"Schizo" terimi aslında "bölünme" demektir. Şizofreni sözcük anlamıyla "diyaframın bölünmesi" anlamına gelir, çünkü antik çağlarda ruhun diyaframda bulunduğu düşünülüyordu. "Şizofreni" terimi ancak özel durumlarda konan, çok net bir ruhsal hastalık tanısıdır. Şizofreni temel olarak psikoloji literatüründe halüsinasyon ve delüzyonal düşünceler bağlamında tartışılan bir konudur. Bu nedenle kuşku yok ki, hele de bazı uzmanlarca hala iyileşmez bir hastalık olarak görüldüğü düşünülürse kimse şizofren olarak görülmek istemez. Dolayısıyla, ruhtaki bölünmelere genel olarak bakarsak, şizofreni terimi doğru terim olmaz. Ancak şizofreni semptomları, bir ailenin bağlanma sistemindeki özel olaylardan kaynaklanan dolaşıklıkların ve ruhtaki bölünmelerin dönüştüğü hallerdir.
Bazen insanlar "İki şey arasında parçalanmış hissediyorum." veya "İçimde bir çatışma var." Derler. Bu önermelerin arkasında derin ruhsal çatışmaların sonucu olan çatışmalı fikirler veya davranışlar olabilir. Bu durum esasen kültürel açıdan belirlenmiş kişilik ve öznellik kavramlarının ötesine geçer. Ayrıca hastalarında bu ani kişilik değişimini gözlemleyen birçok psikoterapist, travma konusunu gerçekten tamamen anlayana kadar bu değişimleri gözden kaçırabiliyor. Bu ayrık kişilik gerçeğinin ruhsal rahatsızlıkları ve insan ruhunu anlamada anahtar olduğu söylenebilir. Bir "ben" deneyimi, ögeleri genel bir ilkeyle bir arada tutulan ve diğer "ben" deneyimlerinden belli ölçüde geçirgen bir sınırla ayrılan, düzenlenmiş bir ilişki ve deneyim sistemi olarak tanımlanabilir.
Kendi çalışma tarzı içinde ruhun dinamik-ekonomik yapısı, yalnızca öznel verilerin özümlenmesi üzerine kuruludur. Başka bir ideye eş zamanlı olarak eşlik eden bilinç içeriğinin aniden ortadan kalkmasını ve ruhsal enerjinin yer değiştirmesini biz aslında ruhsal bir ortamdan diğerine taşıyoruz. Bu yer değiştirme sürecinin özel bir durumu, duyguların içe, bilinçaltına itilmesidir. Oysa yapılan kimi gözlemler, diğer psişik düzeneklerin olasılıklarını dışta bırakmamayı bizden uzaklaştırıyor.
Her şey bize bir bilinçaltına itme sürecinden konuşma hakkı tanıdığına göre, hastanın açıklamalarına da inanabiliriz ve konuya özgü görüş açısından, kişiliğin iki ya da daha çok parçalara ayrıldığını kabul edebiliriz. Adeta tüm bir kişilik işlevinin biçimini ve şeklini alarak parçalanma olur ve ortaya parçalar çıkar. Bu konuyu temsil edebilecek başka bir süreç de şudur: Bu süreç "kendi dışında kalmak" deyimi ile dile getirilir.
Çoğu zaman "ben", acı çeken bedeni dışarıdan ya da yukarıdan gözler. Bu duruma tipik bir örnek şöyle verilebilir:
Birincisi; "ben", yakını iyi görmeyen bir göz gibi olur ve sonsuz genişlik içinde kolayca yer değiştirebilir. Acıyı bırakır, dış olaylara doğru döner.
İkincisi; acının gerilimi yükseldikçe bir Eiffel Kulesi'ne tırmanır gibi adeta dik bir kayaya koşarak tırmanır.
Üçüncüsü; travmanın gücü "ben"i yakalar ve onu ağacın ya da kulenin üzerinden adeta yere düşürür. Bu olay tüm bağların çözünmesiyle ve müthiş bir baş dönmesiyle birlikte korkunç bir kasırga gibi tasvir edilebilir.
Dördüncüsü; güce karşı direnme yeteneği ya da girişimi yararsız diye terk edilir ve özkorunma işlevi iflas eder.
Bu olayların sonucu, kısmen ölü gibi tasvir edilir ya da temsil edilir. Bu durumda bu "ölü olmak" düşlerde ve ortak durumlarda, tam maddi durumdan çıkacak şekilde en ince tozlar haline gelir. Maddi olmakta çıkmış ölü kısım, var olmayan henüz ölmemiş bölümde özellikle düşlerde, bu ölüyü kendine çekme eğilimindedir. Buna göre, bu konu bakımından kendi deneyimimizin artmasıyla yer değiştirmenin ve duyguların bilinçaltına itilmesinin yanında, aynı zamanda parçalanmanın tasvir edilmesine ve birleşik ruhsal aygıtın oluşumunun toz haline gelmesine izin verilmemesine imkan yoktur.
Kişinin gelişimi açısından "ben" durumlarının gelişimi, genellikle çocukların farklı durumlarda, farklı şekilde davranmayı öğrendiği normal bir süreçtir. Çocuklar farklı durumlarla ilişkili olarak, birbirinden ayrı rolleri üstlenmeyi öğrenirler ve bunlar kişilik yapılarında özgürce ulaşabildikleri "ben" durumları olur. Bireysel "ben" durumları arasındaki sınırlar belirsiz olabilir ve birinden öbürüne geçiş kısmen bilinçli olabilir. Fakat özünde bunun tam olarak farkında olmayız.
Travmatik bir deneyimde ise, var olan "ben" durumunun ciddi şekilde düzeltilmesi gerekir. Deneyim, o kadar beklenmedik ve acı vericidir ki sadece başka bir "ben" bilincinde saklanabilir. Bu deneyim, kişinin "ben" bilincinde sürekli durursa kişi hayatta kalamaz. Bu nedenle, ruhumuzun derinlerinde travmatize olmuş "v" durumu ile travmatik durumdan sonra yaşayan "v" durumu arasında bir sınır oluşturulur. Biz bu durumu travma deneyiminden sonra oluşan "ayrışmış kimlik bozukluğu" olarak tanımlıyoruz. Kişinin farklı durumların taleplerine uyum sağlamasına izin veren normal bir ruhsal süreç olduğu varsayımından hareket eder. Bu süreç, yalnızca travmatik bir deneyimin etkisi altında bir kişilik bozukluğunun ciddiyet derecesini belirler.
En çarpıcı ayrışma fenomenleri şunlardır:
Birincisi; ruhsal kökenli hafıza kaybı: Önemli kişisel bilgilerin aniden hatırlanmaz olması...
İkincisi; ayrışmış füg: Evden ya da işyerinden aniden ayrılmayla görülen geçmişini hatırlayamama durumu...
Üçüncüsü; depersonalizasyon: Kişinin, rüyadaymış ya da makineleşmiş veya ölmüş gibi hissedecek kadar gerçek üstü ve yabancılaşmış hissettiği nöbetler yaşadığı durum…
Bu ifadeler, psikolojik durumu büyük bir baskı altında olan, derin duygusal kırılmanın acısını çeken ya da paramparça hisseden birinin hissettiği sıkıntıyla ilgili daha net bir düşünce ve duygu oluşturur. "Bu olayda dondum kaldım." cümlesindeki "dondum kaldım" sözcüğü de bir diğer "ben"i iptal eden farklı eğilimlerin olmasını ifade eder. Harekete geçmek arzusundayızdır ama bir şey sanki bizi engeller. Bir şey söylemek isteriz ama boğazımızda düğümlenir. Donup kalma durumu kendilerini genelde bedende ifade eder; mesela kas gerginliği, çenede ağrı, baş ağrısı ya da fiziksel katatoni vs...
Takip eden yazımızda "Çift Sarılı Yumurta? " Diyeceğiz
Sefa ile…