0
Türkiye'li münevverlerin görmezlikten gelmeye bayıldığı en önemli şey, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin nasıl bir yapılanma üzerine kurulduğudur. Bunun üzerinde akıl yormadıkları için üzerine bina ettikleri herşey de haliyle sorunlu. "Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasına ne şartla izin verildi?" sorusuna cevabı olmayan ya da böyle bir sorunun varlığının nedenini bilmeyenler, bugünkü meselelere sanki dün doğmuş gibi cevap vereceklerdir.
"Türkiye Cumhuriyeti siyonist bir devlettir" diyenler, bunu mutlaka bir yerlere dayandırıyor olmalılar. El çabukluğu yöntemiyle bağımsız yada fedaratif Kürdistan'ı bir şekilde İsrail'e bağlayan kişilere söylüyorum; "Türkiye ve İsrail devletleri müttefiktir." Belki de müttefikten öte Türkiye Devleti, İsrail'in bir departmanı işlevini görmüştür. MİT müsteşarını bile İsrail derin devletinden izinsiz atayamayan bir ülkedir Türkiye. Dış siyasetle az çok ilgilenen herkes bilir ki, Türkiye ve İsrail devletleri arasında yazılı olmayan bir anlaşma vardır: "Sen benim Filistin meseleme karışma ben de senin Kürt meselene karışmayayım." Ara sıra bunun dışına çıkılmış olsa da, AK Parti hükümetinin kurulmasına kadar bu anlaşmaya sadık kaldı her iki devlet de. 15 yıllık AK Parti hükümetinin hükümette kaldığı her geçen gün bu ilişki olumsuza doğru yol aldı.
AK Parti hükümetinin Filistin sorununu sıklıkla dile getirdiğini gördük. Halkın lideri Tayyip Erdoğan'ın bunu en yüksek perdeden seslendirdiğini sadece biz değil bütün dünya gördü, duydu. İsrail Devleti'nin buna cevabı ise Kürdistan oldu. Siyonistler biz Kürtlere bayıldığı için değil AK Parti hükümetine bir ders vermek için yaptı bunu elbet. Yavaştan almalarına bakılırsa hala bu hükümetten kurtulup tekrar iş tutmaya alışık oldukları Kemalistlerin etkin olduğu döneme döneceklerinden umutlular. Türkiye'yi gözden çıkarmamalarının nedeni, AK Parti hükümetine rağmen derin iktidarın Kemalistlerin elinde olduğunun farkındalar.
Irak Kürdistan'ı bağımsızlığını ilan etmeli mi? Suriye'de federal bir Kürdistan kurulmalı mı? Bu durum bölgeyi nasıl etkiler?
Bu soruların cevablarını vermeden önce kullandığımız kavramları nasıl anlamlandırdığımızı sorgulamak çok önemli. Bölünmek, ayrılmak, birleşmek kavramları üzerinde yeniden düşünmeliyiz. İttihatçıların küresel çete ile birlikte anlamlandırdığı kavramları kullanarak ulaşabileceğimiz bir yer yok. Bu toplum, içindeki cevheri keşfederek kavramları onların anlamlandırdığı şekilde kullanmamak için direnmeli. İttihatçıların 100 yıldır topluma pompaladığı bir korku var; "Kürdistan'ın kurulması ve Türkiye'nin bölünmesi..." Oysa bu coğrafyayı Küresel çete ile birlikte İttihatçılar zaten böldü. Bizim gibi Türkiye'yi, Irak'ı, İran'ı, Suriye'yi, Kürdistan'ı birleştirmek isteyenleri bölücülükle suçluyorlar. Kurdukları Siyonist devletin ellerinden çıkmaması için buldukları korkunun adıdır Kürdistan.
Kürtlerin bir devleti var, ismi de Türkiye. Yeni bir Kürdistan kurulur, gelir Türkiye ile birleşir.
***
Malazgirt ruhu
Malazgirt zaferi, Türk ve Kürt halklarının tarihinde müstesna bir öneme sahip. Bu zafer öncesi ve sonrasıyla Türk Kürt ittifakının, bu toprakları vatan kılmalarının mührü niteliğinde. Bugüne değin Malazgirt, hak ettiği ilgiyi, alakayı üzerine toplayamadı bazı ideolojik kaygılar sebabiyle. Cumhuriyet dönemi tarihçileri, bu zaferde Kürtlerin varlığını örtbas etmek için çok çaba harcadılar. Arşivlere dalıp Kürtlerle ilgili ne varsa yok etmeyi kendilerine ideolojik görev bildiler.
15 yıllık AK Parti hükümeti istenilen hızda olmasa da Kürtlerin bu topraklarda neyi ifade ettiği konusunda takdire şayan politikalar geliştirdi, geliştirmeye devam ediyor. Malazgirt zaferinin bu sene farklı bir anlayışla kutlanmasına öncülük eden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğanı kutlamak gerekiyor. Bazıları için bir şey ifade etmese de benim açımdan devrimsel bir adım. Zaten bunu gerçekleştirmeye cesaret edebilecek tek devrimci o. Maalesef sadece o...
Malazgirt'teki Türk-Kürt ittifakını ön plana çıkaran yazılar okudum basında. Yetersiz olsa da umut verici. Özellikle Mehmet Metiner'in bu ittifakı ön plana çıkaran yazısı takdire şayandı. Sayın Metiner bu konular üzerinde daha çok durmalı.
Malazgirt zaferinin önümüzdeki yıllarda Türk-Kürt ittifakının daha da ön plana çıkartılarak kutlanması, meselenin özüne uygun olacaktır. Bazı planları boşa çıkartmakta gerekli bir durum bu.
***
Atletin önlenemez yükselişi
Kanada'da atletin siyasi bir anlamı yoktur. Sıradan bir Kanadalı için atlet, iç çamaşırı olmaktan öte bir şeyi çağrıştırmaz. Türkiye'de atlet kelimesi her ne kadar kılık kıyafetine aldırış etmeyen göbekli kıllı adamları anımsatsa da, ironiyi bakın ki, esasında eski Yunancada "ödül için yarışan, fiziksel olarak fit kişi" anlamına geliyordu.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun atletle yemek yerken (atlet olan kızı değil giydiği şey) çektirdiği, "ey halkım bakın ben de sizden biriyim" imajı için basına servis edilmiş gibi duran fotoğrafına cumhurun başının "bu ne hal, yakışıyor mu" diye tepki göstermesiyle, atletin gündemimizden çıkmak gibi bir niyetinin olmadığını anladık. Hele amiral gazetesinin (şimdilerde amiral battı) devrik genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün gençliğinde çektirdiği atletli resmini yayınlamasıyla topa girmesi "ne atletmiş arkadaş!" dedirtecek cinstendi.
Bir de "Fethullah Gülen'in atleti" mevzusu var ki psikolojin alanına girmeye aday, fetişist yönüyle...
Peki bu atlet muhabbeti hayatımıza ilk nasıl girdi?
Elbette aşağılık kompleksi ile yanıp tutuşan, giyimle, kıyafetle bir haltlar olabileceklerine derin iman etmiş, düz dangalak fakat bir o kadar da sevimli İttihatçı-Kemalist faşistlerin marifeti idi bu. Bir iç çamaşırına kültürel anlam yüklemek, ancak onlardan beklenirdi ve bunu da yaptılar.
Gel gör ki Kemal Kılıçdaroğlu bir devrim yaptı ve "madem oy getiren budur, atletin en kralını ben giyerim" diyerek ayağa kalktı. Daha doğrusu yemeğe oturdu. Bazılarında derin bir hayal kırıklığı meydana getirdiğini iyi biliyorum. Onların beklediği, takım ebisesini, kravatı giymiş, bir bardak şarap ve klasik müzik eşliğinde yemek yiyen bir Cumhuriyet Halk Partisi Genel başkanı idi. Ve sizi temin ederim, Kılıçdaroğlu'nun da gönlünden geçen budur...
Ah şu seçimler yok muydu.. Seçimi kazanmak için rakibinden bir fazla oy alma zorunluluğu yok muydu.. İnsanı atletle sofraya oturtuyordu işte!..
Hayır seçimlere de bir türlü alışamadık ki.. Serde postalcılık var, zor var, zor'un Türkiye'de ve Kürdistan'da önemi var...
Sevgili Kılıçdaroğlu sana bu atlet akıllarını verenleri az çok tahmin edebiliyorum. Meselelere Ahmet Hakan Coşkun ya da Levent Gültekin gibi bakanların heybesinden çıkmış gibi duruyor. Her kimse bu danışmanlar, bil ki seni fena halde işletmekteler.
Ahmet Hakan ve Levent Gültekin gibi bir zamanlar içerden biri olmasam da, içeriye yakın biri olarak biraz tüyo vereyim sana.
Mesele atlet değil.
Mesele, hiç bir zaman atlet olmadı. Sizin mahallede gerici, kıro olarak adlandırılan bu kesimlerin düşünce dünyasında atlet hiç bir şey ifade etmedi, etmiyor ve etmiyecek.
Sorun, sizin beyninizin içinde.
Saça, sakala, parkaya, gömleğe, şapkaya, bota, örtüye siyasi anlamlar yükleyip ortalığı ateşe veren saçma sapan zihinsel kodlarınızda sorun.
Aranızda hala, Dersime girip Alevi vatandaşları, kadın, yaşlı, çocuk demeden öldürmeleri "iyi oldu canım, neydi o Alevilerin saçı sakalı öyle, çağdaş Türk vatandaşı hergün sinek kaydı traş olmalı, ancak bu şekilde çağdaş devletler seviyesine ulaşabiliriz" diyen ruhsal problemleri olan milletvekilleri var.
"Atlet giyerek seçmeni kafalayabilirsin" diye sana akıl veren şuursuza bir çift sözüm var: "Seviyesine ulaşmak için kan akıttığın çağdaş devletlerde sakal moda şimdi. Opera binasının önünde bir karış sakalıyla -The Lion King'i- seyretmek için bekleyen insanlar var..."
***
Söylenmese eksik kalırdı
"Yên ku rê li ber serxwebûnên neteweyên din digirin, ew jî zû gereng wê azadîya xwe winda bikin."
"Başka ulusları özgürlüklerinden edenler, er geç kendileri de özgürlüklerinden olurlar"
-Abraham Lincoln-