0

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gelecek ile ilgili hedeflerini biliyoruz. Erdoğan'ın bölgesinde ve dünyada söz sahibi, itibarlı ve güçlü bir Türkiye için önüne koyduğu "üç önemli tarih" var.

Bunlar 2023, 2053 ve 2071'dir.

2023, Cumhuriyetin 100. kuruluş yıldönümü,

2053, İstanbul'un fethinin 600. yıldönümü,

2071 ise Alparslan'ın Anadolu'ya gelişinin 1000. yıldönümüdür.

Tarihsel bağlamda mezkûr tarihlerin hepsi Türkiye için önemli "aydınlatma" araçlarıdır. 1923, 1453 ve 1071 tarihlerini ve bu tarihlerde gerçekleşen önemli hadisleri, kırılmaları ve değişimleri referans alarak geleceğe ışık tutmak, yeni bir paradigma oluşturmak ve geleceği şekillendirmek ancak "lider" vasıflı insanların yapabileceği bir meziyettir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu coğrafyaya sağladığı en büyük katkılardan birisi de budur. Erdoğan, bu coğrafya insanının yeniden kendine güvenmesini sağlamış, tarihe bıraktığı izleri tekrar hatırlatmış, bundan önceki liderlerin aksine, bu milletin geçmişiyle olan "kadim bağını" yeniden tesis etmiştir.

Geçmişini bilmeyen, geleceğine yön veremez.

İşte bunlardan bir tanesi… "Kut'ül Amare Zaferi"…

Bundan birkaç yıl öncesine kadar bu önemli zafer tarih kitaplarında hak ettiği yeri almıyor, genç nesillere bu zafer hakkında hiçbir şey anlatılmıyordu. Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın girişimleriyle bu ülkede Kut'ül Amare hatırlanmaya ve anılmaya başlandı.

Bir diğeri Çanakkale Destanı…

Çanakkale Destanı, bir milletin etnik kimliğini, rengini, dilini ve ideolojisini bir kenara bırakarak "millet" olma ve "İslam'ın Sancaktarlığını" yapma hususunda gösterdiği iradenin vesikasıdır. Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "millet olma tasavvuruna" bakıldığında "Çanakkale ruhu"ndan ilham aldığı çok net görülür.

Çanakkale'deki "birleşme ruhunu" referans alarak siyaset yapmak ve Türkiye'ye yeni bir özgüven aşılamak medeniyet yolculuğu yapan liderler için olmazsa olmazdır. Ne var ki bu perspektifi Erdoğan'dan başka ortaya koyan siyasetçi de yok. Bu da Türkiye siyaseti ve siyasetçileri için bir kayıptır. Zira geçmişini, kültürünü, medeniyet havzasını ve ufuk hinterlandını bilmeyen hiçbir siyasetçi bu topraklarda başarılı olamaz, bu ülkeyi ileri bir noktaya taşıyamaz.

Bir milletin geçmişiyle münasebetini sağlayan damarı kopartırsanız, o milletin geleceğini yok edersiniz!

Geçmişinden beslenmeyen bir toplum, kurumaya yüz tutmuş bir ağaç gibidir!

Geçmiş, geleceğin yol haritasıdır, ışığıdır, anahtarıdır!

İşte 26 Ağustos…

26 Ağustos 1071, bu topraklarda yaşayan herkes için önemli bir tarihtir.

Bilhassa "Türkler ve Kürtler" için…

26 Ağustos 1071'de gerçekleşen Malazgirt Savaşı, 4.Romen Diyojen liderliğindeki Bizans İmparatorluğu ile Alparslan liderliğindeki Büyük Selçuklu Devleti arasında gerçekleştirilmiştir. Savaş, bugünkü Muş'un Malazgirt ilçesi yakınlarında gerçekleştiği için adına "Malazgirt Savaşı" denmiştir. Bu zaferle Anadolu'nun kapısı Orta Asya'dan gelen Türklere açılmıştır.

Ancak Malazgirt'in bir başka önemli tarafı daha var.

Malazgirt, Türklerle Kürtlerin "kadim kardeşliğinin" ilk yapı taşıdır.

Alparslan, ordusuyla Malazgirt'e geldiğinde Kürtler Anadolu'nun Doğusu ve Güneydoğusunda yerleşik bir hayat yaşamaktaydı. "Mervaniler" ve "Şeddadiler" gibi Müslüman Kürt Hanedanlıkları vardı. 1071'de Türklerin ve Kürtlerin birbirine omuz vererek Bizans'a karşı savaşması ve galip gelmesi her iki halkın ortak paydasının ne olduğunu daha 1000 yıl önce göstermiştir. Kaynaklar, Sultan Alparslan'ın 40 bin kişilik ordusunda yaklaşık 10-15 bin Kürt askerin olduğunu söyler. Sözgelimi Sıbt İbnü'l-Cezvi ismiyle tanınan Ebu'l-Muzaffer Yusuf'un "Mir'atü-z-zeman fi Tarihi'l-ayan" isimli kitabında Malazgirt'te Alparslan ile Bizans'a karşı savaşan "10 bin Kürt asker" olduğu yazılır.

Bugün, bu tarihsel bağlamı referans almadan yapılacak hiçbir tarz-ı siyaset sonuç vermez.

Malazgirt, Çaldıran, Çanakkale gibi Türklerin ve Kürtlerin kurdukları tarihsel ittifaklar ve bu ittifaklar neticesinde gelen başarılar göz ardı edilirse, bugünkü barış ve kardeşlik söylemlerinin tamamı kadük kalır.

Türklerin ve Kürtlerin kadim bağları unutulur, 1000 yıllık ittifakları görmezden gelinir ve meseleye sadece "Cumhuriyet parantezinden" bakılırsa "gelecek" ıskalanmış olur.

Tüm bu tarihsel vesikalar, bir milletin yeniden ayağı kakmasını sağlayacak önemli referans noktalardır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bizlere bu yolu açtı.

Bilal Erdoğan da tıpkı babası gibi böyle bir misyon yüklenmiş durumda.

Bilal Erdoğan'ın üstlendiği sorumluluklara bakarsanız, onun bir milletin tarih sahnesinde elde ettiği başarıları yeniden hatırlatma sorumluluğunu aldığını, geçmişimizle kopan bağımızı onarıp yeniden kurmaya çalıştığını ve bunun için alın teri döktüğünü görürsünüz.

26 Ağustos 2017'de Muş Malazgirt'te yapılacak etkinliklerde de Bilal Erdoğan'ın imzası var.

Biz de ona ve yüklendiği sorumluluğa omuz vermek için o gün orada olacağız inşAllah…