0

Yaşadığımız asırda çoğumuz televizyon, gazete, dergi, mecmua ve sanal alemden gıdalanmaktayız. Önümüze konan çoğu nesepsiz veya hazır yorumlar, düşüncelerimizi bir mıknatıs gibi kendisine çeker. Doğal olarak bulanan zihinlerin bilgi çöplüğüne dönmesi kaçılmazdır. Hal bu iken insanların doğru istikamet çizmesi zorlaşır. Araştırmak, doğru bilgi edinmek ve kritik yapmak ise neredeyse imkansızlaşır. Sonuçta zihinlerimiz "Üst Aklın" yönlendirdiği algıya, maalesef kelepçelenir. İşte Üst Akıl, son projesi olan "Yenidünya düzeni" bu şekilde gerçekleştirmeyi düşünüyordu. 100 - 200 yıllık ileriye dönük planlarını ancak bahsettiğimiz zihniyet değişimi ile sağlayabilirlerdi. Zaten zamanımızda yaşadıklarımızın birçoğu bu planların birer yansımasıdır diyebiliriz. O nedenle kontrolü kaybetmemek adına Dünyanın birçok yerinde savaşlar, çatışmalar, krizler ve hastalıklar peyda etmişlerdir.

Bu minvalde Üst akıl; 21. Yüzyılda Ortadoğu ve Arap coğrafyasındaki yerli işbirlikçilerini kullanarak, Müslümanlara mezhep çatışması rolünü biçmişti. Geçmişte zalim Saddam'ın Şiileri astırması ve buna karşılık onlarca caminin Şiiler tarafından bombalanması ile uygun zemin hazırlanmıştı. Bugün de Esed'in Sünni halka yaptığı katliamlar, DAEŞ ve benzeri örgütlerin Şii mahallelerde patlattığı bombalar bu zemin üzerine bina ediliyordu. Esasen, Kerbela olayından bu yana kan ve gözyaşıyla sulanan bu topraklarda bir türlü istikrar sağlanamıyor, kaos iklimi hüküm sürüyordu. En trajik olanda, neredeyse her gün gazete kupürlerinden okuduğumuz katliamları artık olağan karşılamamızdı. Bölgeye cereyan eden fitne, Dünya kamuoyunda da sıradanlaşıyordu. "Hak ve Özgürlük Havarileri" buzullardaki balinalardan tutun nesli tükenen geyik cinsine gösterdiği duyarlılığı ne hikmetse Müslümanlara göstermiyordu.

Yakılan ateş, coğrafyada yaşayanların dini ve milli zaaflarını da hassaslaştırmıştı. Bunu çok iyi bildiklerinden, yıllardır sinir uçlarımıza dokunarak insanları "Terörize" edebiliyorlardı. Devamında da Bizden gibi görünen bir kısım "Kanaat liderleri" ve yöneticilerin fitneyi körüklemesi ile alevler bölgemizi sarmıştı. Bu kapsamda, Kasım 2012'de literatürde yerini yeni alacak taze bir örgüt için düğmeye bastılar Eski CIA başkanı meşhur çuvalcı paşa David Petraeus, bu dönemde malum güçler tarafından bölgeye sürüldü. Petraeus'a Körfez savaşında bulunması ve bazı Siyonist kuruluşlarla olan yakınlığı sebebiyle efendilerine tekrar hizmet etme fırsatı verilmişti. Bu şahsın koordinatörlüğünde imal edilen IŞİD namı değer DAEŞ maalesef Ortadoğu Topraklarında kök salmaya başlıyordu.

Anlayacağınız, oyun büyüktü ve yeni planlanmamıştı. Çizilen resimde, bir vücudun azalarını oluşturan Müslümanların parçalanarak çolak hale getirildiğini üzüntü ile izliyorduk. Farklılıkları zenginlik telakki eden bu mukaddes dine tarihten beri bu şekilde zarar vermişlerdi. Lawrence gibilerini kullanarak tertemiz inancımıza fanatik yorumlar yerleştirmişlerdi. Böylece bölge insanları, fikri ve vicdani bir tahrifata uğratılıyordu. Üst Akıl, kurulacak Tevhidi birlikteliğin kendilerine tehdit oluşturacağını bildiğinden, aramızda dostluk tohumu yeşermeden kökünün kurutmayı düşünmüştü. Bir bakıma zengin enerji kaynaklarına sahip Müslüman coğrafyayı ancak bu şekilde sömürebilirlerdi. Çünkü Orta Doğuda sokakların algısı, mezhep milliyetçiliğine göre şekil alıyordu. Halklar ancak bu ayrıştırma, saflaştırma ve çatıştırma tezi üzerinden hizaya sokularak yönetilebilirdi.

Geldiğimiz noktada, duyarlı din alimlerine tarihi bir görev düşmektedir. Âlimlerin, fikirlerinin karşılık bulduğu kitleleri, kurulmakta olan Yeni Ortadoğu denkleminde daha duyarlı hareket etmeleri konusunda yönlendirmesi elzemdir. Ne var ki kardeşkanı üzerine kurulan iktidarların ve yaşanılacak içsel kargaşanın sorumluluğu bu kanaat önderlerinin omuzlarında bir yüktür. Bu doğrultuda "Türkiye inisiyatif alarak 17 Temmuz 2014 de farklı mezhep Âlimlerini Dolmabahçe Sarayı'nda toplaması, bu açıdan çok önemli bir aşamadır. Fakat bu tarz toplantıların sayısının çoğalması gerekmektedir.

Kurulan bu cendere ile mücadeleye; ilk olarak aramızdaki ihtilafları büyütmekten ve fanatiklerin rotasına girmekten Allah'a sığınarak başlanmalıdır. Sonrasında safları sıklaştırmak ve İslam dünyasını beraberce esenliğe taşımanın yollarını aramak mücadelesinin diğer ayaklarını oluşturmalı. Bu anlayışla; geçmişteki İslami Mezhepleri Yakınlaştırma Cemiyetinin "Allah'ı Teala'ya inanan ve Hz. Muhammed (s.a.v)'e son peygamber olarak inanan, Kur'an'ı ilahi kitap, Kabe'yi kıble ve beş maruf rükne iman eden her şahıs Müslüman sayılır" hükmüne sahip çıkılmalıdır. Yine Şeyh Hasan el-Benna'nın, İslami Mezhepleri Yakınlaştırma Cemiyeti bünyesinde, Sünniler ile Şiilerin müşterek akait ve ilkeler etrafında toplanmasını organize etmesi, bizlere örnek teşkil etmelidir. Görülüyor ki; Şii Nevvab Safevi'nin "Tağut'ların Müslümanlara zulmettiği, onları baskı altına aldığı ve Müslümanların, mezhebi ihtilafları bir kenara atarak birbirlerinin dertlerine ortak olmaları gerektiğini" şeklindeki açıklaması, bu günde tazeliğini yitirmemiştir.

İdrak edileceği üzere aklın yolu birdir. Kendi ellerimizle büyüttüğümüz fitneyi kader diyerek geçiştirmek aymazlıktan başka bir şey olmayacaktır. Şiilerin Sünnilerde veya Sünnilerin Şiirlerde farklılaştığı düşünceleri kaşımak Üst Akıl haricinde kimseye yarar sağlamayacaktır. Müslümanlar ancak farklılıklarından sıyrılarak Allah ve Resulünün gösterdiği ortak paydaşlarda birleşince, bütün oyunları bozacaktır. Oyun ne kadar büyük, düşman ne kadar cevval olursa olsun unutmayın müsaade ettiğimiz kadar bize zarar verebilirler. Eğer bunu başaramazsak, batıl yolda berhava olmak ile karşılaşacağımız maalesef açıktır. Sonra da gelecekte vicdanımıza hesap veremez ve bir kenarda ağlar dururuz. Karşı karşıya kalacağımız en büyük tehlike işte budur.

Din kardeşliğini hiçbir fitneye kurban etmeyen sağduyu ehline selam olsun.

Vesselam…

(Derinlik Sayfası KOD ADI: MEZHEP SAVAŞLARI makalesinden alıntıdır)