Bundan 20 sene önce yakın bir komşumun köyde yaşayan akrabası bir genç vardı. Aile çiftçiydi. Tarlaları bağ bahçeleri besicilik yaptıkları hayvanları vardı. Tarım ve hayvancılığa ait her işe vakıf delikanlı askerliği yaptı evlenme zamanı geldi. Köyünden başlayarak civar köylerde delikanlıya uygun kız adaylarına görücü gidildi. Kız isteme merasimlerinin bazılarına ben de dahil oldum zaman zaman.
Genç yakışıklı lise mezunu askerliğini yapmış, işi gücü ve durumu iyi olanbir delikanlı kendi memleketinde kız bulamıyordu evlenmek için. Gidilen her kız ve ailesi damadı beğeniyordu, gelin adayları evlenmeyi kabul ediyordu ama tek bir şartla:
“Evlenince İstanbul’a yerleşirsek evlenebiliriz!”
Köyde ev bark bağ bahçe hayvan tarla her şey var ve çalışıp üreten kazanan ve üstelik çocukluktan beri tarım ve hayvancılıkla uğraştığı için işini de bilen bir gence, evlenebilmek için İstanbul’a göç etmeyi kabul etmesi şart koşuluyordu. Çünkü çevre köyler de dahil bölgedeki köylerde gençler hep büyük şehirlere göç ediyordu.
Bir iki sene sürdü bu arayış. Maalesef damadın istediği kızlar şehir sevdasından vazgeçmedi. Nihayetinde pes edip, aynı abisi gibi o da bu şartı kabul edip evlendi.
İstanbul’a göç ettiler, köyde avlusu bahçesi olan iki katlı evi bırakıp gecekondudan bozma bir binanın kot dairesinde ev tuttular. Damat asgari ücretle bir işe girdi. Özel sektörde bir ustalığın, zanaatın yoksa ne yapacaksın, o iş senin bu iş benim, ev sahibi derdi benim oradan oraya savrularak yaşadılar yıllarca. Büyük şehir sevdasına kendi işinin patronu olan adam gitti milletin işinde en zor şartlarda “çalışan eleman” oldu. Ne oldu ne öldü nihayetinde duydum ki şartların zorluğu, istediği işi yapamamak ve maddi yetersizliğin yanına başka faktörlerde devreye girmiş ne huzur kalmış ne doğru düzgün aile yaşantısı. Neticede binlercesine şahit olduğumuz gibi, İstanbul bu aileyi de yuttu…
Ülkemizde iyi olan şeylerin “kötü, banal, varoş, yobaz, geri cahil” gibi, aşağılayıcı yaftalamalarla anılır hale getirilmesi bazı mihrakların bilinçli operasyonudur.
Doğulu olduğunu kabul etmeyip Doğudaki milletlere dudak büküp “ıyyy” yaparak küçümser tavır takınan kompleksli Batıcı kafalar var ya; işte bu zihniyet yıllarca medya ve Yeşilçam filmleriyle “Müslümanlara yobaz, imamlara ahlaksız, köylüye pis arsız cahil ve fırsatçı” imajı çizmesinin neticesidir köyde yaşayanların azalma sebebi. Bu zihniyet Batıyı, Batıcı yaşam tarzını, şehirde yaşamayı lüks şatafat gayri ahlaki hayat tarzını fırsatçılığı tokatçılığı emeksiz kazancı, maneviyat karşıtlığını haram olanı teşvik etti özendirdi. Batılı gibi yaşayan “bey-hanım” oldu, başörtülüler hizmetçi, köylüler de cahil maraba…
Devlet de doğru bir tarım politikası da oluşturmayınca tarım ülkesinde köyde yaşayanlar nüfusun yüzde yedilere kadar düştü.
Son birkaç yıldır nüfusumuz alarm veriyor. Doğum oranları düştü, çocuk sayısı azaldı ve bu şekilde giderse birkaç on yıla kalmaz genç nüfusla birlikte ülke nüfusu iyice azalacak. Devletin gücünü milletle, milletin gücünü sağlam aile yapısıyla, sağlam aileyi ise inanç ve değerlere sahip insanlarla oluşturabilirsiniz.
Cumhurbaşkanımız yıllardır her fırsatta çocuk sayısının artırılmasını tavsiye ediyor, devlet olarak da bu tavsiyeyi teşvik etmek için adımlar atılıyor.
Fakat meselenin sadece maddi yönüyle ele alınıyor olması çok ciddi bir problem. Kültür iktidarı!... Her meselenin en önemli yönünü bu mevzu kapsıyor.
Her şey anlayışla başlar. Anlayış insanı harekete geçiren düşünceyi oluşturur ve bu fiiliyata bu düşünceyle geçilir. İnternet çağıyla birlikte “küresel dünyanın” her melaneti, fert fert insanlara ulaştığında zaten belli oranda zihin ve anlayış kayması yaşanmıştı ülkemizde.
Sorun bir şeylerin yokluğuyla alakalı da değil çoğu zaman. İyi doğru ve güzel olanıinsanlara istetecek zemin yok ortada, istetmeyle, özendirip benimsetmeyle alakalı çünkü.
Hala belirli çevrelerce aile kurumu “kafese hapsolmak, özgürlüğün kısıtlanması, maddi manevi başkasına esir olmak” diye lanse ediliyor. Ülkemizde “kültür sanat” alanında ön plana çıkartılan aktörlerin çoğunluğu bu milletin inanç ve kültürüne yabancı ve hatta düşman şekilde söylem geliştiriyor. Ve bu söylem hakim dili oluşturuyor. Üstüne bir de devlet sesi çok çıkan bu kuru kalabalığın söylemlerine uygun yasa çıkartıyor ki-aile yasaları, kadın beyanı esastır, süresiz nafaka, boşanmanın zulme dönüşmesi gibi- aile kurumunun zedelenmesi, çocuk yapma oranının düşmesi hep bunlarla alakalı.
Her şey anlayışla alakalıdır. Bir insana veya bir topluma anlayış olarak benimsetemediğiniz bir düşünceyi ve yaşam tarzını, söylemle veya zorla kabul ettiremezsiniz. Batı bunu çok iyi bildiği için zehirli yaşam tarzını bala bulayarak, milletlerin önüne çıkartıp parlattığı sanatçı oyuncu aktör bilim insanı, siyasetçi yazar-çizer sporcu takımıyla yediriyor.
Doğum oranının düşmesi demek ülkemiz için felakettir. Ama boşanma oranının evlenmeyi geçtiği, evlilik yaşının 30-35’lere uzandığı, bireysel özgürlük adı altında sorumsuz ve gayesiz yaşamak, idealist bir hayattansa hazcılığa dayalı bir hayatın parlatıldığı, maneviyattansa maddiyatın ön plana çıkartıldığı bir zamanda aile kurumuna olan itibar nasıl düzeltilebilir ki?
Aile kurumu değil sadece zedelenen. Milletimizin ruhunu kökünden kopartmaya çalışan kişi kurum oluşum platform müfredat, yasa ve uygulamaların hepsi bir bütün olarak ele alınıp doğru zemine oturtulması gerek.