde yer almamızı sağlayan Gümrük Birliği’nin ülkemiz sanayisine olumlu katkısını inkar etmek yanlış olur.

Üretim gücümüz arttı ve kalitesi de yükseldi.

Ama makro ölçekte hesap verebilirlik ve finansal yayılım noktasında yeterli noktalara gelememiş olmamız oldukça düşündürücü...

Eğer tam üyelik konusu gündeme gelmeyecekse İsveç ve Finlandiya vetosu ile Yunanistan çıkışı eksik kalan manevralar olur.

İstanbul’u finans merkezi yapma hedefimiz çok yerinde olmasına rağmen bunları gerçekleştirecek adımlardan uzakta kalıyoruz.

Büyük binalar yapmak, işleyen bir mekanizma oluşturmak anlamına gelmiyor.

Girişimciliği artıracak destekleri verip patent sayılarını artırmak ve bu patentlerin yurtdışına gizli yollardan satışını yapanlarla mücadele etmek çok önemli...

Bir de devletin arabuluculuğunda melek yatırımcılığın geliştirilmesi de sağlandı mı bak sen gör işte o zaman G10 hedefi bile nasıl zayıf kalıyor.

Üretimi artırmak için yapılması gereken ise para politikalarına bel bağlayanlara kulak vermek yerine ilk zamanlardaki gibi uçaklar dolusu iş insanlarıyla ülkeleri ziyaret ederek ticaret ayağımızı uzatmak olacaktır.

Türkiye'nin insani diplomasisinin yanında yurtdışı yatırım kabiliyetleri düşünülünce yapılan ticarette geri yatırım garantileri verilmesi ve SİHA gibi teknoloji transferi önceliği pekala masaya getirilebilir.

İnsani yardımda sahip çıktığımız devletleri derleyip toplayacak ve ekonomik olarak entegre edecek adımlar da muhakkak atılmalı.

Boş bırakılan her yer saydığım ekonomik oluşumların hedef alanı oluyor.

Buraları boş bırakmak Cumhuriyet değerlerine de Türklük bilincine de bu coğrafyalardaki kadim medeniyetlerin ittifakına da aykırı...

Madem ki üretimi önceleyen bir yaklaşımı merkeze aldık, o zaman bunun ticareti noktasında da özel sektöre destek olmalı ve siyaset ile ticari yolları açmalıyız.

İkili ticari anlaşmalar ile kurulmaya çalışılan ekonomik sistem karmaşık bir prosedür meydana getiriyor.

AB’nin nazının geçme ihtimali de epey uzakta olunca yine iş başa düşüyor.

Çok geç olmadan göbek bağımızı yine kendimizin kesmesi gerekiyor.

Bunları yaptıktan sonra para politikasında yeni şeyleri konuşabilir, o zaman G10 ve daha fazlası için anlamlı adımlar atabiliriz.