“Muallim, ruhlar sanatkarıdır.”

Büyük muallim ve mütefekkir Nurettin Topçu, böylesine büyük bir mana ve mesuliyet yüklemişti “öğretmenlik mesleğine”. Kendisi de bir öğretmendi ve 40 yıl boyunca bu ulvi mesleği hakkını vererek yapmaya gayret etti. “Tıpkı bir mabede girer gibi girdim sınıfa” derken, ilhamını çağlar ötesinden aldığını ve çağlar ötesine kök saldığını biliyordu.

Öğretmenlik mesleğini; bilgiyi, bir zihinden başka bir zihne aktaran kişi olarak göremeyiz. Teknolojinin bu kadar geliştiği ve bilgiye erişimin bu denli kolaylaştığı dijital çağda, bilgiyi aktarmak bir değer ifade etmiyor. Bu görevi yapay zekâ programları, çevrimiçi ortamlar, yeni medya uygulamaları ve sanal mecralar gayet güzel yerine getiriyor.

Öğretmen, bir şey öğretmeden önce öğrenmeyi sevdiren kişidir. Öğrenmeye, bilmeye ve değişmeye ikna edendir. Öğretmen çocukların; beyinlerinden önce eğitilmesi gereken bir kalbinin olduğunu, duygularını, kırılganlıklarını ve kadrini bilen kişidir. Öğretmen, dünyanın en masum ve temiz ruhlarının yani çocukların ruhunun yolunu aydınlatan kişidir. Çocukların o masum ve temiz ruhları yolunu şaşırmasın, karanlıkta kalmasın, ziyan olmasın diye yanan ve tükenen bir kandildir, öğretmen.

İnsan büyük bir potansiyel ve farklı yeteneklerle dünyaya gelen; çok önemli istidatları olan yeryüzündeki en kıymetli varlıktır. Az sayıda kişi, yaşam yolculuğunda dünyaya getirdiği potansiyelini keşfetme ve gerçekleştirme imkânı bulurken pek çok insan potansiyelini fark edemeden yahut gerçekleştiremeden dünya sürgününü tamamlar. Yani; “ehline denk gelmeyen her şey ziyan olur. Can da inci mercan da…” Bir çocuğun iyi bir öğretmenle karşılaşması, ehline denk gelmektir ve insanın hikayesini müspet manada değiştirebilir. İşte bu anlamlı karşılaşma değerli bir şahsiyetin inşasına ve inkişafına vesile olabilir.

İnsanlık tarihinde bu tür karşılaşmaların pek çok örneği vardır. Tarihin hangi devrine ve dünyanın hangi coğrafyasına bakarsanız bakın, öğretmene ve eğitime değer verildiğinde; kalkınmanın, refahın ve huzurun yaşandığını görürsünüz. Ve insanlık tarihine mührünü vurmuş, ardında ölümsüz izler ve eserler bırakmış her büyük adamın hemen yanı başında büyük ruhlu alimler ve öğretmenler vardır.

Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin bir müderris idi. İstanbul’un fethedileceğini müjdeleyen ve Fatih Sultan Mehmet’e inanç ve azim veren oydu. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'a beyaz bir at ile girdiğinde yanında hocası Akşemseddin vardı. Kendisine sevgi gösterisinde bulunanlar Akşemseddin'in padişah olduğunu düşünerek ona yöneliyordu. Akşemseddin utanarak kendisine doğru yönelenlere; “Sultan Mehmet ben değilim, odur" diyordu. Genç padişah ise; "Gidiniz, yine ona gidiniz. Sultan Mehmet benim, ama o benim hocamdır. Şehrin manevi fatihidir" diyordu.

Anne babalar, politikacılar ve toplumun tüm bileşenleri olarak gelin bu yıl ki öğretmenler gününde öğretmenleri anma yerine öğretmenleri anlama çabası içerisine girelim. Birbirlerinden farklı özelliklere sahip onlarca çocukla aynı sınıfta; iyi bir şey yapmaya, onları anlamaya, onlara anlatmaya ve öğretmeye çalışan öğretmenlerimizi anlamaya çalışalım. Bu zorlu süreçte onların destekçisi olalım.

Sözlerime son verirken, başta şehit öğretmenler olmak üzere, kendisini öğrencilerine, vatanına ve büyük ideallere adamış; mesleğini samimiyetle ve gayretle yapma azminde olan tüm akademisyenlerimizin ve öğretmenlerimizin “Öğretmenler Gününü” tebrik eder, kendilerine dünyanın en masum ruhlarının yolunu aydınlatacakları sağlık ve huzur dolu bir meslek yaşamı dilerim.

Anlat öğretmenim; tüm kavramlardan, denklemlerden ve formüllerden önce; insan olmayı anlat…

Vesselam…