Sadece kendin için yaşa, sadece kendini sev, sen bu dünyadaki en değerli insansın…

İnsan, inanmaya yatkın bir varlık ne de olsa. Üstelik söylenenler gururumuzu okşuyor ve hoşumuza gidiyorsa inanmaya daha meyilli oluyor, daha fazla kulak kabartıyoruz söylenenlere. Bugün dünya genelinde hiç de azımsanmayacak sayıda insan (bazı ülkelerde genel nüfusun yaklaşık %6,2’si) kulağına fısıldanan bu zehirli sözlere ruhunu kaptırmış durumda.

Yazımız son yıllarda giderek yaygınlaşan bir kişilik bozukluğu olan “Narsisizm” hakkında. Narsisizm (özseverlik); erken yetişkinlik döneminde (22-40 yaş) başlayan, kişinin kendi bedensel veya zihinsel benliğine karşı aşırı düzeyde hayranlık duyduğu, yani kişinin kendisine âşık olması şeklinde de tanımlanan bir kişilik bozukluğu terimidir.

Kavram ismini Yunan mitolojisindeki bir efsanevi bir kahramandan alır ve hikâyenin pek çok farklı anlatımı bulunmaktadır. Efsaneye göre; Narkissos bir gün su içmek için nehre eğilir ve su üzerinde bir yansıma görür. Narkissos su yüzeyinde gördüğü yansımaya âşık olur ve gördüğü bu yansıma kendisine aittir. Su üzerindeki yansımanın başında günlerce bekleyen Narkissos, yemek yemeden, su içmeden nehrin kıyısında kendini seyreder ve günler sonra ölür. İtalyan ressam Caravaggio tarafından yapılan "Narcissus" (Kendine Aşık Olan Adam) isimli yağlı boya tablosu, Roma'daki Ulusal Antik Sanat Galerisinde hala sergilenmektedir. Merhum Cemil Meriç: "Narsisizm her çağda ve her ülkede bir entelektüel hastalığı" der narsisizm için.

Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yayınlanan Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabının 5. baskısında Narsistik Kişilik Bozukluğu için 9 tanı kriterinden bahsedilmekte ve bu kriterlerden en az 5 tanesini birden fazla ortamda sergileyen ve işlevselliğinde azalma olan kişilerde bu bozukluğun olabileceği belirtilmektedir. Tanı koymak tabi ki uzmanların işidir. Bu kriterler:

1.      Kendini büyük görme duygusuna sahiptir,

2.      Sınırsız başarı, güç, zekâ, güzellik düşlemleriyle uğraşır durur,

3.      “Özel ve eşsiz biri olduğuna ve ancak özel ya da üstün diğer kişilerce (ya da kurumlarca) anlaşılabileceğine ve sadece onlarla ilişki kurması gerektiğine inanır,

4.      Diğer insanlardan kendisine karşı aşırı hayranlık bekler,

5.      Hak ettiği duygusu içindedir,

6.      Kendi çıkarları için başkalarını kullanır (kendi amaçlarına ulaşmak için başkalarından yararlanır),

7.      Empatiden yoksundur: başkalarının duygularını ve ihtiyaçlarını tanımaya veya onlarla özdeşim kurmaya isteksizdir,

8.      Sıklıkla başkalarını kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır,

9.      Kibirli, kendini beğenmiş davranışlar veya tutumlar gösterir (APA., 2013).

İnsanın kendini sevmesi ve değerli görmesi tabi ki kötü bir şey değil. Fakat diğer dünyevi sevgilerde olduğu gibi bunda da mutedil ve dengeli olması lazım. Kendi özelliklerini bir üstünlük ölçütü gibi görmeye ve kullanmaya başladığında ilişkilerde krizler baş gösteriyor ve bireyin ötekiyle olan uyumu bozuluyor. Allah, insandan hiçbir meselede aşırıya kaçmamasını ve haddini aşmamasını istemektedir.

Bu meseleyle ilgili olarak Sevgili Peygamberimizin hayatında çok güzel örnekler bulunmaktadır. Dımâm b. Sa'lebe, Medine'ye ilk geldiğinde mescitte ashabıyla beraber oturan Hz. Muhammed’i tanıyamamış ve “Hanginiz Muhammed?” diye sormak zorunda kalmıştı.

Yüce Allah, Kuran-ı Kerim’de: “Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma! Ne yeri yarabilir ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin” buyurmaktadır (İsrâ / 37). İnsan kendisine verilen her özelliğin, her güzelliğin ve her nimetin ancak bir sınanma vasıtası olduğunu unutmamalı. Her canlının sonlu ve aciz olduğunu hatırından çıkarmamalı. Tıpkı meyve ağaçlarının dalları gibi, olgunlaştıkça başını eğmeli. “Ben yerine biz, biz hepimiz” demekten vazgeçmeyelim. Dün olduğu gibi…

Vesselam…