EVVELA biz ailelerden başlıyor. Yavrumuz dünyaya gelir gelmez hatta kucağımıza alır almaz başlarız ona don biçmeye. Kulağına ezan ve kamet okunmadan başlar bu don biçmeler.

— Vay maşallah babasının yavrusuna. Bak bak annesi! Vallahi sıfatında tam bir doktor/hakim/mühendis/öğretmen/iş adamı belirtisi var. Şu baş sallamasına baksana yoksa futbolcu mu olacak! Yahu şu kundaktaki kıvranışına baksana! Çok para kazandıracak müzisyen-artist edaları bunlar.

—Saçmalama bey böyle deli deli. Şu söylediklerine bak. Çocuğu doğuran zahmetini çeken ben. Gerçekleşmemiş ideallerini bu masumun üzerinden yapmaya çalışan sen. İnsaf insaf.

— Hele verin şu torunumu bana. Bir de ben bakayım o güzel yüzüne. Hay maşallah! Hay maşallah! İşte beklenen bebek. Dedesinin soyunu devam ettirecek. Nerden geldiğimizi ve ne için mücadele ettiğimizi anlayacak bir sıfatı var vallahi. Şimdiden dedenin senin için düşündükleri var ha!

— Biraz da bana bırakın torunumu. Kızım kucağıma alabilir miyim bebeği! Uy uy uy! Tüh tüh tüh! Nazar değmesin kuzuma! Kızım sanki bizim tarafa çekmiş. Aynı senin veya dayılarının bebekliği. Ahiri de öyle gelir inşallah.

— İlahi anne! Vallahi her biriniz ayrı bir alemsiniz. Ben neyin derdindeyim yavrum neyin derdinde siz neyin derdindesiniz. Hay Allah hepinizin iyiliğini versin!

Bu hayata gözlerini yeni açmış hatta daha tam açamamış olan çocuğun üzerinden başlanır hayaller kurulmaya ve gerçekleştirilmemiş idealler gerçekleştirilmeye. En masumu annedir bu düzlemde. Sadece bebeğinin sağlığı ve gelişimi ile ilgilenir.

Hamilelikteki sıkıntılar biter lakin yeni sıkıntılar başlar anne için. Ve bu sıkıntılar içinde bebeği ile büyüyen anne de zamanla unutuverir çektiklerini. Yeni endişeyle çalıverir okulun kapısını beyiyle beraber.

SONRA bu bozuk zihniyet okulda öğretmenler ile devam eder. Veliler okulun kapısından adımını atar atmaz başlar öğretmen çocuk hakkında soru sormaya. Hatta ilki ebeveynin beklediği sorudur.

— Çocuğunuzun ne olmasını istiyorsunuz?

Çocuğunu tam tanımamış olan aile boynunu büker ve çocuğu hakkında en büyük kötülüğün ilk adımını atarak başlar konuşmaya.

— Siz daha iyisini bilirsiniz hocam. Lakin (???) olmasını çok isteriz. Bari biz olamadık o olsun. Tabi adam olsun yeter diyeceğim ama nerede. Yine de hayırlısını isteriz öğretmenim.

— Baksanıza babası afacanlığa, fıldır fıldır dönen şu gözlere. Vallahi büyük adam olacak gibi duruyor. Merak etmeyin siz. Biz elimizden geleni yaparız. Haydi hayırlısı olsun.

Bunun gibi daha nice veli ve öğretmen konuşmalarına şahit olmuşuzdur bu 100 yıllık eğitim dönemimizde. Ve masum çocuk kendi fikri alınmadan öğrenilmiş çaresizlik koridorları olan okulda ve sistematik duyarsızlaştıranların en önemlisi olan öğretmenin elinde başlar kör testerenin kestiği o nazik ağacın bedeni gibi bedeni yontulmaya ve zihni iğdiş edilmeye. Çocuğu tanıma yerine başlar öğretmen müfredatı yüklemeye hem de neredeyse anaokulundan ta liseye kadar.

Öğretmenin başarısı okulun başarısıdır ve okulun Türkiye'deki okulların akademik sıralamadaki yerinin başarısıdır. Bu başarıda telef olanlar olmuştur kalan sağlar öğretmenindir. Hayatın içine gönderilen onca defolu ürüne bakılmadan sadece akademik başarıyla iyi ortaokul, lise veya üniversiteye giden azınlığa bakılarak öğretmenliğinden gurur duyar. Hayata karıştırdığı onca potansiyeli gerçekleştirilmeyen ve hakiki kabiliyetleri açılmadan gönderilen çocuklar belki de hiç umurunda değildir. Hatta hayattaki tek sevinci ve üzüntüsü o başarılı gibi görünen piramidin ucundaki çocuklardır. Geriye kalanların canı çıksa bile umurunda değildir. Çok az öğretmen bu geride bıraktığı gerçekleşmemiş kabiliyetlerin ıstırabıyla yaşar.

Sınavların önceliği, müfredatın emrivakiliği ve kendisinin güzel yaşama arzusu ne yazık ki çocuğun hayata dair gerçekliğini ıskalar bu okul sıralarında. Hayatı öğrenme ve kendini tanıma yerine kendisine yukarıdan dayatılanı ezberleme ve okulun isteklerini yerine getirme zorunda kalan çocuk üzerindeki baskının kalkması yerine bastırılmış duygularla okul hayatını bitirir. Bu baskılama ve bastırma yaşamda nefrete dönüşebilir ve yaşamda umutsuzluk arklarının açılmasına sebep olur. Bütün bunlarda öğretmenin payı büyüktür.

Daha sonra bu bozuk zihniyet MEB'in kendi içindeki paydaşları ile devam eder. Tek renge ve tek ırka indirmek için adem-i merkeziyet yerine merkeziyetçi zihniyeti esas alırlar. Bütün çocukların farkındalıkları göz ardı edilerek ya hepsi deha görülür ya da aptal. Yapılan her sınav ve ölçme değerlendirmesi hakikatten uzak ülkenin bütün renklerine aykırı ve zekaları aşağılayıcı bir boyuttadır. Bakanlığın koridorları ülkenin iklimlerinden habersiz ve iktidarlarının devamı için istatistiki bilgilerin trajik boyutlarını bilmeyen duyarsız ve ehliyetsiz kişilerle doludur. Her sınav bir kaos ve travma yüklü, her ölçme ve değerlendirme de adaletten uzak hem de müsavatsız adaletten uzak bir mahiyettedir. Zulmü içinde bulunduran bu bağlam eşitleyici ve tanım aralıklarını yok sayarak aynileştiren sınav sistemleri velilerin en büyük trajedisi maarif nezaretindeki bu zihniyetin en belirgin özelliğidir.

Daha daha sonra devletin tek tip insan yetiştirme sabitlenmesi bu bozuk zihniyetin sebebidir. Yaklaşık 100 yıldır devletin Kemalist tarikatın müritleri olarak yetiştirmek istediği bu ülkenin rengarenk çiçeklerinin tek rengi siyahtır ya da kirletilmiş beyazdır. Hatta beyaz sadece öğrencinin boynuna sarılmıştır. Ya da gülünce dişleri bu beyazın belirtisidir tabi ki gülebilirse. Bir deli gömleği gibi her çocuğa giydirilen bu resmi ideoloji ve Kemalist tarikat ritüelleri o masum çocukluğu olduğu gibi bırakmadığı halde daha iyi bir noktaya da taşımaz. Ne yazık ki her geçen gün bu beşeri dogma ve deli gömleği olan Kemalizm daha fazla etkinleştirilmeye ve çağdaş zamanlarımızın çağdışı zihniyeti olarak bedenimize ve zihnimize devlet tarafından giydirilmeye çalışılmaktadır. Ya ifrat edilmekte ya da tefrit. Vasat bulunarak ve bu ülkedeki her rengin bir değeri olduğu anlatılarak devletin yol alması engellenmektedir. Bu indirgemeci ve yok sayıcı zihniyet bütün renklerin siyah ya da beyaz olması zorunluluğunu normalliğin deliliği olarak her şuurlu insana kabul ettirmiş durumdadır. Asıl mücadelenin kişilerle değil zihniyetlerle olması gerektiğini topluma deklare edemeyen devlet kendisi dahi bu bozuk zihniyetin esiri olmuş durumdadır.

En nihayetinde de bu bozukluğun tepesinde Akademya var. Her ehliyetli insanın bilhassa öğretmenlerin yetişmesinde sorumlu olan üniversiteler var. Bilginin evrenselliğine hikmetin derinliklerine öğrencisini yol aldıramayan, üretmenin aşkını veremeyen, adaletin ve hürriyetin yaşam pahasına vazgeçilmez olduğunu tanımlayamayan, değerlerin her türlüsünün vazgeçilmez olduğunu bir yaşantı olarak davranışa dönüştüremeyen, gerçeklikle idealizmi yani hakikat ile realiteyi bir arada veremeyen, yereli evrensel ile birleştiremeyen, zamanı okuyamayan lakin yetersizliğiyle her zaman öğrencisinin canını okuyan, sistemi önceleyip öğrencisinin önünü tıkayan her akademisyen bilhassa öğretmen yetiştiren her akademisyen bu bozuk zihniyetin en baş sorumlusudur.

Zinhar bu bozuk zihniyetlerden kurtulmalı ve daha sakin, şeffaf, huzur verici ve birleştirici geleceğe yelken açmalıyız. Şerri deffetmek faydayı celbetmekten daima yeğdir noktasında olmalıyız.

Bu bozuk zihniyetten kurtulmaz ve deli gömleğini yırtıp üzerimizden çıkarmazsak yine en zeki gibi algılanan çocuklarımız tıp ve mühendislik fakültelerine gidecek. Daha az zeki gibi görünenler yöneticilik fakültelerini tercih edip onları yönetecek. Daha daha az zeki gibi görünenler siyaseti tercih edip bu iki sınıfı yönetecek. Hasbelkader bir çok fakülte veya yüksekokulu bitirip hiçbir mesleğe atılamayanlar hatta herhangi bir yüksek tahsil görmemiş olanlar ordu ve emniyete dahil olacak ve zamanı gelince bu üst sınıftakileri rahatlıkla yerinden edecekler. Bu sistemde en garibi ve dehşet verici olanı ise görünmedikleri halde her zaman iktidar olanların bir avuç azınlık olmalarına rağmen bütün çoğunluğu tahakküm altına almaya devam etmeleridir. Bunlar ne din alimleridir, ne de adaleti ve emniyeti elinde tutan kişilerdir. Menfaati için her yolu mubah gören kökü dışarıda ucu içeride olan Makyavelist görünümlü kişilerdir.

Yaşasın bozuk zihniyetten kurtulmuş ve deli gömleğini üzerinden çıkarmış güzel Türkiye'm!

Hep beraber def edelim bu bozuk zihniyeti ülkemizden.

Bütün bunlardan kurtularak karanlığa bir mum yakalım hep birden.