0
Timur'un Anadolu'yu işgalinde, ordusundaki fillerden birini, tarlada hizmet amacıyla köylülere armağan eder. Fil, tüm ekinleri talan etmeye başlayınca, köylüler soluğu, Timur ile arası iyi olan Nasrettin Hoca'ya giderek "Bu fil bizi mahvedecek. Timur'a gidip, fili geri almasını rica edebilir misin, Hoca?" derler. Nasrettin Hoca düşünür, taşınır sonra da "Tek bir şartla!" der ve ekler. "Timur'un otağına benim arkamda olacak şekilde hep birlikte varırsak, ben de sizin adınıza konuşurum" der. Köylüler teklifi çaresiz kabul ederek yola koyulurlar. Birlikte Timur'un otağına ulaşıp huzura çıkarlar. Fakat cesaretini yitiren köylüler bir yolunu bulup teker teker Hocanın arkasından sıvışmayı başarmıştır. Aksak Timur huzuruna gelen hocayı keskin bakışlarıyla süzerek "Söyle Hoca, dileğin nedir?" diye seslenir. Hoca Nasreddin ise olup bitenden habersiz söze başlar "Ben köylünün adına geldim, efendimiz! Onların derdine tercüman olmaktır dileğim. Diyorlar ki..." bu sırada koluyla köylüyü işaret edecekken; o da nesi? Arkasında kimsenin olmadığının farkındalığıyla irkiverir. Lakin Hoca Nasreddin durumu çabuk toparlar ve hafif eğilerek sözlerine devam eder. "Diyorlar ki… Armağan ettiğiniz fil, öyle hayırlı, uğurlu ve yararlı bir hayvanmış ki... Ondan bir tane daha köye armağan etmenizi talepten utanç duyuyorlar. Kerem edin, köyümüze bir tane daha gönderin!"
Biyolojide ilminde; maddenin asit veya baz içerikli olduğu, turnusol kağıdının renk değiştirmesi ile anlaşılır. Bu örnek, yaşadığımız olaylar karşısında takınacağımız tavır' a verilebilecek en güzel teşbihtir. Diğer bir ifadeyle davranışlar, bizlerin samimiyetini gösteren turnusol kağıdıdır da diyebiliriz. Nasıl ki yapısında baz var sanılan maddenin turnusol kağıdında renk değiştirmesiyle asit içerikli olduğunu anlıyorsak, güncel hadiselerdeki kişisel duruşumuz da asılımızın dışa vurumunu yansıtmaktadır.. Bu minvalde tabiri caizse at izinin it izine karıştığı bir dönemdeyiz. Gri renginin kendini var eden siyah ve beyaz tonlarına ayrıldığı düşünülse de asıl mevzu; siyahın ne kadar siyah, beyazın ne kadar beyaz olduğuyla alakalıdır. Tıpkı; güçlüye kul köle olanların, o güçlü sendeleyince nasıl Bürütüs'leştiği, dost görünenlerin işine gelmediği zaman değişen tavrı ve beslenen karganın besleyenin gözünü oyması gibi.
Dada evvel de belirttiğimiz üzere bir samimiyet testinden geçiyorduk. Kaybedeceklerimizin hesabı yapılmadan, ufak kazançlar için atılacak her adım yine bizlerden götürecekti. Buna hırs, ego veya menfaat tüccarlığı gibi terimler getirmek mümkündür. Lakin Emperyalizmin "Böl, parçala, yok et" mantığıyla çizdiği "Amaca giden her yol mubahtır" anlayışı maalesef bizlerde de etkisini gösteriyordu. Bu dürtülerin manevi ve ahlaki değerlerimizin önünde yer alması, kültürümüzün Emperiyal Dünyanın müdahalesi altında olduğunun en bariz göstergesiydi.
Bu bağlamda 8 Haziran günü, siyasi erkler kadar bizler içinde milat sayılmalıdır. Artık kişisel muhasebemizi neydik, ne olduk ve ne olacağız bağlamında yapmak kaçınılmaz bir hal almıştır Nesli tükenmek üzere olan vefa, izan, isar, samimiyet, hak, hakikat, hakkaniyet, etik, doğruluk, ilke ve dava gibi olguların yaşantımıza tezahürünü irdelemek durumundayız. Bizlere ihraç edilmek istenen fikri yapıdan sıyrılıp özümüze yakışan önceliklerimize sarılmak, maruz kaldığımız erozyona set olacaktır. Yani yitirdiğimiz değerlerimizi dost sohbetlerine meze yapmak yerine ruhumuzda yaşatmayı tercih etmek zorundayız. Bu reçete madde ve mana aleminde sağlanacak başarının yegane anahtarıdır.
Şeyh-mürit ilişkisine karşı duranların, medya ya şeyhi gibi bağlanması, doğruları ve yanlışları birilerinin isteğine göre belirlemesi büyük bir fecaattir. Bu maktulün katiline aşık olması veya kurttan çoban yapmaya benzemektedir. İşte bu durum, bizi biz yapan değerlerimizden sanki büyülenmişçesine ne denli uzaklaştığımızın ispatı değil midir? Mesela bir takım medyanın AB Yüksek Temsilcisi Mogherini' nin Kılıçdaroğlu' nu,Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Federica' nın da Demirtaş'ı arayarak siyasi görüşlerini belirtmesini ele alalım. Bu çevrelerin, telefon görüşmelerini doğal göstermesi ve Türkiye Cumhurbaşkanının kendi ülkesinin siyasi aktörleriyle görüşmesine suç isnat etmesi manidar değil midir? Yine Sn. Erdoğan'ın başka ülkenin siyasileriyle görüşmesini de "iç işlerine müdahale" şeklinde yaftalaması da size garip gelmiyor mu? Peki, bu ikircikli tavır' a sırf Erdoğan karşıtlığı için iltifat gösterenlere ne demelidir?
Bu noktada, tanıdığım bir alimin tek sözünü iki etmeyecek olan cemaatine dönerek "Benim söylediklerime de inanmayın ayet ve hadislere baktıktan sonra inanın. Bende hata yapabilirim" mukabilinde sözlerini hatırladım bir an. Seneler önce yapılan bu tespitin bugün hayatımızın her anında ne kadar geçerli olduğu ortadadır.
Ezcümle; Hakkın ve doğruluğun, devşirilen duygularımızın yerine geçtiği zaman kurtulduğumuz an olacaktır. Bu açıdan değerlendirirsek 8 Haziran bir "Hatime" (son) değil, yeniden başlangıca" besmeledir". Ya da ben öyle inanmak istiyorum.
Vesselam….