0
"Türkiye devleti bir kanun devletidir. Bu yemin geçerli sayılamaz."
Bu sözler dönemin meclis başkanı Ali Rıza Septioğlu'na ait.
Yıl 1991, SHP listelerinden milletvekili seçilen Zana yemin için kürsüye geldiğinde başındaki yeşil, sarı, kırmızı renkli saç bandı dolayısıyla sol ve sağ faşistler tarafından normal olmayan bir tepki ile karşılaşmış ve Kürtçe bitirdiği yemini geçersiz sayılmıştı. Bu arada Leyla Zana'nın kendisi de sol faşist bir parti olan SHP'nin milletvekili olarak o kürsüye çıkmıştı.
Yıl 1999, bu seferde Fazilet Partisi milletvekili Merve Kavakçı başörtülü olduğu gerekçesiyle yemin ettirilmedi. Sağ ve sol faşist partilerin milletvekilleri "dışarı" diye dakikalarca tempo tuttular. İktidarda Demokratik Sol Parti ve Anavatan Partisi koalisyonu vardı. Başındaki isim ise "bu kadına haddini bildirin" diyen Bülent Ecevit.
Kürdün dilinin, kimliğinin yasak olduğu, cemevlerinin kapalı olduğu bir ülkede meclis başkanı "Türkiye bir kanun devletidir" diyebiliyordu. Kanunları kanunsuzlar yapmıştı çünkü. Başörtsünün okullarda, mecliste yasak olduğu bir ülkede Başbakan "bu kadına haddini bildirin" diyordu. Çünkü Türkiye bir kanun devletiydi…
Bu yemin Leyla Zana'nın 15 yılına maloldu. Şiddetin düzeyi dahada arttı, Kürt kimliği daha fazla yok sayılır oldu. Bu kaos ortamında Türkiye halkı çok daha fakirleşirken birileri servetine servet katmaya devam etti.
Aradan 24 yıl geçti. Türkiye'de 13 senedir görev yapmaya çalışan sivil bir hükümet var. Onlarca darbe girişimini atlatmış, kendini ülkenin sahibi gören kesimler tarafından hala darbe ile tehdit edilen sivil bir hükümet bu. Bu 13 sene içerisinde Kürtler açısından çok şey değişti. Kürt kimliği yasak değil mesela. Kürtçe yasak değil artık. Yasak olmadığı gibi devletin televizyonunda, haber ajansında, okullarında kullanılıyor. Devlet Kürtçe için para ödüyor. "Benden aldığınız vergi ile Kürtçe televizyon kuramazsınız" diyen, aslen Türk olmayan Türkçülerin yaygaraları arasında yaptı bunu sivil hükümet.
24 yıl aradan sonra Leyla Zana çıktığı kürsüde milletvekili yeminini Kürtçe ile bitirdi ve meclis salonunu terk etti. Bence çok da şık bir davranıştı. Keşke Zana ve başörtülü bir milletvekili kürsüye çıkarken karanfillerle karşılansaydı sembolik olarak. Özgürlüklere katkıları dolayısıyla meclis adına plaket verilseydi. Keşke bunu fırsat bilerek, zaten siyasi hayatının sonuna yaklaşan Deniz Baykal oturduğu başkanlık koltuğunda Leyla Zana ve Merve Kavakçı'ya yaptıklarından dolayı partisi adına özür dileyip "bu yemini böylece kabul ettik arkadaşlar" deyip kapatsaydı meseleyi. Gönül isterdi ki Ak Partili bir Türk milletvekili de yeminini Kürtçe bitirseydi. O zaman Kürtler'de aidiyet duygusu daha çok artabilirdi. Şiddet savunucuları bir kez daha kaybederdi.
Leyla Zana'nın yemininden sonra siyasi bir kriz beklentisine girenler avuçlarını yaladılar. Türkiye'de siyasi kriz falan oluşmadı. Kimsenin umurunda bile olmadı. Çünkü Türkiye hergeçen gün normalleşen bir ülke. Faşistler gezi deyip, ağaç deyip, hocaefendi deyip, yolsuzluk deyip kaosa davetiye çıkartmasalar daha da normal bir ülke olacak. Meclisin geçici başkanı, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili Deniz Baykal değil de bir AK Partili olsaydı, muhtemelen duymazdan gelinerek yemini geçerli bile sayılabilirdi Zana'nın. Çünkü bu yemin ("Bi tevîya aşîtî kî bi rûmet û mayînde") Türkiye için tehlike arzetmiyor. Tam tersine binlerce sene bir arada yaşamış iki halk arasındaki bağları güçlendiriyor. Önemli olan bu bağları daha da güçlendirecek formülleri geliştirmek.
Sevmiyormuş gibi yapıp çok sevmek
Leyla Zana partisi tarafından ikna edilir, gelir yemini kitapta yazıldığı şekilde okur ve mesele kapanır. 59 milletvekili olan bir parti için 1 milletvekili bile hayati öneme sahip. Kaldı ki Türkiye'nin ve HDP'nin Leyla Zana'nın tecrübelerine ihtiyacı var.
Mantık, HDP'nin yıkıcı muhalefet anlayışını terkedip Anayasanın değiştirilmesi konusunda AK Parti ile işbirliği yapmasını gerektiğini söylüyor. Fakat elbette öyle olmayacak… HDP içindeki Kemalist, İttihatçı gelenek yine Kürdistani geleneği bertaraf edip, gidip CHP ve MHP ile bir olup özgürlükçü anayasanın önündeki görünmez engel olmaya devam edecek. Bugüne kadar olup biten bundan ibaretti. 1 Kasım seçim sonuçları bu anlayışın iflas ettiği konusunda noter tastiki gibi. HDP tabanında bile bu anlayışın sorgulandığını görüyorum. Oysa bu tür partilerde üst kadrolar ne yaparsa yapsın kayıtsız şartsız kabullenme geleneği vardır. Büyüklerimizin bir bildiği vardır anlayışı hep hakim olmuştur. Bu gelenek bile çatırdamaya başlamışsa ortadaki sorun çok ciddi demektir.
HDP içindeki Kemalist, İttihatçı geleneğin ısarla sürdürdüğü politikalar son dönemde ciddi sarsılmalar yaşadı. Bunu görmemek mümkün değil. Fakat bu anlayış kendini dayatmakta ısrarlı. Eğer bu dayatma devam ederse bu partiden ikinci bir parti çıkması olası. HDP çatışmalardan yana, siyasi duruşunu CHP ve MHP hizasında belirleyen, diğer tarafta barıştan, herkes için özgürlüklerden yana olan, değişimde AK Parti ile hareket eden iki ayrı parti olarak ayrışabilir.
Meclis açıldı, hükümet kurulmak üzere. Yakında yeni anayasa tartışmaları başlar. Hadi! bu süreçte CHP ve MHP'nin yanında durup, en ufak şeyi bahane eden, yeni anayasanın önünde engel olan parti durumuna düşmeyinde, yanıltın bizi…
Söylenmese eksik kalırdı
"Meşandina Desthilatî bi dil û alûs dibe di desthilatîyê da mayîn bi hiş dibe di desthilatîyê da ketin jî bi pozbilindîyê."
"iktidara yürüyüş yürek (samimiyet) ile olur; iktidarda kalış akıl (itidal) ile; iktidardan düşüş ise küstahlık (kibir) ile..."
-Dücane Cündioğlu-